Bilemezsin kimin ne olduğunu, kimde ne olduğunu. Göremezsin içini, okuyamazsın niyetini. Müşahedelerin yanıltır, verdiğin hüküm çoğu zaman yanıltır seni. “Neden böyle düşündüm, niçin böyle konuştum”un ıstırabı kanatır vicdanını. Hakka girmenin telafisi helallik almak, özür dilemektir. Muhatabın hayattaysa bu imkânın vardır hala. Ya yoksa?
Kötü bildiğin ve kötü dediğin zata yönelttiğin haksız ve çirkin ithamların zulümdür. Neyse ki kader var. Kişi zulmeder ama kader adalet eder. Hatta padişahları, hünkârları seferber eder. III. Murad’ı ettiği gibi.
Bir sabah uykudan uyanan III. Murad gördüğü rüyanın tesirinden kurtulamaz. Ne neşelidir ne de kederli. Veziri sorar “Hünkârım ne oldu?”
Garip mi garip bir rüya gördüm. Ne olduğunu anlayacağız. Padişah ve Veziri tebdil-i kıyafet sokaklarda gezmeye başlar. Unkapanı civarındayken orta yerdeki ceset dikkatlerini çeker. Kim olduğunu sorarlar. Ahaliden biri ayyaşın, berduşun biri olduğunu söyler. Diğeri iyi bir ayakkabı ustası olduğunu fakat kazancını içkiye, fuhşa harcadığını belirtir ve nerede hafifmeşrep bir kadın görse evine götürürdü diye ekler. Mahalleli cenazeyi kaldırmak istemez ve dağılır.
Vezir de geri çekilmek üzereyken Padişah: “İnsanlar gider ama biz gidemeyiz. Defnetmek gerekir” der. Vezir nasıl kaldıracaklarını sorar. Padişah Fatih Camii’nde cenaze namazını kılıp kaldıracaklarını söyler. Padişah ve veziri kefeni hazırlar, suyu kaynatır ve cenazeyi yıkarlar. Ayyaş denilen şahıs yıkandıkça güzelleşir, nurlanır. Mütebessim bir çehre çıkar ortaya. Namazını kılırlar. Vezirin nereye defnedeceğiz sorusunun karşılığı “evinin bahçesi” olur. Vezir adresini öğrenir. Cenazeyle birlikte mütevazı ahşap bir eve girerler.
Acı haberi duyan ihtiyar kadının gözyaşları sel olur. İlk şoku atlatan kadın karşısındakinin padişah olduğundan habersiz bir şekilde: “hakkınızı helal edin evladım, sizi buralara kadar getirdik, yorduk” der. Padişah: “bahçede cenazeyi defnedecek bir yer var mı?” diye sorar. İhtiyar kadın: “Var. Efendim mezarını hazırlamıştı. Beni buraya defnetsinler demişti” der. Defin işlemini tamamlayan padişah rahmetli nasıl birisiydi diye sorar. Kadın: “Benim efendim bir âlemdi diye söze başlar. Geç vakitlere kadar ayakkabı yapardı. Çok çalışır çok yorulurdu. Birinin elinde içki şişesini gördü mü satın alıp getirir ve evin helâsına dökerdi. Padişah: “niçin?” diye sorar. “İnsanlar içmesin diye” cevap verir ve “bu ne ki” diye devam eder kadın: “Nerede hafifmeşrep kadın bulsa parasını öder ve eve getirirdi. Ben bunların zamanını satın aldım diyerek onlara nasihat etmemi isterdi”. Padişah: “insanlar neler neler düşünüyor hakkında” deyince kadın: “Evladım insanların ne düşündüğü pek umurunda değildi bizim beyin. Vakit namazlarında mahalle camiinde kılmaz, uzak camilere giderdi hep.
Günlerden birinde: “A efendi hakkındaki dedikodular çoğaldı. Herkes kötü biliyor seni, cenazen ortada kalacak” demiştim. Bana:“Meraklanma Hanım, zahmet vermeyiz kimseye mezarım bahçemdedir, oraya defnedin beni” demişti. Ben de: “Mezarı kazmakla iş biter mi? Kim yıkayacak cenazeni, kim kılacak namazını” dedim.
Padişah sözün burasında heyecanla lafa karışarak sordu: “Peki o ne dedi?”.
İhtiyar kadın: “Evladım, dedim ya bizim efendi bir tuhaftı. Önce uzunca tebessüm etti ve Allah büyüktür hanım, Padişahın işi ne? dedi”.