“Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler ve kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Hayır işlerinde de birbirleri ile yarış yaparlar. İşte onlar salihlerdendir” (Ali İmran, 114).
Dinin tebliğ edilmesinde en önemli ilkelerden biri, iyiliği emrederek kötü olan her şeyden insanları uzaklaştırmak ve sakındırmaktır. Bu görev, Peygamberlerin temel görevidir. “(O Peygamber) onlara ma’rufu (iyiliği) emreder ve onları kötülükten alıkoyar.” (Araf, 157) ayeti, özelde Peygamberimiz (sas), genelde de bütün peygamberlerin bu anlamda sorumluluğuna işaret etmektedir. Her toplumdan, kendilerine gönderilen peygamberlere uymaları, onları örnek almaları istenmiştir. Peygamberler de, Allah’tan aldıkları emirler doğrultusunda kendi toplumlarına örnek olmuşlar ve onları iyiye güzele yönlendirmişlerdir. Bu açıdan “Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” peygamberî telkinin özüdür. Kur’an; “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır” (Ali İmran,104) hükmü ile toplum içinde bu ilkeyi hayata geçiren toplulukların olmasına dikkat çekmiştir.
Tebliğ ile örtüşen bu görev yerine getirilirken, samimiyetin esas alınması, söylenen ile yapılanın birbirine ters olmaması en temel noktayı oluşturur. Tebliğ konumunda bulunan insanlar, bu görevi yerine getirirken yanlış mesaj verecek tavır ve davranışlardan kaçınmalı, söylem ve davetinde nefret, ötekileştirici sözlerden sakınmalıdır. İyinin emredilmesi, gerek tavsiye ile gerek hayata geçirilen eylemlerle gösterilerek hayata geçirilmelidir. Bunun yansımaları yaptıklarımızın Allah katında kabul gördüğünün göstergesidir. Hz. Peygamber (sas); “Marufu (iyiyi) emrediniz, münkeri (kötüyü) yasaklayınız. Sonra, dua edersiniz de duanız kabul edilmez.” buyurarak bu prensibi hayatta tutmanın manevi hayatımıza katkısını dile getirmektedir. “İsrail oğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın da dili ile lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. Onlar işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirini vaz geçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi" (Maide, 78-79) ayeti de, yanlışlara ve kötülüklere karşı tepkisiz kalarak iyiyi emretmeyen toplumların uğradıkları sonu bize hatırlatmaktadır.
İyiliği emir-kötülükten sakındırma prensibi, toplumu nemelazımcılıktan koruduğu gibi, birey ve toplumun kendini yenilemesini, aksayan taraflarının giderilmesini sağlar. Kur’an’ın yüklediği sorumlulukla örnek ve model insan görevlendirilmiş olan bizler, öncelikle yakınlarımızdan başlayarak din kardeşlerimizin maddi kurtuluşlarına olduğu kadar, manevi kurtuluşlarına da seyirci kalmadan destek olmalıyız. Fazilet, dürüstlük, takva ve diğer bütün ahlaki özellikleri aramızda hakim kılmak için bir birimizi yönlendirmeliyiz. Bu ahlaki dayanışmayı, Kur’an’ın isimlendirdiği ideal ümmetin ayırıcı özelliği olarak herkese göstermeliyiz. Sorumluğu her iki cins içinde eşit olan kadın-erkek bu prensibin yerine getirilmesinde birbirimize destek olmalı, eksiklerimizi giderici, birbirimiz tamamlayıcı bir rol üstlenmeliyiz. “Mümin erkekler de mümin kadınlar da birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcıları) dır. Bunlar insanlara iyiliği emrederler, kötülükten men ederler” (Tevbe, 71). “İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın!” (Mâide, 2). Bu ayetlerde, toplumsal sorumluluklar hatırlatıldığı gibi, toplumu ilgilendiren sosyal problemlerin, yine toplumun bütünü tarafından, organize ve planlı bir şekilde çözülebileceği vurgulanmaktadır. İdeal toplumu oluşturacak temel ahlaki prensip olan iyiliği emretme, kötülükten sakındırmayı hayata geçirmekten kaçarak, eyleme geçmeyenler Allah’ın rahmetinden uzak kalmaya sebep olacak bir tavır sergilemektedirler. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’e (sas) ümmet olma şerefine ulaşmış olan bizler, ulaştığımız bu şerefin bilinç ve gayreti içinde sorumluluklarımızın da farkında olmalıyız. “Ey iman edenler! Siz nefislerinizi ıslah etmeye bakınız. Kendiniz doğru yola giderseniz, yolunu şaşırmış kimselerin zararı size dokunmaz” (Maide, 105).