KADİRŞİNAS…

MUZAFFER ÇEVEN

Kadirşinas, değerbilir, değer bilen, kadir kıymet bilen… Kadirşinas, ‘kadir’ (Arapça, değer) ile ‘şinas’ (Farsça, anlayan ve bilen) kelimelerinin birlikteliği… Kadirşinas, artık bulmakta güçlük çektiğimiz, nâdir bir insan… Hayatımızda böyle biri varsa eğer, değerini bilmek lâzım… ‘Kadirşinas’ sözcüğünü ifade etmekte kim zorlanmaz ki… Kadirşinas birini anlayabilmek için vefalı biri olmak gerek… Değerbilir olabilmek için, dertlerin bize değmesi ya da göz değmesi vetiresini/sürecini yaşamak; çok geç olabilir… Değerbilir olanlar, başkasına yardım etmeye çalışırken hatalar, yanlışlıklar ve patavatsızlıklar yapabilirler… Değerbilir birilerinin böylesi gayretleri, iyi niyetle başlanılan işlerin, kötü sonuçlanmasına da neden olabilir… Kadirşinas olmak, bıçağın sırtında olmak ile eş değer bir durum…

‘Değer mi değmez mi’ demektense, değerbilir olabilmeyi akıl kalp terazisinde, mihenk taşında ölçüp biçip, sonrasında harekete geçmekte fayda var… Değer bilinmese bile, değer, her zaman ‘altın’ gibidir… Değerinin ederi değersiz olanların bunu anlaması mümkün değil… Kadir kıymet bilenin kıymetini, kadirşinas olan bilir… Kadirşinas olanların en hası, anadır babadır… Yaban eller kadir kıymet bilmez, ana baba kadar… Hiç kimse içten sevmez, ana baba kadar… Kadirşinas, değer gördüğü her yerde ve her bir kimsede değeri hemen anlar ve bilir… Kadirşinas, değerli olan biriyle çıktığı yolda yoldaşını yarı yolda bırakmaz… Galiba en kadirşinas olanlar, ekildiğinde yeşeren tohumlar, karşılıksız yumurta ve süt veren hayvanlar… Kadir kıymet bilenler ise, insan olabilen ve insan kalabilenler… Maalesef, “Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor, fakat hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar.” (Oscar Wilde)… Kimilerine göre, eğer bu hayatta illâ kıymet bilmek gerekiyorsa, sadece kendi kıymetini bilmelisin, gerisine boş vermelisin, nasılsa her rüya uyanınca biter… Bu ne kadar doğru? “Hiçbir şey asla göründüğü gibi değildir, bugün size hayat veren su yarın sizi boğabilir.” (Hz. Mevlana)… Gerçek olan, bir insanın kıymetini kişiliğinden ve karakterinden anlayabiliriz… Değeri ve değerli olanı, kaybettiğimiz zaman değil, kaybetmeden, her daim bilmemiz önemli… Kıymetini bilmediğiniz birisine daha sonra kıymet vermemiz işe yaramaz… Ancak, değer vereceğimiz kimsenin, gerçekten değerli olup olmadığından da emin olmamız gerekli… “Sakın kendisine verdiğin kıymeti sana vermeyenle arkadaş olma.” (Hadis-i Şerif)…

Bir kimsenin hayat tarzına, konuşmasına, hedeflerine bakılarak, ne kadar değerli olduğuna hükmedilebilir ki… Özü sözü bir olup olmadığına ve söyledikleri ile yaptıklarının ne kadar örtüştüğüne göre, biri ya da birileri hakkında karar verilebilir… İnsanın değeri, başkalarının ne düşündükleriyle ortaya çıkar… Ancak, bazılarımız her şeyi çok iyi bildiklerini sanırlar, lâkin aslında kadir kıymetin ne olduğunu asla bilemezler… En büyük hatamız, yanlışımız ise; kendimizi olduğumuzdan fazla sanmamız ve kendimize hak ettiğimizden daha az değer vermemiz… Mühim olan, içimizdeki değerlerin, yontulmamış elmaslar gibi olduğunun farkına varabilmek… Gerçek olan, “Kendi kıymetlerinin birer kıymet olduğundan şüpheye düşmüş bir yığın insan, bundan böyle kendilerine kıymetli diye sunulan bazı şeyleri elde etmenin telaşında.” (İsmet Özel) olduğudur… Önceliklerin sıralaması bizi şaşırtmamalı! Kaşımızın, gözümüzün üstünde olması misâli… Sözün güzelini Hz. Mevlana dillendirmiş: “Canan'a can olan bilmez canının kıymetini. Canan da bilmez canına can olanın kıymetini… - Yüreğimiz kıymet bilene emanet... - Kıymet bilmek; kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır. - Bir insan ancak, değerini bilenin yanında kıymetlidir. - Gönül almayı bilmeyene ömür emanet edilmez. - Varlığınızda kıymet bilmeyenleri, yokluğunuzla terbiye edin. - Sen, değerinle ve düşüncenle iki âleme bedelsin. Ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun. Kendini ucuza satma, çünkü değerin yüksektir.”… Değerbilir olabilmek, değer/davranış eğitimiyle başlar… Değer/davranış eğitimi, bize sosyal, ahlakî ve kültürel değerlerimizin kazandırılmasını amaçlayan bir vetire/süreç… Değer/davranış eğitimiyle, dürüstlük, hoşgörü, saygı, sevgi, yardımlaşma, sorumluluk, çalışkanlık, empati vb. değerlerimizi öğreniriz… Değer/davranış eğitiminden mâhrum kalan, yerlere değer ve yerlerde sürünür… Ölümlü dünyada, değerli iken değersiz hâle gelmeye, onun bunun önünde eğilmeye ve çıkar uğruna fırıldak olmaya, taklalar atmaya değer mi?

Birinin değeri, onun kendisinden aşağı seviyede olanlarla münasebetlerinde açığa çıkar… Herkes bir gün anlar değerli olanın değerini, gelmemek üzere gidince, alışveriş bitince ve sonunda ölünce, yani iş işten geçince... Dünde takılı kalmaya gerek yok… Dün bitti, bugün bitiyor, yarın bitecek… Her an’ın kıymetini bilmek gerek… Duvara toslayınca anlarız, karanlığa yumruk atmanın, bize zarar olarak geri döneceğini… Değer bilmeyenlerle uğraşmak işte böyle bir şey… Hayat bu, bazılarımız ana baba kıymeti bilmez, bazılarımız kıymet vereceği ana baba bulamaz… Mutlu olmak elimizde… Kıymet bilmezlere aldanmamak gerek... Kıymet bilmezlerden uzak durmak lâzım… Değerbilir olmayanlar, ilk fırsatta satarlar bizi… Beş para etmez böyleleri… Dün yaşadığımız her ne ise bitti… Yarın ne yaşayacağımız muamma… İyisi mi, yaşadığımız bugünün kıymetini bilelim… Başarmak odaklı olmak, sonu başaramamak olunca bizim için hüsran olmamalı; emek en büyük değer ve en büyük başarı… “Başımıza beş şey gelmeden önce, kıymetini bilelim; ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.” (Hadis-i Şerif)… Başkalarından üstün olmaya çalışmak, var olan değerimizi törpüler, ehemmiyetli olan dünkü hâlimizden daha üstün olmaya çalışmak ve eşyanın fiyatından ziyade değerini bilmek… Mesele, eşya ve insanın değerini doğru bilebilmek meselesi… “Altın yere düşmekle pul olmaz.” (Atasözü)… Saygın, dürüst ve değerli olan kişiler bulundukları mevkiden ayrılsalar da, ya da sosyal statülerinde düşseler de, sahip oldukları değeri asla yitirmezler… Değerli olanların değerlerinden bir şey eksilmez… Mâlum, “Eskici bağırır, antikacı bağırmaz. Pazarcı bağırır, kuyumcu bağırmaz. Malı ucuz olan bağırır, kaliteli olan susar.” (Necip Fazıl Kısakürek)…

‘Kadir kıymet bilmek’ hikâyesi… Bir bilge, yıllarca emek verip yetiştirdiği öğrencisine, cama, kaya tuzuna benzer bir taş parçası vermiş ve “Bunu al, esnafa, kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını öğren ve ne dediklerini gelip bana anlat.” demiş… Öğrenci, bir bakkal dükkânına girmiş, fiyatının 1 akçe olduğunu; bir manifaturacıya girmiş, fiyatının 5 akçe olduğunu; bir semerciye girmiş, fiyatının 10 akçe olduğunu; bir kuyumcuya girmiş, fiyatının paha biçilmez olduğunu ne isterse vereceğini öğrenmiş… Öğrenci, bilgeye olan biten her şeyi anlatmış… Bilge, öğrencisine; “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.” demiş…

Her şeyi bilmemize gerek yok, kadir kıymet bilelim kâfi… Kendimiz dâhil kimseye asla ederinden fazla kıymet de vermeyelim; ya onu kaybederiz, ya da kendimizi mahvederiz… Selam, sevgi ve saygılarımla.

Kanalımı takip etmeniz dileğiyle… https://bit.ly/muzafferceven

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.