Bu haftaki yazım için başka bir konu üzerinde çalışırken, bir telefon geldi… Ve telefon konuşmasından sonra bu yazı, kendisini kaleme aldırdı.
İstanbul’daki bir akrabamız vefat etmiş… Cenazesi köye getirilecekmiş (Bilecik Kurtköy). Mevlit kandilinin ertesi günü… Köye giderken, rahmetlinin çocukluğunda başından geçmiş, köyde herkesin bildiği ve herkesi ilgilendiren bir olayı konuşuyoruz…
Tek parti diktasının son dönemi… Tek parti zulmüne son vermede dönüm noktası olacak 46 seçimlerine birkaç yıl var… Köye jandarma gelmiş… Devr-i istibdat!.. O zaman jandarma bir, tahsildar iki… Söz konusu oldu mu, titriyor millet! Rahmetli Halim Doğramacı; köydeki tabirle Halim Ağaların Halim, ilkokulu yeni bitirmiş… Koltuğunun altında bir bohça ile yolda gidiyor. Jandarma komutanı; kaçar mı, bohçanın içinde Kur’ân’ı Kerîm olduğunu anlıyor. Büyük bir öfke ile bohçayı alıyor, rahmetlinin başına vuruyor ve bet sesiyle bağırıyor: “Bu örümcekli kitabı hâlâ okuyor musunuz?” Çocuğu tutup jandarmalarına teslim ediyor. Becerikli ve uyanık jandarma, devlet ve devrim düşmanı azılı katili suçüstü yakalamıştır! Bir ülkeyi daha Roma topraklarına katmış muzaffer general, miğferinin kokartını haşmetle ve gururla sallayarak, prangalı esiri muhtarlığa götürüyor. Her ne kadar muhtarlık köye ait olsa da, orası devlet… Şu anda devlet sadece kendisi… Küçücük çocuklara bile Kur’ân öğreterek devlete karşı gelmek neymiş gösterecek. Çocukla yetinmeyecek, babasını ve araştırıp bulacağı ders veren hocayı da karakola götürecek. Karakola götürmenin ne demek olduğunu bilir onlar.
Güç belâ, muhtar ve çevresi, Halim’in küçük bir çocuk değil, ilkokul mezunu olduğuna ikna ederek Halim’i, esaretten kurtarıyor. İhtimal, belli etmese de Kara Vezir, köyde zuhur edecek bir tepkiden korktuğu için, atıfet edasıyla esiri salıveriyor.
Kütahya’da öğretmenlik yaptığım 1970’li yıllarda, askerliğini orada yapacak oğlu ile beraber misafirim olduklarında Halim dayımın kendisinden dinlemiştim, olayı… Allah rahmet eylesin.
Köye vardık… Namazı kılınacak camiye yaklaşıyoruz. İkindiye az kaldı. Camide Kur’ân okunuyor… Mevlâna’nın; su birikintisindeki saman çöpüne konan sinek, kendini bütün denizlerin kaptanı sanır dediği gibi, bir kibrit çakımı güç geçince eline, kendisini bütün zamanların ve mekânların hâkimi zanneden zavallı, şimdi nerede?.. Böylelerini milletin üstüne salan partiden iktidarı alan ve bir daha vermeyen millet, ne kadar haklıymış. Ve o millet ne kadar asilmiş.
Kurultay krizleri ile birbirini yiyen ve can çekiştiren CHP’nin, Dersim olayını konuşturmama gayretini anlıyorum. O zaman, “mesele Dersim’den ibaret değil” demiştim. Her yerde ne ibretli olaylar var milletin hafızasında… Her şey bir bir yazılacak ve söylenecek… Abdurrahim KARAKOÇ’un dediği gibi:
“Bu söz tükenmedi, daha çok şeyler
Yazılacak, yazacağım; hele dur!”