İnsanlığın çocuk sahibi olma sevinciyle ve çocuksuzluk derdiyle çok deneyimi var. Bunlar halk arasında bir şekilde anlatılır, söylenir, dinlenir ve gündelik hayatını yaşayan insanın düşüncesi bu şekilde oluşur. Çoluk çocuk üzerine düşünceler, gelecek tasarımları, konunun kader anlayışı ile bağdaştırılması, duası, zaman zaman sitemi, türküsü bu hayat görüşünün bir parçasıdır. Yüzyıllardan akıp gelen kültür böyle oluşmakta, bizlere aktarılarak korunmaktadır. Zaman zaman kitaplardan bir şeyler okusak da bu yeni bir iştir, daha çok okunan dinlenmiş, ancak son yüzyıllarda okuryazarlığın artmasıyla bilgilenme şeklimiz değişmiştir. Gene de genel anlayışlarda kültürel birikim önemli bir yer almaktadır. Bu kültür örüntüsü içinde din ve o çerçevede oluşan bilgi ahlak anlayışının en önemli öğretisini oluşturmuştur. Çocuklar ve aile üzerine yaşayış ve düşünceler de böyledir, aile düzeni de. Bunlar aslında birbirini varlıklarıyla tamamlayan inanış ve yaşayış alanlarıdır. Demek gerekir ki insanlık inanış ve aile ile vardır ve Yaratanın yüce varlığını herkes yeryüzünde aile hayatı içinde pürtemaşa ederek anlar, öğrenir. Bu temaşa zaman zaman onun yüceliğine âşıktır, zaman zaman ondan bir tür çekinmedir, çoğu zaman da ona mahçup olmamanın heyecanı ve telaşıdır. Gündelik hayattaki görüntüler böyledir.
Herkes bilimle, para ile çok iç içe olmayabilir, hatta pek çok insanın okur-yazarlığı, gündelik ihtiyacının dışında bir isteğini karşılayacak parası bile yoktur. Ama hemen herkes ailenin, çoluk çocuğun, akrabanın, elin günün içindedir. Bu nedenle hayatın temel yanına ilişkin bilgiler zaman zaman efsane ile zaman zaman hikâye ile masal ile kıssa ile verilir. Halk arasında dolaşan peygamberlerin hayat hikâyeleri bu nedenle çok önemlidir. Biz onlar aracılığı ile insanlığın ana sorunlarıyla karşılaşır kendimize çıkış yolları esinleriz. Zaman zaman onlar bir aynadır, biz onların aynasında kendimize bakarız, onların güzelliği de sadece hüsnücemalleri ile değil ahlakları ile karşımıza çıkar. Ele güne çıkmak, toplum hayatına karışmak kolay değil. Parana puluna bakarlar, şekline şemaline bakarlar, neyin var neyin yok onu süzerler. Ama bir de soru vardır ki “Oğuldan kızdan neyin var?” derler. Evet Allah kimseyi kimseye yerindirmesin. Çoluk çocuk meselesi hassastır. Ama bunlardan bir konu var ki bazı insanların kendini mahçup hissetmesine neden olur. Hz İbrahim ve Hz. Zekeriya’nın evlat sahibi olma istekleri ve katlandıkları sıkıntıları, sınavları biliyoruz. Ya Hz. Meryem’in babası ve ailesi, Hz. Muhammed’in vefat eden oğulları...
Genel olarak evlat sahibi olmak yanında kız veya erkek evlat sahibi olmanın da toplumda yarattığı bir itibar ve şöhret vardır. Bazılarına “Kaç çocuğun var?” diye sorulduğunda kız çocuklarını söylemeyip sadece oğlanları saydıkları bilinmektedir. Bunun daha da ilerisi, böyle düşünenlerin okullara kız çocukları değil erkek çocukları yazdırdıklarıdır. Bu ayrım devam edip gider. Ancak Kur’an’da, kızları kendilerinden görmeyenlere bir uyarı olarak birkaç yerde “Erkekler sizin de kızlar Allah’ın mı?” denilmektedir. Bu anlayışın tarihin eski zamanlarına kadar gerilere giden kökenleri vardır. Çünkü toplum hayatı erkek çocuğu olan kadın ve erkeğe daha fazla itibar etmekte, erkek çocuğu olmayanlara, ne yazık ki toplum, göreli bir yoksunluk atfetmektedir. Biraz acıyarak bakmaktadır. Veya karı-koca saadetini bozacak şekilde bu insanların hayatına müdahale edilmekte, erkek yeniden evlendirilmekte ya da evlendirilmek istenmektedir. Bu durum filmlere, romanlara konu olmaktadır. Bunun arkasındaki ayrımcı anlayış ne yazık ki kısa sürede çözülmeyecektir. Ancak günümüz insanının bu konuda kat ettiği bir mesafe var. Hayat şartları artık “hayırlı evlat” kavramının cinsiyete bağlı olmadığını, böyle bir ayrımın gereksiz olduğunu biraz daha iyi anlatmaktadır.
İslam kültür ve uygarlık çerçevesinden baktığımızda, Hz. Muhammed’in hayatı da kız erkek çocuk ayrımı açısından toplumun ibretlik durumunu bize anlatmaktadır. Hz. Muhammed’in kız çocukları hayatta kalmış, ancak Hz. Hatice’den doğan Kâsım ve Abdullah ile Mısırlı Mariye’den doğan İbrahim adlı oğulları erkence vefat etmişlerdir.
İçinde “ebter” sözcüğü geçen “Kevser suresi”, yani halkın bildiği haliyle “İnna a’tayna” ile başlayan sure bu bakımdan önemlidir. İlahiyat bilginleri bu surenin önemine ilişkin tefsir ve hadis eserlerinde ayrıntılı bilgiler vermektedir. Benim vurgum bir vesile ile bu surenin aile ve toplum hayatındaki önemini gündelik hayatımız ve sosyoloji açısından okuyucularımız ile hatırlamak, Kevser suresindeki bu önemli durumu okuyucularımızla dertleşmektir. Çünkü bazı tanıklarımızdan, karşılaştığımız insanlardan sadece kız çocukları oldukları için öyle şeyler duyduk ki onların bu konuda dertli olduğunu bilmekteyiz. Arka arkaya kız doğuran gelinlerin dertleri, “senin mirasa ne ihtiyacın var” diye miras hakkından mahrum edilmek istenen kız çocuğu babalarının durumu ortadadır. Kahvehanelerde, akraba arkadaş toplantılarında, cami avlularında laf çarptırılan insanlar mahcup edilmektedir. Bu hal ile halk arasında görmezlikten gelinmek isteyenlere Hz. Muhammed’in hayatından örnek vermek onun için gerekli. Hz. Muhammed’den yüz çeviren Kureyşliler, onun peygamberliğini de görmezlikten gelerek, onun kökünün kesildiğini, yani Arapça “ebter” olduğunu söylerler. Şöyle demişlerdir. “Kavminden kesildi ve köksüz bir ağaç gibi oldu. Bir süre sonra kuruyarak toprağa karışacak.” Mekke’nin önde gelenlerinden olan As bin Vail Sahem’in de Hz. Muhammed’den söz açıldığında, “Bırakın onu o ebter (kökten kesilmiş) bir insandır. Onun erkek çocuğu yoktur. Öldükten sonra ismini anan bile olmayacaktır” dediğini siyer bilginleri söylemektedir. Aslında bu durum biraz da Hz. Muhammed’in kişiliğine, yaymak istediği inanca karşı çıkan kıskanç Mekkelilerin, Kureyşlilerin tutumudur. Kevser suresini bir daha okursak olup bitenlerin anlamı zihnimizde şekillenecektir.
“Şüphesiz biz sana “Kevser”i verdik. Öyleyse, Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl soyu kesik (ebter) olan sana kin duyandır.” Aslında toplumsal anlamda kendimizi bir şeylerden mahrum hissetmemiz normal bir durumdur ve bu nedenle peygamberlerin yaşadıkları bir tür teselli ve çıkış yoludur. Biz onlarla zamanın ötesinden dertleşiriz. Kendimizi kültürel olarak, bireysel olarak çaresiz, kimsesiz hissettiğimiz anlarda onların durumları göz önüne gelir. Bizlerin zihninde onları peygamber yapan özelliklerin önemli bir kısmının da “sabır” ve “af” olduğu şekillenmeye, anlam kazanmaya başlar.
Surenin akışından ve adını veren “Kevser” sözcüğünden öyle anlaşılıyor ki kendilerini herhangi bir şekilde üstün görerek başkalarını beğenmeyenlerin tutumlarına karşı inanç ve güven içinde olanların bir ödülü vardır. Bu ödül aslında cennet kavramı ile birlikte andığımız “Kevser” kavramıdır ve öte dünyaya aittir. Su, ırmak, içilecek kutsal içecek olarak zihnimizde edebiyatımızda yer etmiştir. Kısaca bir ödüldür. Acaba insanın sadece kendi ailesi için, varlığı için gösterdiği sabır ve gayret, af yeteneği bu dünyada da bize Kevser tadında bir saadetin olanağını çağrıştırır mı? Eğer saadet denilen kavramın tadını bu dünyada evlatlarımızın cinsiyetine, bize kin duyanların hasedine bakmadan yakalayabilirsek hayatın tadı billur durulukta ve cevherler üzerinden akıp gelen suyun tadına benzemez mi?
Yeter ki kendilerine verilen nicelikleri bir başkasını yermek için övünç kaynağı görenlerin havasıyla kendimizi küçük görmeyelim. Çocukların iyi insan olarak varlıklarının ödülünü önceden hissedelim ve bunun için irade kullanan, inayet sahibi insanlar olalım. Bugün artık biliniyor ki Hz. Muhammed’in kızı soyundan gelen ehlibeytin dünyadaki varlığı kadar o dönemin erkek çocuk sahibi olanların ismi duyulmuyor.
Bunu demekle kastedilen, erkek çocuk sahibi insanların “kızı olmak oğlu olmaktan daha iyidir” diye düşünmeleri değildir. Çünkü Hz. İbrahim kendisi erkek çocukları yoluyla peygamberlik üzerinde olmuştur. Evladın iyiliği kötülüğü onun kız veya erkek oluşuyla ilgili değildir. Bir kimsenin kızı var diye onu beğenmezlik edip ona karşı aşağılayıcı tavır içinde olmamaktır.
Evlatlarımızla mutluluk içinde yaşamayı dilerken, çocuğu olmayanlara, sadece kız çocuğu olan ailelere bir üstünlük taslamayan olgunluğu dileyelim. Hz. İbrahim’in ve Hz. Zekeriya’nın dualarının bir anlamı olmalı.
Kutsal metinlerin bilgeliğinde, iyilikle.