Bu yazımızda, geçen hafta bir kısmını sunduğumuz, Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın kurban kesme yükümlülüğü ile ilgili görüşünün kalan kısmını sunacağız:
Zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi malî yönü bulunan görevlerle yükümlülük, dinimizde belli bir asgari zenginlik ölçüsüne ulaşmış olmaya bağlanmıştır. Dinen asgari zenginlik ölçüsü olarak belirlenen bu miktara nisâb denir. Bu üç malî mükellefiyet için aranan asgari zenginlik ölçüsü kural olarak aynıdır. Fakat, zekât verme yükümlülüğünün mükellefe fiilen yönelmesi için, diğer ikisinden farklı olarak, öngörülen bu nisâbın üzerinden tam bir yılın geçmiş olması şart görülmüştür. Bu şart bir bakıma, ulaşılmış olan bu asgari zenginlik seviyesinin ne kadar süreceği belli olmayan bir ihtiyaçsızlık (istiğnâ) hali mi, yoksa oturmuş istikrar bulmuş bir zenginlik (gınâ) hali mi olduğunun test edilmesi amacına yöneliktir. Fıtır sadakasının ramazan orucuyla irtibatlandırılarak ramazan bayramına getirilmesi, kurban kesmenin ise adını bu işten alan öteki dinî bayramla birleşmesi tesadüfî olmayıp bu günlerin yeme, içme ve eğlenme günleri oluşuyla ilgilidir. Böyle bayram günlerinde herkes yiyip içerken fakirlerin mahzun kalmamasını sağlamak Müslümanlık gereği olmak bir yana, toplumsal bütünleşme ve kaynaşmayı sağlamanın da hem etkili bir yolu hem de gereğidir. Böylesi bir günde harcama yapmak için oturmuş zenginlik (nisâb-ı gınâ) aranmamış, o an için var olan ihtiyaçsızlık durumu (nisâb-ı istiğnâ) yeterli görülmüştür. Böyle kimse kurban kesmekle, fitre vermekle mükellef olup zekât ve fitre de alamaz. Kişinin bu tür zenginliğinde kurban bayramı süresindeki durumu ölçü alınır. Böyle bir malî imkâna sahip her müslümanın, akıllı ve bâliğ (ergen) olması kaydıyla kurban kesmesi gerekir. Bu durumdaki kadın ve yetişkin çocuklar bizzat mükellef olmakla birlikte kocası veya babası bunlar adına –hibe yoluyla– kurban keserse o da yeterli olur. Klasik fıkıh kitaplarında kurban mükellefiyeti için sayılan “hür olma” şartı, o dönemde sosyal bir vâkıa olarak mevcut bulunan kölelerin mülkiyet sahibi olamayışından kaynaklanır. Diğer mezhepler kurban kesmeyi sünnet saydıklarından, kurban mükellefiyeti için ayrıca bir zenginlik ölçüsü tesbit etmemişlerdir.
Uygun olan, kurban alma imkânı bulunmayan kimselerin, kurban kesmek için kendini zorlamamasıdır. Hatta bazı Hanefî fakihlerine göre, böyle kimselerin kendilerine vâcip olmayan ibadeti vâcip hale getirmesi, böylece kesilen kurbanın adak kurbanı hükmünü alması bile ihtimal dâhilindedir. Fakir kimsenin aldığı kurbanlık hayvanın kaybolması ve ikinci bir kurbanlık alması, bu arada birincinin de bulunması halinde iki hayvanı da kesmesi gerektiği hükmü bu ihtimale dayanır. Ancak bu hüküm hakiki mânasından ziyade maddî imkânı olmadığı halde sosyal baskı sebebiyle veya ibadetin ecrini kaçırmama gayesiyle kendini kurban kesmeye zorlayan kimseleri uyarı, böyle bir mükellefiyetin bulunmadığına vurgu ve bunu örneklendirme şeklinde anlaşılmalıdır. Zaten Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan ağırlıklı görüş, fakir kimsenin kestiği kurbanın, özel olarak onu adamadığı sürece, adak kurbanı hükmünü almayacağı, zengin kimsenin kestiği kurbanla aynı hükme tâbi olduğu, hatta kurbanın etini dağıtma mükellefiyetinin en aza indiği yönündedir.
Konu ile ilgili olarak Başkanlığımız’ın görüşü geçen hafta ve yukarıda arz ettiğimiz şekildedir.
Üzerimize bir vecibe olan kurban ibadeti, zekât ve fıtır sadakası ile birlikte düşündüğümüzde, sahibi olduğumuz mali imkânları, başka bir açıdan muhtaçlarla paylaşma tarzıdır. Diğer taraftan, bayramda kurban sevincini tadamayanların sevinmesini sağlamak yoludur.
Yukarıda da konu edildiği gibi günümüzde bayram tatilleri, gezi ve seyehat maksatlı olarak değerlendirilmektedir. Bundan dolayı çoğu vatandaşlarımız, kurban kesme fırsatı yada zaman ve mekan bakımından imkanı bulmakta zorlanabilmektedir. Başka bir yönüyle düşünecek olursak, bir evde birkaç kurban kesilmesi vücûbu bulunmakta, ev nüfusuna bu kurbanların etleri, ihtiyaç ve değerlendirme bakımından fazla gelmektedir. Bu durumda hem kurban yükümlülüğünü yerine getirmek hem de bir müslüman olarak kurbanın özünde bulunan yoksullarla paylaşma işini yerini getirme bakımından vekâlet yoluyla kestirilmesi uygundur.
Bu noktada her zaman ve zeminde dile getirdiğimiz gibi ülkemizde onlarca yıldır, Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliğinde vekâlet yoluyla kurban kesmekte olan Diyanet İşleri Başkanlığımız vatandaşlarımızın büyük bir güvenini kazanmıştır. Bozüyük İlçe Müftülüğü olarak, vekâlet yoluyla kurban kestirmek isteyen vatandaşlarımız için Bozüyük İlçemiz Kasımpaşa Camii önünde çadır kurarak makbuz karşılığı görevlilerimiz marifetiyle vekâletlerini kabul ediyoruz. Ayrıca Müftülüğümüze bizzat müracaat ederek de vekâlet verebilirler. Diğer taraftan, bankalar aracılığıyla da Diyanet İşleri Başkanlığı adına vekâlet verebilirler. Müracaatlarında Diyanet İşleri Başkanlığına vekâlet yoluyla kurban vermek istediklerini beyan etmeleri yeterli olacaktır.
Allah’ım kurban ibadetimizi ve bütün ibadetlerimizi kabul eylesin.