“Görülen bütün farklı durumlar, rengin, renksizlik âlemine galebesidir. Aslında, bütün renkler iğretidir, sadece Allah rengi ebedidir. Ne tarafta bulunursa bulunsun, tek bir mihraba dönülür. Yemek çeşitli ve sayısızdır; fakat yemek olmak bakımından tekdir, doydun mu diğerlerini istemezsin ama açsan, bir yemeği yüz bin yemek görürsün
Dünya, ancak içinde manevi zevkten uzak, türlü hırslarla yaşandığı müddetçe kınanmalı. Yoksa mutlak varlığın zuhuru görülünce, dünya, güzelim dünyadır. İnsana bu güzel dünya nefis yüzünden dar gelmekte ve bu yüzden de insan savaşlara düşmektedir. İnsanın devamlı olarak manevi mücadele mücâhadede bulunması lazımdır. Her şeyden önce de insan, kendisini ıslah etmelidir. Başkasında gördüğümüz suçla bizimki arasında hiçbir fark yoktur. Dünya ile bütün bağları çözmek, altın ve gümüş esaretinden kurtulmak gerek. Ancak din yolunda kazanılan mal müstesna. İşte bu malın Hz. Peygamber dilindeki vasfı: “Bu, ne güzel mal” dır. İnsanın içinde yoksulluk havası oldukça, ağzı kapalı ve fakat içinde hava bulunan testinin uçsuz bucaksız denizlerde yüzüşü gibi, dünya denizine batmaz. Böyle bir kimse nazarında dünya malı hiçtir. Hırslardan tek kurtuluş ilahi aşka düşmekle olur. Akıllılardan insan gücenmemeli. Zira dostlukları zeval bulmaz. Ne kimseye fenalık yap, ne de kuyu kaz. Çünkü her ikisine de kendin düşersin. Bu aktarlar pazarında başıboş her tarafa gidip gelme. Öyle bir kimsenin dükkânında otur ki onun dükkânında şeker bulunsun. Vallahi her kim fazla içerse daha fazla ağlar, daha fazla pişman olur. Eğer şarapta bir tat, lezzet ve menfaat olsaydı evvela Peygamber içer, başkalarını da içmeğe teşvik ederdi. Gönlün uykuda olması ölümdür. Balık olduğunu iddia eden binlerce yılan vardır ki, şekilleri hakikaten balık, fakat içerileri yılandır. İnsan dört mahlûkun huyunu üzerinden atmadıkça kâmil insan olamaz. Onlar da: Tavus kuşu gibi azametli olmamak. Horoz gibi şehvete düşkün olmamak. Karga gibi hain olmamak. Ördek gibi haris olmamak...”
Mevlana’nın deniz derya menkıbelerinden susuzluğumuza şebnem, hayatımıza merhem olacak birkaç damla sunmak icap ederse;
Bir gün Mevlana bir mahalden geçiyordu. Çocuklar gelip ellerini öpüp hürmeten eğildiler. O dahi karşılık olarak onlara eğildi. Onlardan küçük bir çocuk oyunla meşguldü. Hüdavendigar! Biraz dur. Ben de gelip el öpeyim, dedi. Mevlana, çocuk oyununu bitirip, gelip elini öpmekle müşerref oluncaya kadar sabredip beklediler.
Mevlana ekseriya Hüsamettin Çelebi’nin evine giderdi. Bir kış gecesi yine Çelebinin evine gitti. Kapı kapalı, içerdekilerin hepsi uyumuş ve çok da kar yağıyor. Mevlana dönmedi, dostlara zahmet olmasın diye kapıyı da çalmadı. Sabaha kadar ayak üzerine durdular. Gündüz oldu. Kapıcı kapıyı açıp, Mevlana’nın kapının önünde durduğunu ve başına kar yağdığını görerek içeriye koşup Çelebiye haber verdi. Çelebi, yanına telaşla gelip özür diledi. Mevlana ve oradakilerin alnından öptü.
Papazlar bir gün Mevlanaya: Musanın asasının “ejderha olup yılanları yemesi nasıl olur? diye sordular. Cevap verdi: “Bir sarayın büyük salonuna gecenin karanlığında bir mum ışığı ile girsen, bütün karanlığı mum, ışığı ile yediği için aydınlık olur. Mum ise yine öyle mütevazı ufacık durur.”
Mevlana’nın cenazesine Rum ve Ermeni papazlarından iştirak edenlere bazı münasebetsizler: “Hırıstiyan, Müslüman cenazesine gelmez, niye geliyorsunuz?” dediler. Onlar da: “Biz Peygamberimizi bu zattan öğrendik” cevabını verdiler.
İki kardeş kavga eder. Hiç kimse onların arasını bulamaz. Nihayet bunu Mevlana duyarak onlara der ki: “Allah insanları iki çeşit yaratmıştır. Birisi toprak gibi ağırdır. Hareketi mümkün değildir. Diğeri su gibi hafiftir. Daima bir meyilden aşağı akar, toprağa karışır. Orası bir gül bahçesi haline girer. Gül fidanları, meyveli ağaçlar ve çiçekler hasıl olur. Amma su toprağa akmazsa bunlar olmaz. Şimdi kardeşin toprak gibi yaptı. Yerinden kımıldamadı ve barışmağa razı olmadı. Sen su yerinde ol! Onun önüne ak. Sulh ile tevazu göster. En büyük ecri sen kazanır ve bahtiyar olursun.”
“Her gün bir yere konup göçmek, akarsu gibi bulunmamak, donmaktan kurtulmak ne hoş. Dün de geçti, düne ait söz de dün gibi gelip geçti. Bu gün yeni bir söz söylemek lazımdır. Dostun dost ile aralarında biraz huzursuzluk mazur görülebilir. Lakin kin beslemeleri ve kibirli olmaları ayıp ve günahtır. Bunun azabı vardır çekilir. Aralarındaki geçimsizliği kaldırmak gerekir.”