MEVLİD-İ NEBÎ VE PEYGAMBERİMİZ

AİLE KÖŞESİ

Ümmü Ma"bed, Sevgili Peygamberimizi (sav) şöyle anlattı: “O, tertemiz görünümlü ve latîf birisiydi; yüzü aydınlıktı. Vücut yapısı güzeldi. Güleryüzlüydü. Ne şişman ne de zayıftı. Çok uzun boylu ve siyah tenli değildi. Beyaz tenliydi. Güzel ve ahenkli bir görünüme sahipti.

Ağırbaşlıydı. Gözlerinin siyahı ve beyazı belirgindi. Kirpikleri uzundu.” Tok sesliydi. Kaşları ince ve uzundu, bitişikti. Saçları simsiyahtı. Uzun boyunluydu. Gür sakallıydı. Sustuğunda vakur duruyordu. Konuştuğunda ise doğruluyordu (böylece bir asalet ortaya çıkıyordu). Tane tane konuşurdu. Konuşması o kadar tatlıydı ki kelimeler ağzından inciler gibi dökülüyordu. Konuşması net ve açıktı, ne uzatır ne de kısa keserdi. Uzaktan bakıldığında da insanların en güzeli ve en sevimlisiydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünümü vardı. Orta boyluydu; göze batacak ve rahatsız edecek kadar uzun ve kısa değildi. Öyle ki iki dalın arasındaki bir dal gibiydi. Orada bulunan üç kişi arasında en aydın yüzlü ve kadri en yüksek olanıydı. Etrafında pervane gibi dönen dostları vardı. O bir şey dediğinde kendisini dinliyorlar, bir şey emrettiğinde derhâl yerine getiriyorlardı. (Belli ki) İnsanların etrafını kuşattığı ve hizmet ettikleri biriydi. Onun yaptıkları da söyledikleri de boş ve anlamsız değildi.(Ebû Bekir eş-Şeybânî, el-Âhâd ve’l-mesânî, V, 631)

Hiç şüphesiz Sevgili Peygamberimizi (sav) en iyi vasfedenlerden biri Hind b. Ebû Hâle"dir. Hind, Hz. Hatice"nin, eski eşi Ebû Hâle Mâlik b. Zürâre"den olma oğludur.(Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-sahâbe, V, 2751.) Abdullah b. Abbâs bir gün kendisine, “Resûlullah"ı bize tasvir et, zira muhtemelen aramızda onu en iyi bilen sensin.” deyince Hind, “Anam babam ona feda olsun!” dedikten sonra şöyle devam eder:

“Resûlullah (sav), genelde sessizdi; daima düşünceli ve hüzünlüydü. Az ve öz konuşurdu. Uzatmazdı, kısa da kesmezdi. Konuştuklarını (gerektiğinde) tekrarlardı. Öğüt verdiğinde ciddi dururdu, kederlenirdi. Kendisine karşı çıkıldığında yüz çevirir giderdi, ashâbıyla konuşarak rahatlardı. Nimet az bile olsa olsa ona saygı gösterirdi. Hiçbir yiyeceği kötümsemezdi. Tebessüm ederek güler ve güldüğünde (bembeyaz dişleri) dolu tanesi gibi (gözükürdü).”(Ebû Bekir eş-Şeybânî, el-Âhâd ve’l-mesânî, II, 418.)

Abdullah b. Abbâs"ın yanı sıra Hz. Hatice"nin oğlu Hind"den Hz. Peygamber"i tasvir etmesini isteyen bir başka sahâbî de Hz. Hasan"dır. O, Allah Resûlü"nü en iyi bir biçimde tasvir eden şahıs (vassâf) olarak nitelenen dayısı Hind"den Hz. Peygamber"in (sav) hilkatini, şekil ve şemâilini (hilyesini) tasvir etmesini istediğinde şu cevabı almıştır:

“Resûlullah (sav) bakışlarıyla, dolgun yüzüyle heybetli bir görünüme sahipti. Yüzü dolunay gibi parıldıyordu... Saçı çözüldüğünde onu ayırır (yanlara salar)dı. Saçları çözülmediğinde kulak memelerini geçmezdi... Alnı genişti. Kaşları hilâl gibiydi, gür ve birbirine yakındı; iki kaşının arasında bir damar vardı ki öfkeli hâllerinde kabarır, normal zamanlarında ise gözükmezdi. Burnu kemerli ve inceydi....Sakalı sık ve gür; yanakları ise düz idi. Ağzı geniş, ön dişlerinin arası seyrekti... Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumluydu. Sıkı etliydi. Karnı ile göğsü aynı hizada idi... Avuçları ve ayakları irice ve kısaydı. Ayaklarının üstü öyle pürüzsüzdü ki üzerine su dökülse akar giderdi... Yürürken, sağlam adımlarla hafif önüne eğilerek yürürdü. Adımlarını uzun ve seri atardı. Sükûnet ve vakar üzere yürürdü... Bir tarafa dönüp baktığında, bütün vücudu ile birlikte dönerdi. Bakışlarını kısa tutardı. Yere bakışı, göğe bakışından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakardı. Ashâbı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendisi arkadan yürürdü. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selâm verirdi.”(Tirmizî, Şemâil, 11.)

Hz. Hasan dayısı Hind"den bu kez Resûlullah"ın konuşma tarzı hakkında bildiklerini anlatmasını istedi. Hind, İbn Abbâs"a söylediklerinin benzerlerini ona da söyledi. Resûlullah"ın konuşma tarzına ilişkin dayısından detaylı mâlûmatlar edinen Hz. Hasan öğrendiklerini kardeşi Hz. Hüseyin"le de paylaşmak istedi. Ancak kardeşinin, bu mâlûmatlara kendisinden önce muttali olduğunu görünce, ona başka neler bildiğini sordu. Hz. Hüseyin de, Resûlullah"ın, evin içindeki ve dışındaki durumu ve ashâbıyla münasebetleri hakkında babası Hz. Ali vasıtasıyla öğrendiği şu bilgileri aktardı:

“Resûlullah (sav) evine geldiğinde, evde geçireceği zamanı üçe böler; bir kısmını ibadete, bir kısmını ailesine, bir kısmını da kendisine ayırırdı. Kendisine tahsis ettiği zamanı ise yine ikiye ayırarak; bir bölümünde dinlenir, geri kalanında da misafir kabul ederdi. O, bunu, huzuruna kabul ettiği seçkinler (havas) vasıtasıyla yapardı ki bunlar, öğrendiklerini, dışarı çıkınca avama aktarırlardı. Resûlullah Efendimiz, ümmetinden hiçbir şeyi saklamazdı. İzne tâbi misafir kabul ettiğinde, fazilet ve takva ehli olan ziyaretçilerine öncelik tanımak âdetiydi. Ziyaretçilere ayırdığı zaman, onların soy-sop durumlarına göre değil dindeki üstünlüklerine göre olurdu. Evine gelenlerin çeşitli ihtiyaçları olurdu. Kendisine doğrudan veya bir aracı ile iletilen sorulara, muhatapların ve ümmetin maslahatına uygun bir şekilde cevaplar verir ve arkasından şöyle uyarırdı: Burada görüp duyduklarınızı burada bulunmayanlara iletin. İhtiyaçlarını bana ulaştırma imkânı olmayan kimselerin isteklerini de bana ulaştırın. Kim ki ihtiyacını ulaştırma gücü olmayanların isteklerini bir yetkiliye ulaştırırsa Allah, onun, kıyamet gününde (sıratı) sağlam adımlarla geçmesini sağlar.” Hz. Peygamber"in huzurunda kesinlikle bunlar dışında bir şey konuşulmaz; başkasının da bunun hâricinde bir şey konuşmasına müsaade edilmezdi. Huzuruna gelenler; ilim ve hikmete susamış olarak girerler, kanmış ve doymuş olarak ayrılırlar ve hayra yol gösterici olarak çıkarlardı.”

Resûlullah (sav) gereksiz konuşmazdı. Çevresiyle hep ülfet eder, onları ürkütücü bir davranışı olmazdı. Her topluluğun seçkinine (kerîm) özel ilgi gösterir ve onları başkan tayin ederdi. İnsanları sakındırır; onların üstüne titrer, hiçbirinden güler yüz ve tatlı dilini esirgemezdi. Ashâbını, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi. Karşılaştığı insanlara, “Ne var, ne yok?” diye çevrede olup bitenleri sorardı. Güzel olan her şeyi beğendiğini ifade eder ve ona destek verir; kötü olan şeye de tepkisini gösterir ve onu çürütücü bir tavır takınırdı. Bütün işleri uyumlu idi; tutarsız hiçbir davranışı yoktu. Resûlullah"ın kalkması da oturması da zikir üzere idi. Toplantı hâlinde bulunan bir topluluğun yanına geldiğinde başköşeye geçmez, meclisteki boş kalan en son yere oturuverirdi; çevresinin de böyle yapmasını isterdi. Birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine göre her birinin hâl ve hatırlarını sorarak onlara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki birlikte oturduğu kimselerin hepsi de Resûlullah (sav) katında en değerli insanın kendisi olduğunu düşünürdü.. Onun cömertliği, tatlı dilliliği ve güzel ahlâkı insanlar arasında öylesine yayılmıştı ki âdeta halkın babası gibi olmuştu. Onun nezdinde bütün insanlar da, hiçbirisi arasında hak ayrımı yapılmayan aynı seviyedeki evlâtlar gibiydi. Onun toplantıları, hep ilim, hayâ, emanet ve sabır gibi ahlâkî değerlerin öğretildiği yerlerdi. Onun huzurunda sesler yükseltilmez, hiç kimsenin mahremiyeti konuşulmaz, orada vuku bulan kusur ve hatalar dışarı sızdırılmazdı. Onun meclisinde herkes eşit vaziyette idi. Bir kimse ancak takva ile bir başkasından üstün olabilirdi. Herkes tevazu üzere idi. Orada, yaşça büyük olanlara saygı gösterirler, küçüklere de merhamet ederlerdi. Toplantıdaki ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle garip olanlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi.(Tirmizî, Şemâil, 97)

Hz. Ali, oğlu Hüseyin"in Resûlullah"ın dost ve arkadaşlarıyla olan münasebetlerini sorduğunda ise ona şunları anlattı: “Allah Resûlü (sav), her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve nazikti. Asla kötü huylu, katı kalpli, bağırıp çağıran, çirkin sözlü, kusur bulucu ve cimri değildi. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir; kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onların isteklerini tamamen boşa çıkarmazdı. Üç şeyden titizlikle uzak dururdu: “Ağız kavgası, boşboğazlık ve mâlâyânî.” Şu üç husustan da titizlikle sakınırdı; hiç kimseyi kötülemez, kınamaz ve hiç kimsenin ayıbı ile gizli taraflarını öğrenmeye çalışmazdı. Sadece yararlı olacağını düşündüğü konularda konuşurdu. O konuşurken, meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kendisine kulak kesilirlerdi. Susunca da konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı. Ashâb, onun (sav) huzurunda konuşurlarken birbirleriyle asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Resûlullah"ın huzurunda konuşurken, o sözünü bitirinceye kadar, hepsi de can kulağı ile konuşanı dinlerdi. Allah Resûlü"nün katında, onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü. Ashâbın güldüklerine kendisi de güler, onların taaccüp ettikleri şeylere kendisi de hayretlerini ifade ederdi. Huzuruna gelen yabancıların kaba saba konuşmaları ile yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederdi. Hatta ashâbı o tür kimseleri yanından çekip uzaklaştırmak isteseler dahi (buna izin vermez yine sabrederdi). Hz. Peygamber (sav) şöyle derdi: Bir ihtiyacının giderilmesini isteyen biriyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz.” O (sav), ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder ve haddi aşmadığı müddetçe hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurunda haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman, ya konuşanı susturmak ya da o meclisten kalkıp gitmek suretiyle ona engel olurdu.”(Tirmizî, Şemâil, 160.)

Hz. Peygamber"in sîması, beden yapısı, beşerî özellikleri hakkında hadis ve siyer kaynaklarında çok geniş bir mâlûmat yer almaktadır. “Sıfâtü"n-Nebî”, “Sıfâtü Resûlillâh”, “Menâkıb” “Fedâil” gibi başlıklar altında yer almakla birlikte, “Şeml” kelimesinin çoğulu olan ve “tabiat, huy, mîzaç ve karakter” anlamlarına da gelen “Şemâil”, Hz. Peygamber"in beşerî yönünü, yaşama tarzını ve şahsî hayatını anlatan bir kavram olarak yaygınlık kazanmıştır. Hz. Peygamber"in beşerî ve fizikî özellikleri İslâm kaynaklarında “Şemâil”in yanı sıra “Hilye” başlığı altında da zikredilmiştir. Hilye, “süs ve zînet” anlamlarının yanı sıra “hilkat, sıfat ve suret, bir zâtı fizikî yönleriyle nitelemek” anlamlarına da gelir. Bilhassa Hz. Peygamber"in fizikî özellikleri, bunları anlatan edebî eserler ve aynı konuda hüsn-i hatla yazılmış levhalar için kullanılan “hilye” kelimesi, Osmanlı"da Resûlullah"ın vasıflarını, bu vasıflardan bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır.

Hz. Peygamber"in resmini çizmek İslâm toplumlarında hiçbir zaman tasvip edilmemiştir. Bunun yerine hadis ve siyer kaynaklarındaki Resûlullah"ı tavsif ve tasvir eden rivayet metinlerinden hareketle Kâinatın Efendisi"ni tanımak ve tanıtmak cihetine gidilmiştir. Yukarıdaki detaylı anlatımlar dışında hadis kaynaklarımızda başta Enes b. Mâlik olmak üzere Hz. Ali, Ebû Hüreyre ve Berâ b. Âzib gibi sahâbîler vasıtasıyla nakledilen Resûlullah"ın bedenî vasıfları ve kişiliğine ilişkin bilgiler mevcuttur.

Konuşması;

O, sözlerin en latîfini, en veciz ve en anlaşılır biçimde söylerdi. Anlatırken dinleyenler rahat kavrasın diye tane tane konuşurdu.(Tirmizî, Menâkıb, 9)

Sözlerinin anlamı geniş; yapmacıklıktan uzak ve zorlamadan berî idi.

O, ağzını doldura doldura konuşmayı kınar, avurtlarını şişire şişire laf edenlerden uzak durur. Uzun konuşulması gereken yerde uzun; kısa olması gereken yerde ise kısa konuşur. Bilinmeyen ve yadırganan ifadelerden kaçınır; heyecanlandırıp galeyana getiren üslûptan özenle sakınır. Hikmetle konuşmuş; ilâhî lütufla korunmuş, desteklenmiş, anlaşılması kolay sözler sarf etmiştir. Onun sözlerine Allah sevgi lütfetmiş; kabulle kuşatmış; hem kolay anlaşılır kılmış hem de tatlılık ve heybet bahşetmiştir. Tekrarlamaya gerek olmadığı gibi dinleyenlerin tekrarını istemesine de hacet yoktur. Ne bir sözcük eksiktir ne de onu dillendiren bir ayak sürçmüştür. Ne tekide ihtiyacı vardır ve ne de ona karşı durmak olanaklıdır.

Hiçbir söz ustası onu mahcup edememiştir.

O, son derece kısa cümleciklerle uzun ifadeler irad etmiş; muhaliferini ancak onların tanıyıp itiraf edeceği bir üslûpla alt etmiş, sadece doğruyu delil getirmiş ve yalnızca hakikati dillendirerek üstünlük aramıştır. Hileden medet ummamış; kandırmaya yeltenmemiş; kaş göz oyununa asla meyletmemiştir.

Konuşurken ne ağır kalmış ne de acele etmiştir; ne uzatmış ne de kısa kesmiştir. İnsanlık onun sözlerinden/konuşmasından daha yararlı, daha düzgün, daha tertipli, daha akıcı, daha heyecanlandırıcı, daha tesirli, daha selis, daha anlaşılır ve daha açık söz/konuşma duymamıştır.(Câhız, el-Beyân ve’t-tebyin, s. 221.)

Gülüşü;

Ağız dolusu/kahkahayla güldüğü asla görülmemiştir.

Abdullah b. Hâris, “Resûlullah"ın (sav) gülüşü sadece tebessüm şeklindeydi.” demiştir.(Tirmizî, Menâkıb, 10)

Sadaka olarak nitelendirdiği tebessüm yüzünden hiç eksik olmamıştır. Nitekim Cerîr b. Abdullah, “Müslüman olduğum andan itibaren, Allah Resûlü (sav), evine girmeme her zaman izin vermiş ve beni nerede görse gülümsemiştir.” demiştir.(Buhârî, Cihâd, 162)

Yürüyüşü;

Hızlı yürürdü; öyle ki arkasından gelenler ona yetişmekte zorlanırdı. Yürüyüşü, çarşıda işi olan bir insanınki gibiydi; tembelce değildi. Yürürken arkasına bakmazdı. Âdeta yokuş aşağı iniyormuş gibi adımlarını sertçe kaldırırdı. (Kibirli bir eda ile) sağına soluna meylederek değil bir yokuştan iner gibi, hafifçe önüne eğilerek yürürdü.

Yemesi içmesi;

Yemek yerken bir yere yaslanmazdı, (hiç kalkmayacakmış gibi) iyice yerleşmezdi. O (sav) şöyle derdi: Ben, sıradan bir kulun yediği gibi yer, sıradan bir kulun oturduğu gibi otururum...” (Abdürrezzâk, Musannef, X, 415.) Zemzem suyunu ayakta içerdi. Normal suyu hem ayakta hem de oturarak içtiği görülmüştür. Su içerken üç kez nefes alır ve şöyle derdi: Bu hem hazmı kolaylaştırır hem de susuzluğu çabuk keser.” (Müslim, Eşribe, 123)

Ahlâkı;

Resûlullah (sav) ahlâkı en güzel insandı. Hanımlara karşı son derece kibar ve nazik, aile fertlerine karşı çok şefkatliydi; oğlu İbrâhim Medine"nin yaylasında bir süt anneye verilmişti. Resûlullah (sav) de zaman zaman o eve giderdi. Ev tüterdi, İbrâhim"in süt babası demirci idi. Allah Resûlü oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.

Çocuklarını öpüp okşamayanların kalplerinden rahmet duygusunun sökülüp atıldığını söyler; insanlara merhamet etmeyene Allah"ın merhamet etmeyeceğini hatırlatırdı.

Kaba ve kötü sözlü değildi. Allah yolunda cihad hâriç ne bir hizmetçiye ne bir kadına ne de herhangi birisine vurmuştur. Kolay olanı seçer, günahtan alabildiğine uzak durur, kendisi için asla intikam almazdı.

İnsanların en güzeli, en cömerdi ve en yüreklisiydi.

Kendisinden yapılan hiçbir talebe “hayır” demezdi.

Kavmini, baskın yemek üzere olan bir orduya karşı uyaran bir kişi misali, apaçık bir uyarıcıydı.

Pervane böceklerini ateşten korumaya çalışan adam misali insanlığı dehşetli günün tehlikelerinden korumaya adanan bir uyarıcı gibi nübüvvet binasının ikmal taşı misali, bereket veren yağmur misali insanlara faydalı idi.

Kaynak: hadislerle İslam diyanet işleri Başkanlığı yayınları hazırlayan: Ümmühan bayrakçı bilecik Müftülüğü il vaizi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.