’’MEYDAN OKUMAYIN!’’

ALİ ERDAL

Hz. Ali (ra), “Kimseye meydan okumayın; ama size meydan okuyan olursa, karşısına çıkın!” buyuruyor. Meydan, candan aziz bir dava uğruna ve o davanın zafere ulaşması için okunabilir ancak. Nefsini yüceltmek için, birilerinin gözün girmek için, menfaat için ve ne cesur desinler diye değil!.. Meydan okuyan, haysiyetini, şerefini, canını ortaya koymuştur... Meydan okunan da aynı tehlikeleri göze almak mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu sebeple nasıl olsa karşıma çıkamaz diye blöf yapmaya gelmez… Meydan okuma, aziz bir dava uğruna değilse, karşınıza çıkılsa da çıkılmasa da, size de zarar gelir; onun için “meydan okumayın”. Kendinize de karşınızdakine de merhamet edin.

Hz. Ali'den; millet önüne geçenlere ve geçmek isteyenlere, mücadele usulünde, başkasından alınamayacak bir taktik ve strateji dersi… Buna en fazla değer vermesi gereken siyasetçimiz kimdir sizce? En fazla değer veren değil, en fazla değer vermesi gereken... Diğerlerinden ziyade riayeti gereken?.. O'nun emrini yerine getirmek memuriyeti daha çok hangisine düşer?

Kanaatimce bu nasihate birinci derecede kulak vermesi gereken Kılıçdaroğlu'dur. Ama şu propaganda dönenimde bir bakıyoruz, meydan okuyan o... Sanki bu nasihatin tam tersini yapmak mecburiyetinde, tam tersini yapmakla mükellef… Böyle yapmakla, bilek güreşinde kazanmayı, memleket meselelerinde değerli fikirlere sahip olmaktan üstün gördüğü “imajı” veriyor, farkında değil. Erdoğan'a, “Çık karşıma!” diyor. “Birlikte bir televizyon programına çıkalım… Senin istediğin televizyonda, senin istediğin kişinin idaresinde bir programda tartışalım… Sen sor, ben cevap vereyim; ben sorayım sen cevap ver!”

Böyle bir şey beklenmediği ve tahmin edilmediği için önce bu, biraz sertçe yapılmış sıradan bir teklif gibi değerlendirildi. Fakat meydan okuma, her mitingde tekrarlanınca gerilim arttı. Seçtiği kelimeleriyle, ses tonu, vurgu ve tavırlarıyla gerilimi arttırdı ve her konuşmasının vazgeçilmez bir gösterisi oldu meydan okuma... Her gittiği yerde halka, daha iddialı olarak soruyor: “Ey filân yerliler söyleyin, Recep Bey çıkabilir mi benim karşımaaa?” Başparmakları karıncalanan kalabalıklardan “Çıkamaaaz!” cevabını alınca daha da coşuyor ve niçin karşısına çıkamayacağını açıklıyor: “Çıkamaz; çünkü karşıma çıkması için üç şart lâzım… Birincisi, geçmişi temiz olacak, ikincisi kul hakkı yememiş olacak… Üçüncüsü mangal gibi yürek olacak?..” Her konuşmasında bir defa ile yetinmiyor ve her yöne dönüp soruyor: “Çıkabilir mi karşımaaa?”… Üstelik kendisinin tek başına çıkacağını, onun tek başına çıkamayacağını anladığını üzerine basa basa söylüyor ve “İstediklerini de yardıma çağırabilir. İsterse bütün bakanlarını toplasın gelsin!” diyor. Artık buna kof bir böbürlenme mi dersiniz, kapasitesinin yüksekliğine mi verirsiniz, takdir sizin.

Kılıçlar çekildi bir kere ve düello başladı. Sanki iktidar; rakibini düşkün, eksik, yetersiz gösterebilene verilecek bir ödül… Meydan okurken yaptığı “geçmişin kirli, kul hakkı yiyorsun, yetersiz ve korkaksın” ithamlarına yenileri eklendi ve mukabilini gördü. Karşılıklı ithamlar, hakaretler, alaylar, küçümsemeler, tahrikler, tehditler… Gerçekten dilin kemiği yokmuş… Neler konuşulmuyor… Bakanlar, bakmayanlar, eski genel başkanlar, düğün davetiyeleri, evlâtlar, soy-sop, geçmiş, eski memuriyetler, akraba kayırmaları, şeref ve haysiyete dokunmalar, kaset mahsulü olmak, yüce divanlık olmak… Vesaire, vesaire…

Yok yok… Bu seçim propagandası değil… Falan yerden hakarete, filan yerden misliyle mukabele… Karşılıklı bol gollü bir maç… Veya gladyatörlerin ölümüne dövüşü… Televizyonlar ve gazeteler konuşmaları birbirine cevap olacak şekilde arka arkaya yayınlıyor. Hattâ bazı kanallar ekranı ikiye bölüp yapıyor aynı işi. İmparator(lar)ın başparmakları son emri vermeye hazır… Seçime çeyrek var… Sorular, cevaplar, kim ne dedi, ne demedi, her şey iç içe… Zaman ve mekân tek… Türkiye kocaman bir arena ve ikisi karşı karşıya… Bütün dünya seyirci… Ortada iki konuşmacı… Bilek güreşi demekten vaz geçtim… Ortada iki savaşçı… İki gladyatör… Düello eden iki kişi…
“İki yiğit çıktı meydaneee
İkisi de birbirinden merdaneee!”
Artık sözler, projeler, vaatler, memleket meseleleri, ekonomi, işsizlik, terör, dış politika, küresellik, yöresellik, vaatler ikinci plânda… Bir televizyon programında birlikte olmak ne ki… Bizzat milletin karşısında… Canlı… Canlı canlı… Televizyon programcısının yerine, milletin bizzat kendisi idareci… İşe bakın ki, Kılıçdaroğlu'nun her konuşmasında aynı nakarat: “Çık karşımaaa!.. Çıkamaaaz!..”

İki gladyatör düşünün… Binlerce seyircinin önünde kıyasıya dövüşüyorlar… Ölümüne!.. Her çeşit silâhla… Her taraflarından ter ve kan fışkırıyor… Seyirci “Öldür, öldür!..” diye yırtınıyor… O sırada dövüşenlerden biri, bütün sesleri bastıran bir haykırışa rakibine dese ki: “Sana meydan okuyorum, çık karşıma!” Millet ne yapar?.. Gülmekten yerlere yatar.

Zaten çıkmışsınız meydana… Ve tartışmaya başlamışsınız. Belge gösteriyorsunuz… Bilgi veriyorsunuz… Hakaret ediyorsunuz… Ağzınıza geleni söylüyorsunuz… Daha ne söyleyeceksiniz televizyonda karşı karşıya gelseniz? Hani bir sövmediğin kaldı derler… O da kalmadı… Millet meydanında, millet hakemliğinde millet önünde her şeyi söylüyorsunuz… Haberleri de hesaba katarsak her gün, her saat... Kısa kes diyen yok, sözünü kesen yok… Konuşma usulünü ve kurallarını sen belirliyorsun. Aman öyle söyleyip bizim televizyonumuzu da töhmet altında bırakma diyen yok… Atış serbest… Zaman geniş, alkışlayanlar gayretli… İstediğini soruyor, cevabını alıyorsun… Böyle büyük meydana çıkanın, daha az kişi önünde, birtakım şartlara, kısıtlamalara bağlı bir küçük meydana çıkmayı bangır bangır bağırarak istemesi abes değil mi? Zaten meydanda kıyasıya kapışan kişilerin, 'meydan okuyorum gel seninle tartışalım' demesi komik olmuyor mu? Propagandalar başladığından beri hem her gün tartış, hem de gel tartışalım de… Komik, hattâ gülünç değil mi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.