29 Ekim 2011, Cumhuriyet Bayramının 88. sene-i devriyesidir. Bu vesileyle değerli okurlarımın ve aziz milletimizin Cumhuriyet Bayramını en içten duygularımla kutluyorum... Şüphesiz her milletin sevindikleri bayramları, üzüldükleri kara günleri vardır. Sevincin ve mutluluğun tezâhürü bayram, acının ve ıstırabın zuhuru mâtemdir. Sevinçleri ve kederleri olmayan milletler tarih perspektifinde pişemez, gelişemez, tecrübe edinemez. Bayramlar, mâzinin pozitif ve negatif resimlerini istikbale taşıyan emsalsiz iz’an ve irfan mektepleridir. İnişli-çıkışlı devranlar, gâlip ve mağlup Hanlar, Hâkanlar, Krallar ve Sultanlar işte bu mekteplerin ürünleridir. Onun için, büyük devletlerin büyük oğulları, büyük oğulları olan devletlerin de muhteşem bayramları olur. Çünkü büyük oğulları olan milletler büyük, küçük oğulları olan milletler ancak küçük devletler kurmuşlardır. Bu doğrunun tersi tarihte görülmemiştir. Bu sebeple, büyük milletlerin kahramanları, küçük milletlerin cüceleri çoktur. Mustafa Kemal’in dilindeki bu realite, Cumhuriyetin enfüsî hikmet ve nimetlerini sindiremeyen ‘dâhili ve harici bedhahlara’ ders olmalıdır. Büyük işleri büyük milletler başarır / Halkın sesi Hakk’ın sesidir.
Anhâsını ve minhâsını târihî fenomen perspektifinde, hâlâ bu gün olmuş, çok iyi anlamamakla ve neslimize çok net aktaramamakla birlikte, senelerdir kutladığımız Cumhuriyet Bayramı, milletimizin en büyük millî bayramıdır. Zira bu bayram, varlıktan yokluğa düşmüş, cihana hâkimken yedi düvelin hücumuna uğramış, sesi ve feri varken nefesi ve tâkatı kesilmiş, orduları terhis edilerek silahlarına el konmuş, vatanı parçalanmış, bayrağı indirilmiş, sancağı dürülmüş, ayaklarına pranga, ellerine kelepçe vurulmuş, metânetleri tükenmiş, iradesi zâfiyetin pençesine, idaresi düşmanın inhisarına ve ihtirâsına mahkûm edilmiş, harim-i ismeti çiğnenmiş, mukaddesleri berelenmiş soylu ve şanlı bir milletin esarete inat, hürriyet ve istiklâle aşkının eşi ve benzeri görülmemiş destanıdır.
Zira bu bayram, sözüm ona medenî Avrupa’nın hâşâ Hz. İsa’dan aldıkları ilhamla, kilisenin ve haçlı ruhunun katmerleştirdiği kinlerin, pelteleştirdiği idraklerin, pörsüttüğü kapkara vicdanların sürü ittifâkına ve tatminine karşı ‘Bedrin Aslanlarının’ hâtırâlarını yâd ettiren bir avuç aslan yavrusunun uyanışının, şahlanışının, baş kaldırışının kederlerle, kahırlarla dolu dramatik ve trajedik kurtuluş hikâyesidir. Bu hikâye her zaman ve özellikle Cumhuriyet Bayramında nesillerden nesillere hep anlatılacak, yaşanacak ve yaşatılacaktır... Onun için bayramlar, çorak ve kurak merâsimlerden öte, şuur ikliminin serptiği şebnemleriyle gönülleri ıslatan ve serinleten günler olarak ihya ve icra edilmelidir. Bayramdaki zihin eksersizleriyle dillere pelesenk edilen nedenler, niçinler, nasıllar, tasavvurlar, derin mülâhazalar, tefekkürler, ibret ve hikmetler bayramları bayram gibi anlamlandıran ve mânâlandıran dinamik olgulardır. Bayramları bayram yapan bu olgular, genç dimağların ruhlarını atlastan ibrişimle gergefleyen dokulardır...
İnsanlık, tarihi süreçte nice gaddar yönetimler, küflenmiş sistemler ve zâlim ideolojiler gölgesinde, kendi cinsinden olduğu halde firavunların ve nemrutların gübrelerinde büyüyen insan azmanlarının ‘Tanrı Buyruğu’ misâli fermanlarıyla cehenneme bedel dertlere, işkencelere giriftar olmuştur. Mevlâ’mıza şükür ki, necip ve münip milletimiz ‘Millet ve devlet olma şuuru’ ile şereflendiği andan itibaren, idarenin en iyisini, en güzelini ve en doğrusunu hayat tarzı ve yaşama biçimi olarak tercih ederek, halkın kendisini yönetme sistemi olan Cumhuriyeti kurmuştur.
Birbirinden alımlı ve çalımlı, ilim ve irfan sahibi, Osmanlı Paşalarına muvafık ve mutabık, hatta mümasil, müşabih ve mukarin paşaların, kahramanların, kumandanların, sarıklı mücâhitlerin, onların fiziklerini ve kimyalarını İslam potasında mânâlandıran, anlamlandıran, mayalandıran nice mâlum ve meçhul okkalı ülemâ-ı kirâmın Hacı Bayram Camiinde kıldıkları Cuma namazından sonra gök kubbeyi çatlatacak duâ ve tekbirlerle Türkiye Büyük Millet Meclisine yürüyüş fotoğrafı, milletimizin Cumhuriyete olan fıtrî aşkının ve kara sevdâsının nişânesidir. Namık Kemal’in şu beyti, bu sevdâyı ne güzel terennüm ediyor:
Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten.
Ya maddî ve mânevî ‘yokluk’ların harman olduğu bir devre damgasını vuran, şairlerin ve mütefekkirlerin rakipsiz sultanı, idrak iklimimizin eşsiz burhanı Âkif’in, dudaklarımızda bestelenen eskimez ve eskimeyecek mısraları:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
Olsun artık, dökülen kanlarımın hepsi helâl
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklâl.