İmam-ı Rabbanî, “Her mücadelenin temelinde hak – batıl tartışması vardır” buyuruyor. “Hattâ” diyor, “iki karıncanın bir buğday tanesi için didişmesinde bile”… Etrafındakilerin şaşkın bakışları üzerine izah ediyor. “Buğday tanesi birinin hakkıdır, diğeri onun elinden almak istemiştir.” Zulmeden ve zulme uğrayan…
Arap halklarının yeniden yapılanma ve kendini bulma arayışlarının temelinde de hak – batıl mücadelesi var. Bir tarafta zulüm gören halk… Ve tepelerinde gayr-i meşru olarak çöreklenmiş zalimler… İnançtan en basit reflekslerine kadar milletine ve onun her şeyine düşman idareciler… Batı’yı taklit edince her şeyin hallolacağını sanan maymunlar… Batı sömürgeciliğinin ahmak kurşun askerleri… İliğine kemiğine işlemiş İslâm nefreti ile dolu kibirliler… Nefret etmekte (hırslarına ve bencilliklerine engel olacağı için) haksız da sayılmazlar (!). Çünkü İslâm, haksızlık karşısında susmamayı emrediyor. Ayakta kalması için hakkı söyletmemeliler ve güçlendirmemeliler. Vampirin yaşamak için kan emmesi lâzım. Karıncadaki bencillik ve buğday hırsı, vampirin kan emmesi ile temelde aynı… Bunun için konuşanlar değil, konuşma ihtimali olanlar bile, dik durma ihtimali olanlar bile önceden tespit edilmeli. Hattâ niyetine girebilecekler bile fişlenmeli… Halk potansiyel suçludur. Daha ağzından hak çıkmadan icabına bakılmalı. Hattâ hiç konuşturulmamalı. Hırsına ve bencilliğine engel olan İslâm, cemiyet meydanından atılmalı; mümkün olmuyorsa, değiştirilmeli. Çünkü hak, denizden gelen dev dalgalar gibi yutuverir adamı... Devletin bütün imkânları, bu yolda seferber edilmeli. Bütün dünya gördü ki, zalimlerin en bariz ortak vasfı yurt dışına, bu kadarı da olmaz dedirtecek kadar “buğday” kaçırmış olmaları… Demek ki batılın eninde sonunda yıkılacak olduğunu, yıkılmaya müstahak olduğunu içten içe onlar bile biliyorlar… Dehşetle bu korku içinde yaşıyorlar ve ona göre davranıyorlar.
Tipik bir örnek olarak Kaddafi… Bütün diktatörler, bütün zalimler için hepsi böyle dedirtecek şu uygulamaya bakın… Bu bir mizansen değil, televizyonlarda hep konuşulan bir uygulama. Biri, devletin bir yanlışını şöyle ucundan kıyısından tenkit eder gibi mi oldu… Hemen bir toplantı… O kişi şakşakçıların önünde, söylediğinin doğru veya yanlış olduğuna bakılmadan, sigaya çekiliyor… Bu hain şöyle şöyle dedi… Yılanın başını küçükken ezmeli… Açalım yeşil kaplı kitabı, bakalım bunun cezası neymiş… Açıp bakıyor… Kaddafi, kendisi... Ölümmüş… Hemen oracıkta infaz ediyor… Kendisi çekip vuruyor. Araştırmaymış, sorguymuş, mahkemeymiş, cellâtmış… Hepsi zaman kaybı…
Zulümle yetinmiyor, kendi yazdığı kitaba kutsallık izafe ederek itaat emrediyor. Bayrağını değiştiriyor, inancı değiştirmeye kalkıyor. Bir gün kendisine karşı birleşme sebebi olur diye vatan duygusunu yok ediyor. Milletin canını, parasını, vaktini, hayatını, gelecek neslini heba ediyor… Halk, kendisine itaatle yükümlü sürü… Onlardan bir ordu bile, bir polis gücü bile meydana getirmiyor.
Mütefekkirimizin yıllar önce koyduğu şu teşhise müslümanlar bugün yaşayarak ulaştılar:
“Günün İslâm Âlemini ben ehramlara benzetiyorum. Yazılarımda ye konferanslarımda da belirttim. Kaidesi, yani oturduğu yer ehramın, Müslüman... Çünkü milletler mü'min... Yukarıya doğru, iman azalıyor, zirvede devlet güdücüleri kadrosu inkârcı... Adi taklitçiler... Bütün İslâm Âlemi böyle!.. Bunun sebebi var.. Bunlar maket gibidir. Malûm Batılılaşma hareketinin maketleri... Bunlar birbirinin de maketleri... Ve hepsine birden sosyalizm uyuzu hâkim… Ne sosyalizmi bilirler, ne Batıyı tanırlar, ne de İslâm’ı… İşte Burgibası, işte şusu, işte busu!.. Bu adam o kadar ileri gitmiştir ki, Ramazanda oruç tutulmamasını memurlarına emretmiştir. Burada bir garip nokta var. Sen bunu nasıl emredebiliyorsun? Ya tutuyorsa? Tutup tutmadığını nasıl anlıyorsun!.. Çünkü oruç öyle bir ibadet ki, bozulduğu zaman yapılmadığı belli olur; yapıldığı zaman belli olmaz. Zorla mı yedireceksin! Oraya kadar giriyor, vicdana hulule kalkıyor.
Arada bir yüksek sesle “Şeriat” diye bağıran bir delikanlı tanıyoruz: Kaddafi... Onun da hiçbir dirayet ve siyaset sahipliğine inanmıyoruz.
İslâm, dünyanın beklediği inkılâbı va'dedici yegâne mihrak noktasıdır. Dünyada model olmak da muazzam bir dirayet ve siyaset ister. Dünya çapında bir fikir ve iş mimarisi...” (Necip Fazıl; Dünya Bin İnkılâp Bekliyor/Konferans/Eser:37, 40)
Anlıyoruz ki, zalim Kaddafi’den ibaret değil, mazlum da sadece Araplar değil. Hak – batıl mücadelesi her yerde… Kaddafi’nin devrimle iktidara geldiği yıllarda doğanlar, onun eğitimi ile yetişenler, şimdi ona isyan ediyor… Atasözümüzün dediği gibi “doğru sallanır amma yıkılmaz”; batılın ömrü ise, Allah’ın tövbe etmesi için verdiği mühlet kadardır... Mühlet dolunca isterse bir sineği, isterse halkı, isterse bir başka zalimi musallat eder… İsterse seçime vesile eder… Kâinatın Efendisi, Efendimiz (sav) buyuruyor: “Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez. Sonra Hud Suresi’nden şu âyet-i kerîmeyi okudu: ‘Rabbin, zâlim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.’”