NAMAZ DİNİN DİREĞİ

RAMAZANDAN GÖNÜLLERE

Hicretin beşinci yılıydı. Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafanlılar ve Fezâreliler gibi çok sayıda Arap kabilesi, on bin kişilik bir orduyla Müslümanlara hücum etmişlerdi. Allah Resûlü ve ashâbı birkaç hafta boyunca büyük bir uğraşla kazdıkları hendeklerle düşmanı durdurarak Medine'yi müdafaa etmek istiyorlardı.

Hendeklerden dolayı “Hendek” ya da düşman gruplarının ittifakından oluştuğu için “Ahzâb” (Gruplar) adı verilen bu savaş öyle şiddetli geçiyordu ki, bazı günler Müslümanlar vakit namazlarını bile kılmaya fırsat bulamıyorlardı. Bu yüzden Allah Resûlü, “Bizi meşgul ederek ikindi namazını geçirmemize neden oldular. Allah kabirlerini (veya evlerini ya da karınlarını) ateşle doldursun!” demekten kendini alamamıştı.

Namaz ibadeti, İslâm'ın gelişi öncesinde Mekkeliler tarafından da bilinmekteydi. Nitekim kaynakların naklettiğine göre Ebû Zer el-Gıfârî ve Ebû Kays Sırme b. Ebû Enes gibi kimseler Müslüman olmadan önce de namaz kılmaktaydılar. Ancak uzun asırlar içerisinde ibadetlerin biçimi değiştirilmiş hatta amacından sapmıştı. Onların Beytullah yanındaki ibadetlerine şirk karışmış, ibadetleri de âyette belirtildiği üzere ıslık çalmaya, el çırpmaya dönüşmüştü.

İslâm, bozulmaya yüz tutmuş Allah-kul ilişkisini yeniden tesis etmek üzere vazolunmuştu. Bunu temin etmenin başında da O'na lâyık bir şekilde ibadet etmek gelmekteydi. Peygamberlik görevinin başlarında dahi Resûl-i Ekrem namaz kılmakta, ancak müşrikler onu (sav) engellemeye çalışmaktaydı.

Önceleri ikişer rekât olarak farz kılınan namazlar, hicretle birlikte (öğle, ikindi ve yatsı) dörder rekâta çıkarılmıştı. Bugün bilinen şekliyle beş vakit namazı ve kılınış şeklini Efendimize, Cebrail öğretmişti.

Mekke döneminde henüz varlık mücadelesi veren Müslümanlar, ibadetlerini genellikle tek başlarına yapmak zorundaydı. Fakat Medine'ye hicret ile birlikte yeni bir dönem açılmış ve namaz cemaatle kılınmaya başlanmıştı.

İlk muhacirler, Efendimiz daha Medine'ye gelmeden, Kubâ'da Amr b. Avfoğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescit hâline getirmişlerdi. Kubâ Mescidi, Medine'deki Müslümanların güvenli bir ortamda özgürce ibadet ettikleri, herkese açık ilk mescit idi.

Medine'ye hicreti takiben gerçekleştirilen en önemli faaliyetlerden bir diğeri de bizzat Hz. Peygamber tarafından yaptırılan Mescid-i Nebevî'nin inşa edilmesi olmuştu. Müslümanlar burada, kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma bilinciyle namaz kılmanın ayrıcalığını yaşamaya başlamışlardı.

Namazın Önemi:

Namaz, bütün peygamberlerin Allah'a yönelişinin en somut göstergesidir. Peygamber Efendimize,

“Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da, hayatım da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En’âm, 6/162.) demesi emredildiği gibi, Hz. İbrâhim de, “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.” (İbrâhîm, 14/40.) diye dua etmişti.

Hz. İsmâil, “Halkına namazı ve zekâtı emretmişti.” Lokman, “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl.” diye tavsiyede bulunmuştu. Allah, Hz. Musa'ya, “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” diye emretmiş, İsrâiloğulları'ndan namaz kılma sözünü almıştı. Hz. Zekeriya mabette namaz kılmış, Hz. Meryem Rabbine ibadet etmek, secdeye kapanmak ve O'nun huzurunda eğilenlerle beraber eğilmek ile emrolunmuş, Hz. İsa da, “Nerede olursam olayım yaşadığım sürece Allah bana namazı emretti.” demişti.

Rabbimiz, “Nihayet onların (Nuh, İbrâhim, Yakub) peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” buyurarak insanı hayâsızlık ve fenalıklardan koruyan namazı terk edenlerin hem dünyada nefsanî arzuların esiri olacaklarını ve ahlâkî değerleri yitireceklerini, hem de âhirette şiddetli bir azaba uğratılacaklarını bildirmiş, bizleri bu konuda uyarmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm, namazın belirlenen âdâb içerisinde, huşû ve sorumluluk bilinciyle ve aksatmadan eda edilmesi gereken bir ibadet olduğunu birçok yerde vurgulamaktadır. Âyetlerde namaz anlamındaki “salât” ile eksiksiz ve devamlı olarak yerine getirme mânâsındaki “ikâme” kelimeleri yan yana kullanılarak namazın, vaktinde, eksiksiz bir biçimde, şartlarına riayet edilerek, dosdoğru ve özenle kılınması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerinden övgüyle bahsedilen müminlerin özellikleri sıralanırken, onların “namazlarında huşû içinde olduklarının” , “namazlarını muhafaza ettiklerinin” ve “namazlarına devam ettiklerinin” altı ısrarla çizilir. Diğer taraftan namazı ciddiye almayıp ondan uzaklaşan, onu gösteriş için kılan ve kılarken de tembellik yapan kimseler yerilir.

Rükünlerinin hakkıyla yerine getirilmesi kadar, namazın belirlenen beş vakitte kılınması da çok önemlidir. Nitekim bir gün Peygamber Efendimize, “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorulunca, Allah Resûlü, “Vaktinde kılınan namazdır.” cevabını vermiştir. Buna mukabil Efendimiz, “(Farz) namazını (bilerek) geçiren kimse, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.” hadisiyle, namaz kılmamanın kaybettirdiklerine dikkat çekmektedir.

Hz. Peygamber'in, namazı, kul ile küfür ve şirk arasında bir engel/koruyucu olarak görmesi, bu önemli ibadetin Müslüman'ı, Allah'ı inkâr etmekten koruduğuna işaret etmektedir. Hz. Ömer'in valilerine yazdığı tavsiyesinde, “Bana göre en önemli vazifeniz namazdır. Onu vaktinde kılan, dinini korumuş olur. Namazlarını ihmal eden, diğer vazifelerini de ihmal eder.” demesi, namazın hem koruyucu, hem de disipline edici özelliğini ifade eder.

Namazın Kazandırdıkları:

Namaz, sadece Allah ile kul arasındaki ilişki biçimi olmakla kalmaz, aynı zamanda insanı olumsuz davranışlardan ve her türlü kötülükten de uzaklaştırır. Nitekim Kur'an'da Yüce Allah,

“Gerçekten namaz, kişiyi hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”(Ankebût, 29/45.) buyurarak bunu ifade etmektedir. Ayrıca kulun, günün belli vakitlerinde Allah'ın huzuruna çıktığını düşünmesi, kulu O'nun rızasına uygun davranışlar sergilemeye sevk etmekte, böylece namaz bu yönüyle kötülüklere engel olmaktadır.

Yine, “İnsan çok hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır, ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır, ancak namaz kılanlar müstesna.”(Meâric, 70/19-22.) âyetleri de namazın insana kazandırdığı ahlâkî değerlere ve olgunluğa işaret etmektedir. Çünkü namaz, insanın ruhunu her türlü mânevî kirden arındırır.

Nitekim bir gün Allah Resûlü (sav), “Birinizin kapısı önünde günde beş defa yıkandığı bir nehir olsa, o kimsede kir namına bir şeyin kalabileceğini düşünebilir misiniz?” diye sorar. Sahâbe, “Hiç kir kalmaz.” şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle der: İşte beş vakit namaz da böyledir, Allah bu namazlarla günahları yok eder.

Hz. Peygamber (sav), “Bir Müslüman, vakti geldiğinde güzelce abdest alıp, kendisini Allah'a vererek rükû (ve secdesiyle) farz namazı kıldığında, —büyük günah işlemedikçe— bu onun önceki günahlarına kefaret olur. Bu, her zaman için böyledir.” ve “Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara kefarettir.” hadisleriyle namazın, insanı arındırdığını belirtmektedir. Günahlarından arınan kul ise Allah'a karşı görevini yerine getirmenin vermiş olduğu mutluluk içerisinde huzurlu bir hayat yaşayacaktır.

Namaz, insanın ruhunu temizlediği gibi, abdest almayı gerektirmesi sebebiyle maddî temizlik için de bir vesiledir. Namaz için abdest alan bir mümin, vücudunun en çok kirlenen azalarını günde birkaç defa yıkamakta, böylece maddî kirlerden de arınmaktadır.

Namazın Müslüman üzerindeki bir etkisi de, günün beş ayrı vaktinde yerine getirilmesi dolayısıyla insanın zamanı kollamasını sağlayarak hayatını belli bir programa sokmasıdır. Nitekim, “Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.” (Hûd, 11/114.)

Daima namaz vaktini takip eden müminin, namazı cemaatle kılmak için fırsat buldukça camiye gitmesi ise Müslümanlar arasında tanışma, kaynaşma, kardeşlik, dostluk ve dayanışmayı sağlaması bakımından oldukça önemlidir.

Namaz; beden, zihin ve kalbin iştirakiyle eda edilen, kısacası insanı her yönüyle kuşatan bir ibadettir. Bu üç unsurun her biri, son derece dengeli ve mükemmel bir şekilde namazda temsil edilirler. İnsan, bedeni ile kıyam, rükû, secde ve kıraati gerçekleştirirken, zihni ile okuduklarını düşünmeye ve anlamaya yönelir. Kalp ise huşû ve sükûnet ile bu ibadeti en iyi şekilde tamamlar.

Kıbleye dönüldüğünde tek Allah'a yönelme demek olan namaz, kıyamda Allah'ın huzurunda durma, rükûda yalnızca O'nun önünde eğilme, secdede ise Allah'a en yakın olma demektir. Namaz; dua, yalvarma, sadece Rabbe yönelme, O'ndan yardım ve bağışlanma dileme, O'na iltica ve münâcât etmedir.

Namaz, ruhun derinliklerinden gelen bir hissiyatla Allah'ı anma/zikir, gönülden gelen bir içtenlikle Yaratan'a hamd ve senâda bulunma, bütün samimiyetiyle O'nun hükümranlığını kabul ve itiraf etmedir.

Namaz, aynı zamanda Müslümanların dünyevî meşguliyetlerine kısa bir mola vererek Allah'a yönelme, psikolojik olarak rahatlama çabasıdır. Sahâbeden Ebû Huzeyfe'nin naklettiğine göre, “Peygamberimiz (sav) sıkıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılardı.” Nitekim bir defasında Bilâl'e, “Kalk namaza (çağır da) bizi namazla rahatlat!” diye seslenmişti. Gerçekten Efendimizin kıldığı namaza bakıldığında, onun Rabbine olan şükrünü eda ederken ne denli içten davrandığı, kendisini Rabbine nasıl verdiği açıkça görülür. Buna tanıklık eden sahâbenin, namaz kılarken ağlamasından dolayı onun göğsünden gelen, değirmen sesine benzer hırıltıyı duyabildiklerini söylemeleri Resûl-i Ekrem'in, Allah'ın huzurunda taşıdığı heyecanı ve ruh hâlini yeterince anlatmaktadır.

Birçok âyette namaz ile zekât kelimelerinin birlikte kullanılması, namaz ibadetinin ruhu arındırma işleviyle zekât ibadetinin malı arındırma özelliği arasındaki paralelliğe vurgu anlamına gelmektedir. Hidayete adım atarken insanlara, namaz kılmanın ve zekât vermenin şart koşulması ve bunların Müslüman olmanın işaretleri olarak görülmesi de namaz ibadetine yüklenen önemi göstermektedir.

Namaz, insanın, sadece dünyasını değil aynı zamanda âhiretini de kurtarmasının en önemli vesilelerindendir. Bu durum Hz. Peygamber'in hadislerinde farklı lafızlarla ifade edilmiştir:

“Namaz, devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş sebebi olur. Namaza devam etmeyenin ise kıyamet günü nuru, delili ve kurtuluşu olmayacaktır.”

“(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır.”

“Cennetin anahtarı namazdır.”

“Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaz(ı kılmay)a devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse cennete girer”

Namazın eda edilmesi için inşa edilmiş bir mabet olması gerekmez. Namaz, temiz olan her yerde kılınabilir. Hz. Peygamber, “yeryüzünün kendisi için bir mescit kılındığını” ve namazın temiz olan her yerde kılınabileceğini belirtmiştir. Ancak elbette bazı mekânlarda kılınan namazlar, oraların farklı özellikleri sebebiyle daha faziletlidir. Nitekim, “Sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: (Mekke'deki) Mescid-i Harâm (Kâbe), Mescid-i Aksâ ve (Medine'deki benim) bu mescidim.” hadisi, bu mekânların ayrıcalığına ve buralarda kılınan namazların faziletine işaret etmektedir.

Namazın nasıl kılınacağını Cebrail vasıtasıyla öğrenen Hz. Peygamber, onu ümmetine bütün detaylarıyla öğretmiş ve “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın.” buyurarak bizzat kendisini örnek göstermiştir.

Müslümanlara düşen, Resûl-i Ekrem'in teşvik ve tavsiyelerine uyarak bu önemli ibadeti öğretildiği gibi yerine getirmek, namaz konusunda gerekli hassasiyeti göstermektir. Böylece insan, günlük hayatın yoğun meşguliyetleri arasında Yüce Yaratıcı'yı hatırlayacak, Allah'a duyduğu şükran duygularını dile getirecektir. Namazında bütün varlığıyla Rabbine yönelen kul, maddî ve mânevî kirlerden arınacak, kötülüklerden uzaklaşacak ve ebedî âlemde de mutluluğa erecektir.

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

HİSSEMİZE DÜŞENLER

  • Namaz, müminler için vakitleri Kur'an'da ve sünnette belirtilmiş bir ibadettir. İnsanlara zamanın kıymetini ve her vaktin içinde Allah'a kulluğun gereğini bize hatırlatır.
  • Namaz, savaş zamanında dahi ihmale gelmeyen bir ibadettir. Yükümlülüğü düşüren meşru bir mazeret olmadıkça namazın terk edilmesi caiz olmaz.
  • Bir namazın vakti uyku sebebiyle kaçırılırsa, uyanıldığında namaz kaza edilir. Hiçbir mazereti olmadığı hâlde namaz kılmayan kimse büyük bir vebaldedir.
  • Hendek harbinde Peygamberimiz ve ashabı bazı vakit namazlarını savaş nedeniyle kendi vaktinde kılamamış sonra kaza etmişlerdir. Rahmet Peygamberi olarak gönderilen Allah Resûlü (s.a.s.), bu istisnai durumda namazın önemi sebebiyle müşriklere beddua etmiştir.
  • Savaşta dahi namazı vaktinde kılamadıklarından dolayı büyük hüzün yaşayan ashabın yanında günümüzde bir kısım insanların namaz konusundaki rehaveti pek düşündürücüdür.

GÜNÜN AYETİ:

“Namazı kıldınız mı gerek ayakta gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah'ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır." (Nisâ, 4/103)

GÜNÜN HADİSİ:

Ebû Katâde şöyle diyor: “Resûlullah (s.a.s.) bize bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu:

"Bilin ki! Uykudan dolayı (namazı kılamamak) bir kusur değildir. Esas kusur, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazını kılmayan kimsenin davranışıdır. Buna göre kim uyuyup kalır da namazını kılamazsa uyandığı zaman o namazı kılsın. Ertesi gün o namazı vaktinde kılsın!" (Müslim, Mesâcid, 311)

GÜNÜN DUASI:

“Allah’m! Senin rızana uygun olup bizim için yararlı bulunan bütün ihtiyaçlarımızı karşıla, işlerimizi kolaylaştır.”

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU : Namazı kıldırmakta olan imama televizyon ve radyo aracılığı ile tabi olunabilir mi?

CEVAP : Cemaatle namaz kılınabilmesi için cemaatin imama uyması gerekir. Bunun için imam ile cemaatin aynı mekânda bulunmaları şarttır. Bu sebeple imamın namaz kıldırdığı mekân dışında bulunan bir kimse imama uymaya niyet ederek namazını kılsa bu namaz geçerli olmaz. İmam ile cemaat arasından geçen bir nehir veya genişçe bir yol da cemaatin imama uymasına engel sayılmıştır.(İbn Nüceym, el-Bahr, I, 384; II, 127; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 96). Buna göre televizyon ve radyo gibi iletişim cihazları aracılığı ile başka bir mekândaki imama uymaya niyet etmekle mekân birliği gerçekleşmiş olmayacağından bu şekilde kılınan namaz geçerli değildir.

KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan : Erhan YILMAZ İL VAİZİ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.