NİKÂH: AĞIR BİR SÖZLEŞME

Cumadan Gönüllere

Bir genç kız, sıkıntısını dile getirmek üzere Allah Resul’ünün evine gitti. Kendisini karşılayan Hz. Âişe’ye, “Babam itibar kazanmak için istemediğim hâlde beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi.” dedi. Hz. Âişe, “Peygamber (sav) gelinceye kadar otur bakalım.” dedi. Resul-i Ekrem (sav) gelince, Hz. Âişe genç kızın durumunu anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz, kızın babasına haber göndererek gelmesini istedi. Peygamber Efendimiz durumu tetkik etmek ve fikri sorulmadan evlendirildi ise genç kıza seçim hakkı tanımak istemişti. Bunun üzerine genç kız, “Ey Allah’ın Resulü! Babamın yaptığı işi (aslında) onaylamıştım. Ancak (nikâh konusunda) kadınların da söz hakkı olup olmadığını öğrenmek istedim.” dedi. (Nesâî, Nikâh, 36.) Böylece baba ve kız arasındaki mesele çözüldü ve her ikisi de memnun olarak Efendimizin evinden ayrıldı.

Örnek bir aile oluşturmak isteyen Hz. Peygamber, o günün toplum yapısında fazla bir hakkı olmayan kadına değer veriyor ve hayatının en önemli kararı olan nikâh konusunda görüşüne başvurulup rızasının alınmasının gerekli olduğuna işaret ediyordu. Nitekim bir defasında da, dul veya bakire olsun nikâh sırasında kadının mutlaka izninin alınması gereğine dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştu: “Kendi onayı alınmadıkça dul kadınla; kendisinden izin alınmadıkça da bakire kız ile nikâh yapılmaz.” Oradaki sahabeler, “Ya Resulallah! Bakire bir kızın izni nasıl olur?” diye sorunca, “Sessiz kalmasıyla.” buyurmuştu.  (Buhari, Nikâh, 42.)

Evlenecek kızların iznini önemseyen Allah Resulü diğer taraftan, “Velî (izni) olmadan nikâh olmaz.” (Tirmizi, Nikâh, 14) “Hangi kadın velilerinin izni olmadan (kendi kendine) nikâhlanırsa, nikâhı geçersizdir. Eğer erkek o kadınla beraber olmuşsa, bunun karşılığı olarak ona Mehir vermesi gerekir. Eğer (veliler) anlaşamazlarsa, velisi olmayanın velisi yetkili mercidir.” (Ebu Davud, Nikâh, 18-19.) buyurarak nikâh gibi önemli bir konuda velinin (baba veya dede veya kardeş gibi) görüşünün alınmasının önemine işaret etmişti. Bu hadisler, aile büyüklerinden veya yetkili otoriteden izin alınmadan, veliden habersizce yapılabilecek gizli evliliklere karşı alınmış bir tedbir idi. Ebeveynin yıllar boyunca şefkat ve itina ile büyüttükleri çocuklarının, onların rızalarını almadan evlenmelerinin çeşitli istismarlara yol açabileceği endişesiyle Rahmet Elçisi bu tavsiyelerde bulunmuştu. Konu ile ilgili hadisler beraber okunduğunda Allah Resulünün kız çocuklarının izni olmadan evlendirilmelerini hoş karşılamadığı gibi, kız çocuğunun da kendi başına velisinden habersiz, izinsiz bir şekilde evlenmesini de hoş karşılamadığı anlaşılır.

Peygamber Efendimiz, muhtemel su-i istimallerin önlenmesi için izin verecek velinin de rüşt sahibi, yani doğru karar verme kabiliyeti olan, akl-ı selim sahibi bir kimse olması gerektiğini belirtmiş ve ehliyetsiz velilerin kararlarının da makbul olmadığını söylemiştir. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübra, VII, 192.) Buna göre velilerin yetersiz kaldığı, bulunmadığı ya da yetkilerini kötüye kullandıkları durumlarda yetkili otorite, derhâl müdahale edip yetkisini kullanabilecektir.

Velâyet konusu kadınlar açısından bir tahakküm veya bir yetki gaspı şeklinde değil de yol gösterme, sorumluluğu paylaşma şeklinde değerlendirildiği takdirde, hem kadınların hem de dünyaya gelecek çocuklarının haklarını en iyi şekilde korumaya yönelik olduğu anlaşılacaktır. Özellikle Peygamber Efendimiz zamanında kadınların haklarının korunması amacıyla sorumluluğun bu şekilde paylaşılması, olabilecek haksızlıkları önlemeye yönelik idi. Aksi takdirde sahipsiz, kimsesiz kalan kadınların haklarını istismar etmek daha kolay olabilecekti. Velâyet ve izin konularının bu şekilde önemsenmesinin asıl nedeni ise evliliğin gerekli araştırmalar yapılarak sağlam temeller üzerine tesis edilmesi, telâfi edilmesi zor hataların önüne geçilmesi ve evlenecek tarafların aileleri arasında kaynaşmayı sağlamaktı.

Peygamber Efendimiz muhtemel gizli evliliklere fırsat verilmemesi için nikâhın alenî yapılmasını, topluma duyurulmasını son derece önemsiyordu. Ona göre, “Haram olan (ilişki) ile helâl olan (nikâh) arasındaki ayırıcı özellik, def çalmak ve şarkı söylemek suretiyle duyurmaktır.”  (Tirmizî, Nikâh, 6.) 

Kutlu Nebî nikâh temeli üzerine kurulu bir toplum oluşturuyordu. Bu toplumda sefahat ve başıboşluğun yeri olmamalıydı. Kutsal aile müessesinin şenlik havasında, dost ve akrabaların katılımıyla kurulmasını istiyordu. Toplumun nüvesini oluşturacak olan ailenin oluşumunda toplumdaki birçok birey sevinç ve heyecan içinde bu mübarek merasime şahit olmalıydı. Gizli saklı, insanların katılımından ve şahitliğinden kaçarak gerçekleşen evlilikler her zaman şüpheli idi. Onun için farklı münasebetler vesilesiyle Hz. Peygamber, “Bu nikâhı ilân edin, onu (topluma açık olan) mescitlerde yapın...”  (Tirmizî, Nikâh, 6.) buyuruyordu. Çünkü o dönemde camiler, mescitler duyurunun yapılacağı en uygun mekânlardı. Hz. Peygamber (sav) bir defasında, Abdurrahman b. Avf’ın üzerinde düğünlerde sürülen sarı renkli zağferan isimli kokunun izlerini görünce, “Bu nedir?” diye sormuş, Abdurrahman da, “Yâ Resûlallah, bir hurma çekirdeği kadar altını mehir vererek bir kadınla evlendim.” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Allah’ın bereket ihsan etmesini dileyerek kendisini tebrik etmiş ve bir koyun keserek de olsa insanlara düğün yemeği ikram etmesini istemiştir. (Müslim, Nikâh, 79.) Böylece bütün insanların davet edildiği bir velîme (düğün yemeği) ile taçlandırılan nikâh, meşru olarak kabul edilmiş ve insanların bunu uygulaması istenmiştir. Bir başka hadis-i şerifte ise nikâh esnasında en az iki âdil şahidin hazır bulunması gerektiğinden bahsedilmektedir. (Abdürrezzâk, Musannef, VI, 196.)  Aslında nikâhın gizli olmaması, açıkça müzik aletleri eşliğinde, velîme verilerek, imkânlar ölçüsünde camide veya kalabalığın oluşabileceği yerlerde ilân edilmesi, sadece iki şahit değil, birçok şahidin bulunmasını temin etmeye yönelik uygulamalardı.

Yüce Allah bu konuda, “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin...”  (Nisâ, 4/4) buyurmaktaydı. Ayette geçen mehir anlamındaki “sadukât” kelimesi, sadakat ile aynı kökten gelmekte ve erkeklerden, birlikte yuva kuracakları eşlerine olan sevgi, muhabbet ve sadakatlerini bir miktar mal vererek göstermeleri istenmektedir. Erkek, evleneceği kadına bunu vererek gönül yakınlığı kuracak, fedakârlık ve evlilik isteğinde samimi olduğunu göstererek sadakatini teyit edecektir. Bu da ömür boyu devam edecek birliktelikte, sadakati gösteren ilk belirti olması bakımından önemli bir uygulamadır.

Evlilik sırasında erkeğin verdiği mehir, onun sadakatini ifade ettiği gibi kadın açısından da maddî bir güvence anlamına geliyordu. Önemine binaen Allah Resulü, “Şüphesiz, şartların yerine getirilmeye en lâyık olanı, kadınları kendinize helâl kıldığınız (mehir) şartıdır.” (Müslim, Nikâh, 63.) buyuruyor ve bir başka münasebetle de bunun kadının hakkı olduğunu bildiriyordu.

Evlenecek olup da maddî durumu iyi olmayan bir sahabeye, demirden bir yüzük dahi olsa bulup kadına vermesini (Buhârî, Nikâh, 41) isteyen Hz. Peygamber, nikâh akdi sırasında kadına verilecek mehrin gerekli olduğuna işaret etmişti. Ancak mehrin miktarı evlenecek kişilerin maddî durumlarına ve yöresel şartlarına göre belirlenecekti. Mehir miktarı belirlenirken aşırıya gitme ihtimaline karşılık, “Nikâhın en hayırlısı, en kolay olanıdır.” “Kadınların en bereketli olanı, mehir konusunda en fazla kolaylık sağlayanlarıdır.” (Hâkim, Müstedrek, II, 194.) buyurarak da itidali tavsiye ediyordu.

Allah Resûlü, o günkü şartlarda çevresindeki insanların ekonomik imkânsızlıklarını da göz önüne almaktaydı. Evleneceği eşine verebileceği hiçbir maddî varlığı olmayanlar için de farklı önerilerde bulunmuştu. Bu durumdaki kadın ve erkeğin kendi aralarında anlaşmaları hâlinde sadece maddî değere sahip malların değil, mânevî değeri yüksek olan bir şeyin de mehir olabileceğini belirtmişti. Nitekim evlenmek isteyip de hiçbir mal varlığı olmayan bir sahâbîyi, Kur’an’dan ezberinde bulunan sûreleri eşine öğretmesi karşılığında bir kadınla evlendirmişti. (Buhârî, Nikâh, 41.)

Huzurlu bir toplum oluşturmayı hedeflemiş olan İslâm, bu huzurun öncelikle aile yuvasında sağlanabilmesi açısından birtakım sınırlar da koymuştur. Bazı evlilikleri engelleyen hatta yasaklayan bu sınırlar, hep birey ve toplumun mutluluğu içindir. Yüce Allah evlenilmeleri yasak olan kadınlar hakkında şöyle buyurur: “Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, —eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur— öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”  (Nisâ, 4/23.) 

Kur’an-ı Kerim’de evli kadınlarla evlenilmesi haram kılınmış, Resûlullah (sav) da, kadının hala ve teyzesiyle bir arada aynı nikâhta birleştirilmesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber, iki kız kardeş ile aynı anda evli olan Feyrûz ed-Deylemî Müslüman olunca ondan o kardeşlerin birini boşamasını istemiştir.   (Ebû Dâvûd, Talâk, 24-25)

Hz. Peygamber (sav), “Nesep yoluyla haram olanlar, emzirme yoluyla da haram olur.” (Müslim, Radâ’, 9.) buyurarak, aynı anneden süt emen çocukların kardeş mesabesinde olduklarını, dolayısıyla sütkardeşler arasında evliliğin kesinlikle haram olduğunu bildirmiştir.

Allah Teâlâ, boşanmış veya kocasının ölümüyle dul kalmış kadının evlenebilmesini de belli şartlara bağlamış, bunun için hamile olmayan boşanmış kadının üç âdet süresi, (Bakara, 2/228.) hamile olmayıp kocasının ölümüyle dul kalan kadının ise dört ay on gün iddet beklemesi gerektiğini (Bakara, 2/234) bildirmiştir. Ayrıca Cenâb-ı Hak hamile iken boşanan veya kocası ölen kadının iddet süresinin doğumla biteceğini (Talâk, 65/4.)  buyurmuştur. Buna paralel olarak Allah Resûlü de bu durumda olan bir kadına ancak doğumdan sonra yeni bir nikâh yapılabileceğini bildirmiştir.   (Buhârî, Talâk, 39.)

Müminlerin, Ehl-i kitap hâricindeki inanmayan kadınlarla evlenmeleri ve onları nikâh altında tutmaları da yasaklanmış, ayrıca mümin hanımların inançsız erkeklerle evlenmelerinin helâl olmadığı bildirilmiştir. Hz. Peygamber, Ehl-i kitap kadınlarını nikâhlamakla ilgili kendisine yöneltilen sorulara Allah’ın şu emrini tebliğ etmiştir: “...Mümin kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir...” (Mâide, 5/5.) Bu âyette Müslüman erkeklerin, Ehl-i kitaptan olan hanımlarla evlenmelerine izin verildiği hâlde, Müslüman bir hanımın Ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesinden söz edilmemektedir ayrıca Peygamberimizin ashâbından Câbir b. Abdullah, Müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadınlarıyla evlenebileceği, Müslüman kadınların farklı din mensuplarıyla evlenemeyecekleri görüşünü dile getirmiştir. (Abdürrezzâk, Musannef, VI, 83.)

Peygamber Efendimizin yasakladığı nikâh çeşitleri arasında Mut’a (geçici nikâh) da bulunmaktadır. Bazı zaruretlere binaen Hz. Peygamber’in geçici nikâha izin verdiği yönünde rivayetler bulunmakla beraber daha sonra onun şu hadisle bu nikâh türünü kesin olarak yasakladığı anlaşılmaktadır: “Ey İnsanlar! Ben, kadınlarla Mut’a nikâhı yapma hususunda size izin vermiştim. Muhakkak ki Allah, bunu kıyamet gününe kadar haram kılmıştır...” (Müslim, Nikâh, 21.) Bu yasaktan haberdar olan Hz. Ali, Mut’a nikâhı yapmakta sakınca görmeyen bir adama, “Sen yanılıyorsun. Muhakkak ki Resûlullah (sav) Mut’a nikâhını ve ehlî eşek eti yemeyi Hayber günü yasakladı” diye karşı çıkmıştır.  (Nesâî, Nikâh, 71.)

Açıkça görülmektedir ki Hz. Peygamber’in nikâhla ilgili bütün düzenlemeleri, aile birliğini kurarken sağlıklı adımlar atmak, toplumun yapısını sarsan uygulamaları ortadan kaldırmak, aileye hayâ, iffet, karşılıklı sadakat, vefa, saygı ve sevgi esasları içinde kurumsal bir varlık kazandırmak içindir. Bütün bunlar, eşler ve çocukların, İslâm ailesinin kurumsal varlığı sayesinde kendilerini huzur, şefkat ve güven içinde hissedebilmelerine dönük tedbirlerdir. Resûl-i Ekrem’in ifade ettiği gibi: “Birbirini seven (çiftlerin birleşmesi) için nikâh(tan daha iyi bir çözüm) yoktur.” (İbn Mâce, Nikâh, 1.)

BİR AYET:

İçinizden evli olmayanları, köle ve câriyeleriniz arasından da elverişli olanları evlendirin. Yoksulluk içinde iseler Allah lütfu ile onları ihtiyaçtan kurtarır. Allah’ın hazinesi geniştir, her şeyi bilmektedir. (Nur, 24/32)

BİR HADİS: 

“Kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik, gözü haramdan alıkoyar ve iffeti en iyi şekilde korur…” (Buhârî, Savm, 10)

BİR DUA :

Yuvalarımıza, aile ocağımıza mutluluk, huzur ve saadetler ihsan eyle Allah’ım!

BİR FETVA:

SORU: Gizli nikâhın hükmü nedir?

CEVAP: Tarafların şahitler huzurunda irade beyanında bulunmalarına rağmen ailelerinden ve yakın çevrelerinden gizleyerek yaptıkları akit, gizli nikâh olarak adlandırılır. Böyle bir akit, nikâhta bulunması gereken aleniyet niteliğini taşımadığından dinin nikâh ve aile hayatı ile ilgili genel ilkelerine aykırıdır. Sadece iki şahidin bildiği bir nikâh akdinin aleni olduğu söylenemeyeceğinden ailelerin, akrabaların ve komşuların muttali olmadığı bir akit gizli nikâh olmaktan çıkmaz. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) “Bu nikâhı ilan edip duyurun...” (Tirmizî, Nikâh, 6; İbn Mâce, Nikâh, 20); “Haram olan (ilişki) ile helal olan (evlilik) ayıran şey, def çalmak ve duyurmaktır.” (Tirmizî, Nikâh, 6) buyurarak alenîliğin ve hatta tescilin gerekliliğine işaret etmektedir. Hz. Ebubekir de gizlenmesi şartıyla yapılan nikâh akdini geçersiz saymıştır (Sahnun, el-Müdevvene, II, 128,129).

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan: Numan KAMACI/Din Hizmetleri Uzmanı

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.