BŞEÜ Rektörlüğü, bir öğretim üyesinin daha ayağını kaydırırken ve o kişiyi kurban edip başka bir yere gitmeye zorlarken onu itibarsızlaştırmaya ve gözden düşürmeye yönelik olarak kendi uydurduğu yalanı, yine kendisi tekzip etti. İşte iftirayı andıran bu büyük yalanın belgesi..
Bu yazıyı, vicdani sorumluluğumun gereği olarak kaleme aldım. Çünkü aşağıda kısaca hikaye edilen olayın merkezinde bulunan arkadaşımız ve meslektaşımız hakkında, anlatılan süreçte hiçbir şey yapmadığımızı sözün başında itiraf etmeliyim. Siz buna isterseniz açıkça, başımıza gelecek şeylerden koktuğumuz için diyebilirsiniz. Evet, bu suçu işledik, öyle ki o dönemde ondan uzak durmaya özen gösterdik hatta kendisini gördüğümüzde onunla karşılaşmamak, selâmlaşmamak ve konuşma durumunda kalmamak için yolumuzu değiştirdiğimiz bile oldu. Şimdi bu satırlar, kendimi affettirmeye yeter mi bilmem ama en azından onun bir dostu olduğumu gösterebilirse bu kadarı bile bana yeter diye tarihe bu notları düştüm.
BŞEÜ’ne bağlı akademik birimlerin, öğretim elemanı sayısı itibariyle nerdeyse en zayıfı İslami İlimler Fakültesidir. Çünkü hemen her yerde İlahiyat, İslami İlimler ve Din Bilimleri adıyla kurulan bu fakülteler, adeta göstermelik, birilerine mesaj verme ve selam çakma beklentisiyle kurulmuş ve sanki vitrin süsü, balkon bitkisi ve konu mankeni gibi bir işlev görmektedir. Tıpkı bizim üniversitede var olduğu gibi. Tribünlere oynayan bütün rektörlerin, iktidara karşı oynadığı bir oyun ve kullandığı bir kozdur bu, ya yerini sağlamlaştırmak veya ikinci defa seçilmeyi garantilemek için... İşte BŞEÜ’ndeki örnek de bunlardan farklı değildir. Deyim yerindeyse bomboş bir tabela fakültesi görünümünde... Nitekim burada bir tane bile profesör unvanlı öğretim üyesi yoktur.
2018 yılı Mayıs ayında burada görev yapan Doçent bir hocanın profesörlük süresi dolar ancak kadrosu, utanma belasına ve olası eleştirilere karşı tedbir almak ve savunma mekanizması geliştirmek için kullanma amaçlı olarak zor bela ve istemeye istemeye aynı yılın Ekim ayında çıkan bir ilanda yer alır. Tabii bu hoca da dosyasını hazırlar ve o kadroya başvurur. Ancak nedendir bilinmez, 6 profesör adayından ikisi, üçü 10-12 gün içerisinde olmak üzere 5’inin işlemleri belli aralıklarla bitirilir ve ilgili kadrolara atamaları yapılırken İslami İlimler Fakültesi’nde aynı statüdeki hocanın profesörlüğe ataması bir türlü gerçekleşmez. Dahası nedeni ve niçini hakkında bilgi edinme kanunundan yararlanarak iki kez talepte bulunduğu halde kendisine, belgeyi bırakın bilgi dahi verilmez. Ama ortalıkta rektörlük kaynaklı bir dedikodu yayılır. Söylentiye göre bahsi geçen hocanın dosyası 5 kişilik bilim jürisine gönderilir fakat hepsinden olumsuz rapor gelir! Önce bu lakırdı ortalıkta bir güzel dolaşır. Hatta bunun en hararetli savunucularından biri de rektör yardımcılarından erkek olanıdır. Bu HaM herif, kendinden o kadar emindir ki milleti buna inandırmak için yemin etmekten bile çekinmez. Pek çok kişi hatta hemen herkes buna inanır veya inanmak ister dolayısıyla kamuoyu bir merkezden yönlendirilir ve bu asılsız habere gerçekten kandırılır. Öyle ki doğrudan veya dolaylı olarak rektör ve avanesine, yandaşlarına bu hocanın profesörlüğünü niye vermiyorsunuz doğrultusunda bir soru yöneltildiğinde ise onlar, pişkin pişkin ve kendilerinden gayet emin bir şekilde muhataplarına; niye vermeyelim ki; vermek istemeseydik kadroyu açar ve ilan eder miydik? Eee öyleyse ne diye adamı boş yere bekletiyorsunuz? dediklerinde de ne yapalım ki jürinin tamamından olumsuz rapor geldi, yani 5-0 onun aleyhine sonuçlandı! Bu durumda doğal olarak atamasını yapamayız, yapmamız da imkansız. Dolayısıyla bu aşamadan sonra artık elimizden bir şey gelmez, kabahat bizde değil, şansına küssün o da diyerek meseleyi hallettiklerini zannederler, büyük bir cambazlık oyunu ve pişkinlikle... Şüphesiz böyle olacak, çünkü bunları yöneten ve yönlendiren kılavuzları, rektör İ.T.’ın da gönüllü olarak güdümüne girdiği ve üniversiteyi onun paşa gönlüne göre güya yönettiği, şeytana bile pabucunu ters giydirmekte oldukça ustalaşan ve kurnazlığın dik alası büyük iblis C.D. da ondan! Tüm bu olup bitenler karşısında aday, söyleyecek söz, kendini savunacak bir tek delil bile bulamaz. Zira yazılı olarak kendisine her isteminde olumsuz yanıt verilir. Nihayet hoca, son çare olarak hakkını hukuki yollardan aramak zorunda kalır ve kendisine bir avukat tutar. Bu sefer vekil, müvekkil adına, rektörlükten aynı taleplerde bulunur ve ilanın üzerinden çok zaman geçtikten sonra denir ki adayın 8 makalesi yok hükmünde sayılıp değerlendirme kapsamına alınmadığından, 1 makalesi de b kategorisinden c kategorisine indirildiğinden, açıkçası 15 puandan 8 puana düşürüldüğünden makaleler için gerekli olan 60 puanı sağlayamadığından atanması uygun görülmemiş, daha doğrusu müracaatı kabul dahi edilmemiştir!
Bu arada bahsi edilen hoca, bir de TBMM Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) Kurumu’na başvurarak kendisine bir türlü verilmeyen söz konusu bilgi ve belgeleri, bu kurum aracılığıyla elde etme girişiminde bulunur. İşte bu kurumdan gelen yazılı açıklamaya göre BŞEÜ Rektörlüğü, kendilerine sunduğu cevabi yazıda aynen şunları söylemektedir veya söylemek mecburiyetinde kalır: “ İlgilinin profesörlük kadrosuna atanabilmek için temel başvuru şartlarından olan yazılan makaleler hakkında yapılacak değerlendirmeler sonucunda en az 60 puan alma şartını sağlayamadığından jüriye bile giremediği bildirilmiştir. Dolayısıyla ilgili henüz jüri aşamasına gelememiştir...” İşte rüşvetin belgesini andırır vaziyette size, bir kişi hakkında uydurulan asılsız yalanın, iftiranın ve karalamanın belgesi!
Peki sonra ne mi oldu? Bahse konu şahıs, kendisine neresi olursa olsun diyerek elbette başka bir kapı arayışına koyulur. Çünkü bu çete karşısında hem yalnız hem de çaresiz kalır. O yüzden seçme şansı veya lüksü yoktur. Derken kendisine bir kapı açılır, onu değerlendirir ve ilan, ardından prosedüre ilişkin tüm iş ve işlemler tamamlanarak Ardahan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne Profesör olarak ataması yapılır. Hem de hiç karışmadığı ve bilgisi dışındaki bilim jürisinin tamamından olumlu rapor alarak. Yani 5-0 lehine neticelenen incelemenin peşinden...
Bu durumda bir karşılaştırma yapılırsa ortaya nasıl bir tablo çıktığına bir bakılırsa şunlar söylenebilir: Burası da orası da akademik personel alımı ilanlarını 2547 sayılı YÖK Kanunu ile buna ek olarak hazırladığı ve kurumun kendi iç işleyişini düzenleyen atanma ve yükseltilme yönetmeliği veya yönergesine göre duyurmaktadır. Buna göre burası profesör alımı ve atamalarında toplamda 160 puan ararken, orası 600 puan istemektedir. Her ikisi de doçentlikte aranan kriterleri yeniden sağlamayı öngörmektedir. Bu temel koşula ilaveten burası bu total puanın ne kadarını ne zaman yerine getirdiğini şart koşmazken orası bunun en az yarısını, yani 300’ünü doçentlikten sonra sağlama koşulunu getirmiştir.
Görüldüğü üzere oranın kriterleri buradan daha ağırken üstelik hatırı sayılır biçimde bayağı zorken sözü edilen zat, buranın üst yönetimince buraya alınmaya ve profesör olarak ilgili kadroya yükseltilmeye ve atanmaya ehil ve lâyık görülmez ama oraya hem de dışarıdan gelen bir eleman olarak rahatlıkla girebilir.
Hesap ortada sevgili dostlar. BŞEÜ’nin son 3,5 yıl içerisinde neden ve nasıl kan kaybettiğine dair şimdilik son tipik bir örnek var önümüzde. Bilecik kamuoyu ve üniversite çevresi, şapkasını önüne koyup başını ellerinin arasına alarak şunları ciddi ciddi düşünmeli artık: Bu kervan nereye kadar böyle sürüp gidecek? Üç beş kişinin keyfi ve konforu için burası niçin hep kaybeden taraf ve kurum oluyor? Şimdiye dek bu tepe yönetiminin baskılarına ve haksız uygulamalarına dayanamayıp pes ederek buradan giden onca kişiye yazık değil mi? Bunların buradan ayrılması, kime ne kazandırdı? Kaldı ki son üç-dört yılın resmi istatistikleri bu düşüşü kanıtlamaktadır. Düşünün bir kez, bu üniversite dört yıl önce mi daha iyi konumda idi, yoksa şimdi mi? En azından personelin birbirleriyle sağlıklı iletişimi, çalışma ortamı, iş barışı, huzuru ve mutluluğu bakımından... İpler ta baştan itibaren verilmiş birinin (!) eline, üst yönetim de ondan yana son derece güven içinde yan gelip yatmış. Onun dümen suyunda burası senelerce idare edilmiş, davul-tokmak misali... Dikkatle bir bakın hele, anlarsınız fotoğrafın ne dediğini!