Değerli okuyucularım her hafta başka bir kişi, eser ve konuyu paylaştığımız tarih ve kültür temalı yazı dizimizin bu haftasında sizlerle, Osmanlı içecek kültüründe önemli bir yeri olan Meşhur Osmanlı Şerbeti'nden söz edeceğim.
Şekerli, ballı, güllü, baharatlı veya meyve aromalı ferahlatıcı içecek veya tatlı yapımında kullanılan bir içecek olan şerbet, Osmanlı İmparatorluğu’nda yemek kültüründe önemli bir yer almış ve altın tombakta sunulmuştur.
Aynı zamanda birçok hastalığın tedavisinde kullanılmış şifalı bitkilerden elde edilerek ferahlık veren şerbetin, Gül şerbetinden, bin derde deva sarayların vazgeçilmezi Demirhindi’ye kadar yüzlerce çeşidi bulunmaktadır.
Şerbet kültürü çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için yüzlerce çeşidi türetilmiştir. Şerbet yapımında bal, gül yaprakları, meyveler, baharatlar, kuruyemişler ve bunların karışımları yaygın olarak kullanılmaktadır. Günümüze kadar üretilen şerbetlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Mevlid şerbeti, düğün ve loğusa şerbeti, böğürtlen, çilek, kızılcık, kayısı, ağaç çileği, portakal, mandalina, şeftali, turunç, gül, amber, fulya çiçeği, menekşe, yasemin çiçeği, demirhindi, keçiboynuzu ve Antep fıstığı şerbeti gibi…
Osmanlı İmparatorluğu döneminde batı medeniyetlerine de ulaşmış olan şerbet, Osmanlı devrinde padişah çocuklarının doğumlarında, doğumlarından sonra ziyarete gelenlere dağıtılırdı. Günümüzde bazı yörelerde çiftlere söz kesildiğinde şerbet içilir, şerbet içme törenleri yapılır. Bu törenlerde sohbetlere, geleneksel olarak “Şerbetleri ez getir, sofralara tez getir” diyerek başlanır. Bazı yörelerimizde de nişanın ertesi günü kız tarafı haberci çıkararak ailenin yakınlarını ve hatırlı komşularını şerbet içmeye davet eder. Hatta nikah sonrası, sünnet sonrası şerbet ikram etme geleneğimizi sürdüren yörelerimiz de vardır.
ŞERBETLE İLGİLİ GÜZEL BİR HİKAYE
Şerbetlerle ilgili en çok anlatılan hikaye ise Kanuni Sultan Süleyman ile ilgilidir. Sıcak bir yaz günü yeniçeriyi ziyarete ve teftişe çıkan Kanuni susar ve soğuk şerbet ister. Yeniçeriler, Kanuniye bir kase içinde soğuk şerbet ikram eder. Şerbeti çok beğenen Kanuni, şerbeti içtikten sonra kaseyi altınla doldurtarak geri gönderir. Ertesi yıl yine yeniçeri ortalarını teftiş ederken her ortanın önüne geldiğinde şerbet dolu bir tas sunulur. Kanuni her tası altınla doldurtup geri gönderir. Böylece her yıl aynı mevsimde yeniçeri ortalarından Padişah'a bir kase dolusu şerbet gönderilmesi ve bu kasenin altınla doldurularak geri gönderilmesi gelenek haline gelir.
BATIDA ŞERBET
Şerbetin Batıya yayılışı, büyük oranda Osmanlı İmparatorluğu zamanında gerçekleşmiştir. Bu nedenle Batı dünyasında, Osmanlıların kullandığı şerbet kelimesinden türeyen isimlerle anılmıştır. 16. yüzyılda İtalyanca’ya Osmanlı topraklarında içilen bir içecek olarak geçen şerbet kelimesi daha sonra “sorbetto” adını alarak İtalyan mutfağına bir içecek olarak girmiştir. İtalyanların sorbettosu Fransızca sorbet ve İspanyolca sorbete kelimelerini türetmiştir. Almanlar tıpkı Fransızlar gibi sorbet, Sırp ve Hırvatlar šérbe, Portekizliler de sorvete demişlerdir. Diğer Avrupa ülkelerinde de benzer isimlerle anılan şerbetin Avrupa’da yayılışının oldukça hızlı olduğu anlaşılmaktadır.