OSMANLI’DA MODERNLEŞME (BATILILAŞMA)

Sosyal-siyasal kavramlara  ortak bir tanım bulmak oldukça zordur. Çünkü tarihi süreç içerisinde oluşan ve gelişim gösteren olaylar, çoğu zaman tarafların kendi bakış açılarına göre anlam yüklediği kavramlardır. Bizim tarihimizde bu kavram genelde Batı’yı her hususta örnek almak isteyenlerin yaklaşımı olarak kullanılmıştır. Bu kavram bazen çok ılımlı gelişirken bazen de geleneksel  kültürümüzü eleştiren ve karşı çıkan boyutlara ulaşmıştır.*

Bu bakış açısından hareketle konu başlığımıza şöyle bir tanım eklemleyebiliriz: “ Osmanlı  İmparatorluğu’nda başlayıp Cumhuriyet Türkiye’sinde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal ve bilimsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım.”*

Bu tanım, mutlak monarşi’den, meşruti monarşiye ve oradan da Laik Cumhuriyet’e kadar devam eden yaklaşık 200 yıllık bir süreci kapsar.

Yükselme devirlerinde (1453-1579) Osmanlı’nın gündeminde olmayan bu kavram, İmparatorluğun gerilemeye (1683-1792) başlamasıyla önemli bir devlet sorunu olarak görülmeye başlanmıştır. 1683’de  2.Viyana kuşatmasının hüsranı, 1699  Karlofça anlaşması ile Osmanlı ilk defa toprak kaybına uğrayarak son bulmuştu. 1718’de imzalanan Pasarofça anlaşmaları ile  Batı’nın askeri üstünlüğü resmen kabul edilmiş, ‘ Türkler’in yenilmezliği ’ artık efsane olmuştu. Batı’da üstünlük artık Avrupa’lılara geçmişti. Bu üstünlüğün tekrar ele geçirilmesi için Batılılaşma  düşüncesi kabul edilmişti ama bu nasıl bir Batılılaşma olacaktı? Bu sadece Batının tekniğini (bilhassa silah ve savaş ) alarak mı, yoksa bir medeniyet alanından diğerine geçmekle mi olacaktı? Batılılığı bir felsefe ve iktisat sistemi olarak mı görecektik yoksa adabı muaşeret usulleri ve Batı’da hakim olan modalar açısından mı değerlendirecektik?*

1718 aynı zamanda Osmanlı tarihine Lale Devri’nin başlangıcı olarak geçer. 1718’de başlayan 1730’da ‘Patrona Halil isyanı’ diye bilinen yeniçeri kıyamı (ayaklanması) ile biten bu süreçi liselerde okutulan ders kitaplarında  eğlence, sefahat,  Kağıthane sefaları, lale tarlaları, Sultan 3. Ahmed’le  Nevşehir’li Vezir-i Azam Damat İbrahim Paşa’nın devlet işlerinden uzak adeta binbir gece masallarının anlattığı bir alem yaşadığı olarak anlatılır. Devir utanç verici bir devir olarak nakledilir.**

Prof.Dr. Fuat Andıç ‘ Lale Devri ’ adlı eserinde ise konuya bakışı şöyledir: “ İbrahim Paşa, Köprülü’lerle  başlayan,  Mustafa Reşit Paşa’larla, Ali Paşa’lara kadar devam eden zincirin sadece bir halkasıdır. O, Osmanlı Devleti’nin devamı için değişikliklerin, reformların kaçınılmaz olduğunu gören bir devlet adamıdır. Lale Devri diye isimlendirdiğimiz dönem bir değişme ve Rönesans devri’dir ve belki de İmparatorluğun yegane Rönesans devridir. Hem devri yaratan şartları, hem de daha sonra gelen Sultan 3.Selim’le başlayıp Tanzimat’a kadar uzanan devirleri izah etmek ve anlamak bakımından Osmanlı tarihi için son derece önemlidir.”**

Damat İbrahim  Paşa 1721’de Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’yi uygarlık ve eğitim vasıtalarını baştan aşağıya inceleme ve Türkiye’de uygulanabilir olanları rapor etme talimatıyla büyükelçi olarak  Paris’e gönderdi.**** 5 Temmuz 1727’de 3. Ahmed’in  bir Hatt-ı  Şerif’iyle kurulan matbaa 1742 de  İbrahim Müteferrika’nın ölümüyle kapandı.**

Prof. Dr. Şerif Mardin hocamızda Batıcılığın  ilk devresi olarak gördüğü Lale Devri için şu tespiti yapar: “Batı’nın askeri teknolojisinin savaştaki rolü ve savaşın sonucunu kısmen Tanrı’ya bırakma şeklindeki köklü inanç tartışılmıştır. Zamanla bunun karşısında, savaşta en çok teknolojinin sonuç vereceği görüşü belirecekti. Gerilemeyi “din bütünlüğünün” yitirilmesine bağlayan biraz farklı görüşlerse bir kısım ulema arasında ortaya çıkmıştır.”*

Yarı Teokratik bir temele dayanan İmparatorlukta, devletin en üstün organı olan padişahın en önemli yardımcısı Şeyhülislam’dır. Yükselme dönemlerinde birer ilerilik unsuru olan  Şeyhülislamlar ( En iyi örnek  Zenbilli Ali Cemali Efendi)’dan gerileme devrinde ise pek çok islahat  engelleyicilerine rastlanır. Lale Devri’nin kanlı bir şekilde kapanmış olmasının idarecileri, Ayasofya Vaizi İspirizade ile İstanbul Kadısı Zülali Hasan Efendi olmuştur.***

Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilatında İlmiye sınıfı mensupları da vardır. Kadılar, müftüler, hocalar bu sınıfın mensuplarıdır. İlmiye sınıfının önemli yaptırım kararlarında  en büyük yardımcısı Yeniçeri  Ocağıdır. Yeniçeri’lerin ‘kazan kaldırmasında’ akıl hocası hep İlmiye sınıfı olmuştur. Saray bu işbirliğine çoğu zaman hep boyun eğmiştir.

İlmiye sınıfının fikirlerine itaatsizlik ‘kafirlik’ demekti. Medresenin eğitim sistemi mistik (gizemli), kişinin kabiliyetini körelten, Osmanlı ferdini dünya meselelerini çözmeye değil, onlardan uzaklaştırarak ahirete hazırlamaktı.

Kısacası  İlmiyenin çöküşü,  donmuş medrese dogmatizmi, Yeniçeri ocağının yozlaşması ile başlayan Osmanlı’da gerileme süreci 18. Yüzyılın son çeyreğinde 3. Selim’in tahta çıkmasıyla (1789) yeni ve farklı bir boyut kazanmıştır.

Bir dahaki yazımızda 3. Selim  dönemi  modernleşme çabalarına değineceğiz.       (*): Prof. Dr. Şerif Mardin/ Türk Modernleşmesi/ İletişim yayınları

 (**): Prof. Dr.Fuat Andıç / Batıya Açılan Pencere Lale Devri / Eren Yay.

(***): Prof.Dr. Tarık Zafer  Tunaya/ Türkiyenin Siyasi Hayatında

(****): Prof.Dr. Bernard Lewis / Modern Türkiye’nin Doğuşu

            Batılılaşma Hareketleri / İstanbul Bilgi Ün.Yay.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Sakarya Gazetesi Haberleri