Tüm ülkeyi ayağa kaldıran Özgecan Aslan cinayetinde, cinayetin kendisi kadar yaşanan bu olaya merhumenin babasının verdiği tepki de çok konuşuldu.
Baba Mehmet Aslan’ın sözlerini hatırlayalım: “...öncelikle kendim için şunu söyleyeyim; ben günahkarların günahkarı, fakirlerin fakiri, acizlerin acizi bir garibim. Rabbim özel yaratmış, güzel yaratmış, çok sevdi yanına aldı. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Bu vahim olayı yapan insanlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun. Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok…”
Bu sözleri duyanlar cinayetin üzerine ikinci bir şok yaşadılar. Çok sevdiği kızı canice katledilmiş birisi nasıl bu derece teslimiyet ve sükûn içinde olabiliyordu?
Bendeniz bu sözleri okuduğumda aklıma ilk gelen şu oldu; “Bu muhterem bir ârife bende olmuşa benziyor, sözleri ve tavrından irfan kokusu geliyor, derviştir...” Daha sonra da muhterem Mehmet bey ile ilgili haberler yapıldı ancak bu düşüncemin doğru olup olmadığına dair bir bilgiye rastlamadım.
Ta ki 22 Şubat pazar günü Bilecik’te gerçekleştirdiğimiz Kardelen Dergisi İstişare toplantısından İstanbul’a dönüş yolunda köşe yazarlarını okurken Hürriyet’den Ayşe Arman’ın Mehmet beyle röportajını okuyana kadar... Mehmet bey bu röportajda isim vermeden bir mürşidi olduğunu açıkca söylüyordu. Bakın ne diyor Mehmet bey: “İnsan değişmeyi istiyorsa, bir arayışa giriyor ama illaki bir yol gösterenin olması gerekiyor. Bu yol, mürşitsiz olmaz. Kendi başına arayarak bulunmaz. Seni değiştirecek olan kişi, gelir seni bulur ve toprağa ekilen tohum gibi senin kalbine güzel bir düşünce eker… Efendim, irfani mektebine gidip, bir mürşitten el almayan, bir mürşide bağlanmayan, sıtkı sadakat ile her şeye şükretmeyen, sabretmeyen, yanmayan bunu yapamaz! Başaramaz. Mürşit olmadan olmaz. Siz kendiniz kapıyı bulamazsınız. Mürşit size kapıyı gösterir, siz gidersiniz… İsmini şu anda size veremeyeceğim, benim nazarımda güzel bir gönül ehli olan, bir Allah dostuyla tanıştım. Ben zaten belli bir arayış içinde olduğum için, işin doğrusu ben onu ararken, o beni buldu...”
İşte böyle...
Kardelen Dergisi İstişare Toplantısında, Üstad Necip Fazıl’ın Mürşid-i Muhteremlerini ve Zât-ı Âlilerine ulaşırken yaşadıklarını anlattıkları “O ve Ben” adlı eseri üzerine de konuşmuştuk. Necip Fazıl o kitapta şöyle diyordu: “Onu tanıyana kadar birkaç şiir... Tanıdıktan sonra birçok eser.” Laf kalabalığı yapmamıza yer bırakmayan, herşeyi iki satırda özetleyen, Mürşid-i Muhteremini tanımasının anlamını çok güzel anlatan şu satırlara bakalım:
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum?
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”
1925’de kapılarına kilit vurulan tekkelerin ve tekkelerde irşad ile meşgul olup adam pişiren mürşidlerin mutfağından işte böyle adamlar çıkıyor. Tarihimiz böyle nice “dervişler” ile dolu… Sanatta, musikîde, ilimde… Tarihimizde topluma bu konularda örnek olan kim varsa araştırın, bir tekkenin ya bendesidir ya muhibbidir.
mkinikoglu@gmail.com