Vahiy meleği Cebrail, her sene Ramazan ayında Hz. Peygamber’le (sav) beraber yaptığı Kur’an mukabelesini hicretin onuncu yılında iki kez gerçekleştirdi. Bu durumu, artık görevinin sona ereceğinin bir işareti olarak yorumlayan Hz. Peygamber,aynı yıl yanına hanımlarını ve kızı Hz. Fâtıma’yı da alarak Müslümanlarla birlikte hac için yola çıktı.
Allah Resûlü (sav) bu hac sırasında Arafat’ta yaptığı konuşmasında da görevini tamamlamak üzere olduğunu ima etti. Nitekim bu hutbenin ardından, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Maide 5/3) âyeti nâzil olmuştu.
Hz. Peygamber bir gün azatlı kölesi Ebû Müveyhibe’ye, Bakî’ Mezarlığı’nda yatanlara mağfiret dilemekle emrolunduğunu söyledi. Nitekim bu emri yerine getirmek üzere, her gece üç defa onlar için bağışlanma dilerdi. O gün Ebû Müveyhibe’yi de yanına alarak kabristanı ziyarete gitti. Bu ziyaret esnasında artık Rabbine kavuşmayı arzuladığını ifade etti. Bakî’deki şehitler için mağfiret dileyen Resûlullah (sav) evine döndü. İşte bu olaydan sonra Allah Resûlü’nün (sav) yedi sekiz gün içinde vefatına sebep olacak hastalığı başladı. Eve döndüğünde baş ağrısından şikâyet etmekte olan hanımı Hz. Âişe’ye,“Âişe, asıl ‘ah başım!’ diyecek olan benim.” buyurmuştu.
Efendimizin (sav) rahatsızlığı, ilk olarak hanımı Meymûne’nin evinde ortaya çıktı. Hastalığı ağırlaşıp ağrısı şiddetlenince, bakımının Hz. Âişe’nin evinde yapılması için diğer hanımlarından izin istedi. Onlar da kendisine izin verdiler. Bunun üzerine amcası Abbâs ile Hz. Ali’nin yardımıyla takatsizlikten ayakları yerde sürünerek evden çıktı.Hz. Peygamber’in hastalığından daha şiddetli hastalık geçiren bir kimseyi görmediğini ifade eden Hz. Âişe eşinin bakımıyla bizzat ilgilenerek onu rahatlatabilmek için elinden geleni yapıyordu. Öyle ki hastalığının şiddetlendiği anlarda şifa niyetiyle ona okuyor ve bereketini umarak Allah Resûlü’nün elini tutup onun mübarek vücuduna mesh ediyordu. Sevgili Peygamberimizin son anlarına dair kaynaklarda yer alan bazı ayrıntılar, onun, ağır hasta olmasına rağmen bazı hususlardaki hassasiyetini sürdürdüğünü ve hayattan kopmadığını göstermektedir. Nitekim Allah Resûlü’nün vefatından çok kısa bir süre önce dişlerini temizlemeyi ihmal etmediği görülmektedir. Ölüm hastalığı esnasında Hz. Âişe’nin kardeşi Abdurrahman, elinde bir misvakla Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna girdi. O esnada Hz. Âişe, onu (sav) göğsüne dayamıştı. Allah’ın Elçisi, gözlerini Abdurrahman’ın elindeki misvaka dikti. Onun bu bakışından misvağı arzuladığını anlayan müminlerin annesi, Abdurrahman’dan misvakı aldı, kullanması için misvağın ucunu kesip yumuşatarak Efendimize verdi. O da dişlerini temizledi. Bu olayı anlatan Hz. Âişe, “Ben, Resûlullah’ın hiç bu kadar güzel diş misvakladığını görmemiştim.” demiştir.
Ömrünün son anlarında bile hayattan kopmayan Hz. Peygamber, bilhassa namaz münasebetiyle ashâbının arasına çıkmaya gayret etmiş, hastalığının ağırlaştığı günlerde bile ashâbının namazını takip etmiştir. Nitekim bir defasında eşlerine,“İnsanlar namaz kıldı mı?”diye sordu. Eşi Hz. Âişe ve yanındakiler, “Hayır, seni bekliyorlar ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav), kendisi için su hazırlanmasını istedi. Getirilen suyla yıkanan Allah Resûlü, kalkmaya davranırken bayıldı. Ayıldığında aynı şekilde, “İnsanlar namazlarını kıldılar mı?” diye sordu. Bu durum üç kez tekrarlandı. Cemaat ise mescitte yatsı namazı için Hz. Peygamber’i bekliyordu. O sırada Bilâl-i Habeşî de namaz vaktini bildirmek için gelmişti. Resûlullah (sav) namazı kıldıramayınca, Hz. Ebû Bekir’e haber yollayarak namazı kıldırması talimatını verdi. Bundan sonra Peygamberimizin (sav) ağır hastalık günlerinde insanlara namazı Hz. Ebû Bekir kıldırdı. Bir keresinde Nebî (sav), kendini biraz iyi hissedince amcası Abbâs ile damadı Ali b. Ebû Tâlib’in yardımıyla öğle namazı için çıktı. Resûlullah’ı (sav) gören Hz. Ebû Bekir, imamet mahallinden geri çekilmek istediyse de Allah Resûlü, işaretle yerinde kalmasını buyurdu. ve yanındaki iki kişiden kendisini Ebû Bekir’in yanına oturtmalarını istedi. Hz. Ebû Bekir ayakta namaz kıldırıyor, insanlar da ona uyuyorlardı. Hz. Peygamber de (sav) oturduğu yerde namazını kılmıştı.Efendimiz (sav) kendisini ölüme götüren hastalığı sırasında takatsizlikten artık konuşamayacak duruma gelinceye kadar ashâbına namaza ve yanlarındaki hizmetçilerin haklarına riayet etmeleri tavsiyesinde bulunmuş, böylece Allah hakkı yanında kul hakkına da dikkat etmeleri konusunda ümme-tini uyarmıştır.
Bütün bunlar Nebî’nin (sav) vefat hastalığı esnasında dahi ashâbından kopmadığını, onları yalnız bırakmadığını gösteren örneklerdir. Elbette hastalığı süresince ashâbı da onu yalnız bırakmamışlardır. Bilhassa aile fertleri ve yakın akrabalarının onun başından ayrılmadığını görüyoruz. Hanımlarının yanına toplandığı bir gün kızı Hz. Fâtıma da babasını ziyarete geldi. Nebî (sav) ona, “Merhaba kızım!”dedi ve onu yanına oturttu. Resûlullah o esnada Hz. Fâtıma’ya iki şey fısıldamıştı. O, birine ağlamış, diğerine gülmüştü. Hz. Âişe, Resûlullah’ın vefatından sonra Hz. Fâtıma’ya bunun nedenini sormuş, o da babasının kendisine, “Cibrîl her sene bir defa gelerek Kur’an’ı benimle birlikte okurdu, bu sene iki defa geldi. Bunu da kendi ecelimin gelişine yoruyorum. Ailemden bana ilk katılacak sensin. Ben senin için ne iyi bir selefim.”demesi üzerine ağladığını ve “Sen mümin kadınlarının yahut bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olmaya razı değil misin?” demesine de güldüğünü söylemiştir.
Gerçekten de Hz. Fâtıma, babasının âhirete irtihalinden altı ay sonra vefat etmiştir.
Pazartesi günü, Hz. Peygamber’in (sav) ashâbı Hz. Ebû Bekir’in arkasında saf tutmuş namaz kılıyorlardı. İyice ağırlaşmasından dolayı bir süredir kendisini göremedikleri Allah Resûlü, biraz olsun kendisini iyi hissederek odasının perdesini aralamış, ashâbına bakıyordu. Cemaate namaz kıldıran Hz. Ebû Bekir ise Resûlullah’ın namaz kıldırmak için geldiğini zannetmiş ve ilk safa geçip yerini Allah Resûlü’ne bırakmak üzere geriye doğru çekilmek istemişti. Resûlullah bu sırada Hz. Ebû Bekir’e ve cemaate namazlarını tamamla-maları için eliyle işaret etmiş sonra da Hz. Âişe’nin odasına girip perdeyi indirmişti. vefatından önce ashâbıyla toplu olarak son görüşmesiydi bu.Zira Efendimiz (sav), bu günün ilerleyen saatlerinde Rabbine kavuşacaktı. Bunun, Resûlullah’ı son görüşü olduğunu söyleyen Hz. Enes’in aktardı-ğına göre, o gün Resûlullah sık sık bayılmaya başladı. Babasının bu duru-muna çok üzülen Hz. Fâtıma yüksek sesle, “vay babamın ızdırabına!” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bugünden sonra babanın hiç ızdırabı kalmayacak.Kıyamete kadar hiç kimseyi hayatta bırakmayacak olan ölümün baban için zamanı gelmiştir.” buyurdu.Allah Resûlü, hastalığı süresince yanı başında duran kap içerisindeki suyun içine ellerini sokuyor ve ıslak elleriyle yüzünü mesh ederken, “Lâ ilâhe illâllâh! Ölümün sıkıntıları vardır.” diyordu.
Rabbine kavuşma ânı geldiğinde ise, Hz. Âişe’nin çenesiyle göğsü arasına yaslanmış bir vaziyette iken elini kaldırdı ve ruhu alınıp eli düşünceye kadar, “Refîk-i A’lâ’ya (En Yüce Dost’a)” demeye başladı.Peygamberimizin ölümünün en yakın şahidi olan Hz. Âişe, bu olayı şöyle anlatır: “Birimiz hastalandığında Resûlullah, sağ eliyle onun yüzünü sıvazladıktan sonra, ‘Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider, şifa ver! Şifa veren sensin! Senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalık bırakmayan bir şifa ver.’ derdi. Nebî (sav) hastalanıp ağırlaştığında, ben de onun bize yaptığı gibi yapmak için elini tuttum. Ama elini elimden çekti ve ‘Allah’ım, beni affet ve En Yüce Dost ile beraber kıl.’ dedi. Bir de baktım ki o vefat etmiş!”Resûlullah, Rabbine kavuşmuştu. Allah’ın Son Elçisi’nin telaffuz ettiği son cümle bu olmuştu.
Resûlullah’ın ölümü üzerine mağara arkadaşı (yâr-ı gâr) olan Hz. Ebû Bekir derhâl mescide geldi. Hiç kimseyle konuşmadan doğruca Hz. Âişe’nin odasına girdi. Allah Resûlü’ne yaklaştı. Mübarek yüzü bir bezle örtülü idi. Yüzünden örtüyü açtı. Sonra üzerine kapandı, onu öptü ve ağladı. Sonra da, “Anam, babam sana feda olsun! vallahi Allah sana iki ölüm vermeyecektir. Sana takdir edilmiş olan bu ölüm geçidini ise geçirmiş bulunuyorsun!” dedi. Belli ki Hz. Ebû Bekir, bu sözleri, o esnada dışarıda insanlara Resûlullah’ın bir kez daha döneceğini haykırmakta olan Hz. Ömer için söylüyordu. Hz. Ömer, Allah Resûlü’nün vefat haberiyle öylesine derinden sarsılmıştı ki ayağa kalkmış ve “vallahi Resûlullah (sav) ölmedi.” diye haykırmıştı. Ardından, “vallahi gönlümden geçen şudur ki Resûlullah ölmedi ve Allah onu muhakkak diriltecek de ‘O öldü.’ diyenlerin ellerini ve ayaklarını kesecektir!” demişti. Bu sırada içerde Resûlullah’ın yanında olan ve Hz. Ömer’in söylediklerini duyan Hz. Ebû Bekir odadan dışarıya çıkarak, “Yemin eden adam, sakin ol!” dedi ve ashâbı sakinleştiren bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle dedi: “Bilin ki aranızdan kim Muhammed"e (sav) kulluk ediyorsa Muhammed ölmüştür. Ama kim de Allah"a kulluk ediyorsa Allah diridir, asla ölmez.” Yüce Allah ona, “(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.” buyurmuştur. Yine Allah Teâlâ: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse Allah"a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” buyurmuştur. Bunun üzerine insanlar sessizce ağladılar.
Bu konuşmanın ardından müminler, şaşkınlıklarını biraz olsun üzerlerinden attılar ve gerçeği kabullenmeye başladılar.Şimdi sıra Allah Resûlü’ne karşı son vazifenin yerine getirilmesine, yıkanıp kefenlenerek ebedî yerine yerleştirilmesine gelmişti. Resûlullah’ın naaşını, Hz. Ali, Hz. Abbâs’ın oğlu Fadl ve Üsâme b. Zeyd yıkadılar.Vefat ettiğinde üzerindeki örtüyü kaldırdılar. Ancak kıyafetlerini çıkarmayıp gömleğinin üzerinden su dökerek ve gömleğiyle ovarak yıkadılar.Ardından Allah’ın Resûlü üç parça beyaz bez içinde kefenlendi. Teçhiz işi salı günü tamamlandıktan sonra Resûlullah’ın cenazesi odasındaki yatağının üzerine konuldu. Sonra erkekler, gruplar hâlinde yanına girerek cenaze namazı kıldılar. Erkeklerin namazı bitince kadınlar gruplar hâlinde girip namaz kıldılar. Ardından da çocuklar gruplar hâlinde namazlarını kıldılar. Resûlullah’ın cenaze namazına kimse imamlık yapmadı.Resûl-i Ekrem’in mezarının nasıl ve nereye kazılacağı konusunda yaşanan kararsızlığın ardından kabri kazması için Ebû Ubeyde b. Cerrâh’a ve Ebû Talha’ya haber gönderildi. Ebû Talha geldi ancak Ebû Ubeyde’yi yerinde bulamadılar. Ashâbdan kimisi Hz. Peygamber’in Medine Mescidi’ne kimisi de Bakî’ Mezarlığı’na gömülmesi yönünde fikir beyan etti. Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’ın,“Her peygamber öldüğü yere defnedilmiştir.” buyurduğunu söyleyince, onun, üzerinde rûh-ı şerîfini teslim ettiği yatağı kaldırdılar ve kabri oraya kazdılar. Efendimiz (sav) çarşamba günü gece yarısı defnedildi. Kabrine Hz. Ali, Hz. Abbâs’ın oğulları Fadl ve Kusem ile Resûlullah’ın azatlısı Şükrân indiler. Evs b. Havlî, Hz. Ali’ye, “Allah aşkına, Resûlullah’tan bizim de hissemizi verin.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali ona, “Kabre sen de in!” dedi. Şükrân, Hz. Peygamber’in giymekte olduğu bir kadife parçasını aldı, kabre yaydı ve “Allah’a yemin olsun senden sonra kimse bunu giymeyecek!” dedi. Böylece o kumaş da Nebî (sav) ile birlikte gömüldü.Sevgili Peygamberimizin vefatı herkesi çok sarstı, belki de bundan en çok etkilenen kızı Hz. Fâtıma idi. O, “Ey Rabbin davetine icabet eden babam! Ey cennetü’l-Firdevs’te makamı olan babam! Ey Cibrîl’e ölümünü haber verdiğimiz babam!” diyerek hüzün ve kederini dile getirmişti. Defnedildikten sonra ise Hz. Enes’e, “Enes! Allah Resûlü’nün üzerine toprak saçmaya gönlünüz nasıl razı oldu?” diyerek yüreğindeki acıyı dillendirecekti. Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme ise üzüntüsü-nü, “Kazma seslerini duyuncaya kadar, Peygamber’in (sav) vefat ettiğine inanamadım.” diyerek ifade edecekti. Her canlının ölümü tadacağı hakikati, Son Peygamber için de değişmemiştir. Yüce Allah, peygamberleri dâhil hiç kimseye ölümsüzlük tattırmamıştır. Nitekim O (cc), gönderdiği peygamberlerin vasıflarından bahsederken onların yemek yemeyen cesetler olmadıklarını ve dünyada bâkî kalmayacaklarını belirtmektedir. Yine aynı sûrede Efendimize hitaben, “Biz senden önce hiçbir beşeri ölümsüz kılmadık.” buyrularak hayat ve ölüm konusunda ortaya atılan ve bazı peygamberlerin yanı sıra kimi büyük tarihî şahsiyetlerle ilişkilendirilen “ölümsüzlük” nitelemelerinin yanlış olduğu vurgulanmıştır.Şu hâlde her insan gibi Hz. Muhammed (sav) de vefatına yol açacak bir hastalığa yakalanmış ve ilâhî takdire boyun eğmiştir. Hiç kuşkusuz onun ölümünün bir başka anlamı vardı. O da ilâhî vahyin son bulmasıydı. Nitekim bazı gözyaşları Peygamber’in gidişine değil vahyin kesilmiş olmasınaydı...
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
GÜNÜN AYETİ:
Senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? ( Enbiya 21/34 )
GÜNÜN HADİSİ:
“Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.”
GÜNÜN DUASI:
Allah’ım! Dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında senden af ve afiyet istiyorum
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU: Yoga yapmanın dini hükmü nedir?
CEVAP: Yoga, Hinduizm ve Budizm’de kişiye birtakım ilâhî bilgiler ve yetenekler kazandırarak onun arınmasına ve hakikate ulaşmasına aracı olması amacıyla uygulanan bir yöntemdir.
Son yıllarda ülkemizde bedensel egzersiz ve psikolojik terapi faaliyetleri görünümünde yaygınlaşan yoga merkezlerinin önemli bir kısmı kendilerini bu dinlerden ayrıştırarak bağımsız yoga uygulayıcısı oldukları söylemiyle faaliyet göstermektedirler. Ancak yoganın dinî bir yönünün bulunmadığı ve zihinsel arınmayı amaçlayan alıştırmalar olduğu söylemi tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü Hint dinlerinde yoga, dinî bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir (Tümer, “Brahmanizm”, DİA, 6/331).
Buna göre bir Müslüman’ın, başka bir dinin inanç ve ibadetlerine dayandığını bilerek yoga yapması caiz değildir. Zira bir Müslümanın İslâm’ın inanç esaslarını ve temel prensiplerini göz ardı etmesi, başka dinlere ve inançlara ait ibadet şekillerinden medet umması ve bunları benimsemesi düşünülemez.
Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017
Hazırlayan Hakkı ŞENER
Din Hizmetleri Uzmanı