Benim var, ben iyiyim, ben rahatım, ben sevinçliyim, başkalarının darlığı, kötülüğü, sıkıntısı, kederi beni ilgilendirmez felsefesi, insanı insan yapan faziletlerle, meziyetlerle, erdemlerle bağdaşmaz. Din, inanç, mezhep, meşrep, ırk, renk, dil, vatan, soy ve sop gözetilmeden insanlığın müşterek acılarını ve sevinçlerini paylaşmayan milletlerin ve memleketlerin kendilerini evrensel değerler olan iyi, güzel, doğru ölçülerinde yeniden sorgulamaları, disipline etmeleri ve hatta bu hususta şaşı gözlerini, örselenen ölçülerini, terazilerini ve kıymetlerini çağın bereketi olan mutlak bilim ışığında ve Yaratıcının ikramı metafizik soluğun kurtarıcı ve kuşatıcı mengenesinde ve sıcaklığında rafine etmeleri gerekmektedir.
Ola ki bunu yapmayan, yapamayan veya yapmak istemeyen toplumlar olacaktır. Bu keyfiyet dün de, bu gün de böyle olmuştur, yarın da aynı olacaktır. İşte o zaman top yekûn bütün insanlık, insanlığın müşterek ıstıraplarını ve mutluluklarını tanımayan, cennet dünyamızı cehenneme çevirmek isteyen bu egoist ve mozaist zorbalara karşı güç birliği oluşturup, insanlığa ve insanlığın geleceğine yapılan bu mukaddes ve muazzez hizmete omuz ve nefes vermelidir.
Evet, Ramazan ayında Allah’ın ifâdesiyle: “Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer”, “ Ey huzur içinde olan nefis! Sen Allah’tan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. İyi kullarımın arasına katıl ve cennetime gir !” mealindeki Kur’anî muştuya muhatap Müslümanların, kendi telakkilerine ve doğrularına göre Mâbudu ve mâbedi olanların ve hatta inkâr edenlerin, inkâra inananların, insan olmanın ihsanından zerrece nasibi olan milyarlarca gönlün yaslı, henüz nesli kesilmemiş duyguların buruk, zamanın kimyasının saçtığı zehirlere rağmen hâlâ fıtrî temizliğini muhafaza eden vicdanların hüzünlü olduğunu zannediyorum. Zan ne kelime, adım gibi biliyorum. Gerçekten dünyamız ve özellikle, sanki mayaları acı ve ıstıraplarla yoğrulmuş dünyanın birçok yerindeki çilekeş garibanlar, masumlar ve mazlumlar, âfetlerle, felaketlerle veya mutluluğu insanlara çok gören, lezzetleri, izzetleri, en onurlu hak olan hürriyetleri paylaşmaktan nasibi olmayan, rûhî arızalara müptela huylarından dolayı atmosferimizi kâbus gibi kasıp kavuran zihniyetlerin zakkum saçtığı ârızî belalarla, apselerle, depresyonlarla ve sancılarla inim inim inlemektedir.
Kaderin cilvesi olmakla birlikte, insanların, doğanın şartlarına uygun yerleşmeme veya yerleşememe gafletlerinin, çevreyi tahrip etme cehaletlerinin cezası olarak, hemen hemen her gün onlarca, yüzlerce, binlerce insanı diri diri topraklara gömen sel ve deprem felaketi... Senelerdir hiç yoktan bahanelerle gözlerden ırak Iraklıyı sürüm sürüm süründürenlerin ve Saddam’ın saddamlığına taş çıkartanların kahreden felaketi... Afganistanlının, Çeçenistanlının, Uygur Türklerinin ve daha nicelerinin, ileride çiğnenmesi, parçalanması ve yutulması planlanan daha nice ve nicelerinin yurtlarını yıllardır yakıp yıkan insan azmanlarının ve fıtratlarının gereği kanla beslenen habis ruhlu vampirlerin dehşet ve de vahşet engiz felaketi... Ortadoğu insanını, şeytânî ama herkes tarafından bilinen hesaplarından, bitmeyen ve tükenmeyen çıkarlarından, iştihalarından ve aslında kim ne derse desin düşman oldukları inançlarından dolayı gaddarca ezenlerin felaketi... Kendi coğrafyalarında her geçen gün dinden uzaklaşan nihilistlere ve inançlara savaş açan ateistlere dinlerini anlatma yerine, başka dinden olanların aczlerini istismar ederek, onları kara para mukabilinde kültürlerinden koparan cibilliyetsizlerin felaketi...
Artık nerede ise, vak’ayı âdiyeden sayılan bu felaketler hava raporu gibi sunulmakta ve çok defa sunanların asılmayan suratlarının, çatılmayan kaşlarının bahtsızlığı bir tarafa, sunulunanlar incinmemekte, silkinmemekte, hislenmemekte, irkilmemekte, titrememekte ve hayfâ ki ölüm uykusundaymışçasına, uyanmamaktadırlar. Hani, dünyanın bir ucundaki bir Müslüman’ın ve hatta Müslüman olmayan mağdur ve mahkur birinin acısını öbür ucundaki Müslüman duyacaktı! Hani, hangi dinden olursa olsun, komşu açken Müslüman tok sabahlamayacaktı! Hani, muhtaç ihtiyacını söylemeden söze muhatap Müslüman onun ihtiyacını bilecekti ve hemen karşılayacaktı ve hem öyle karşılayacaktı ki, ismi bile bilinmeyecekti! Hani, Müslüman bir delikten iki kez ısırılmayacaktı ve esen her rüzgârdan hile sezecekti! Hani, ölmeden ölünecekti! Hani, sevgiler ve yergiler Allah’ın rızasına muvafık ve mutabık olacaktı! Hani, müminin ferasetinden korkulacaktı! Ve hani..... Bırakın Müslümanlığı, insan olmanın gereği bu sorumlulukların idrakine müdrik olunmadan kutlanan bayramlar, gezmeye, tozmaya, tatile mahkûm edilen bayramlar, nerden çıktı ise, ‘şeker’ bayramı denilerek ‘heder’ edilen bayramlar bayram mıdır, beklenen, özlenen ve gözlenen bayramlar mıdır, bayram gibi bayramlar mıdır? İçeriği tamtakır-kuru bakır bu bayramlar bizim hangi devâsâ dertlerimize derman ve devâ olur! Siz söyleyin, elinizi vicdanınıza koyarak siz söyleyin, hele bir söyleyin, bu bayramlar Müslüman’ın, ‘İşte Ben Müslüman’ım’ diyebilenlerin bayramı olur mu?