RAMAZAN TEFEKKÜRÜ

NECATİ TAYYAR TAŞ

Ezel, ebet, gâye, insan ve ufuk Peygamberimizin: “Her şeyin bir zekâtı vardır, cesedin zekâtı da oruçtur. Oruç insanları ateşten koruyan bir kalkandır. Oruç tutun, sıhhat bulun. Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem ateşinden kurtulmaktır. Ramazan ayı geldiği zaman cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar prangalara vurulur. Kim bir oruçluyu çağırıp iftar ettirirse, onun ecri kadar sevap da kendisinin olur. Şu kadar var ki, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmez. Oruçlu kimsenin ağzının kokusu, Allah’ın yanında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar zamanında, diğeri orucu ile bana kavuştuğu zamanda. Sahura kalkınız, çünkü sahurda bereket vardır. Kim mükâfatını Allah’tan umarak oruç tutarsa, geçmiş günahlarından kurtulmuş olur” buyurduğu orucun güzelliği atmosferimizde, heyecanı vücudumuzun zerrelerinde, neşesi hasretimizin dindirilişinde, etkisi ve yetkisi buram buram yüreklerimizdedir...

Bu mükerrem ayın kelimelerle izahı yapılamayan bu muhteşem “dinamiğini” inkâr etmek, görmezlikten gelmek, onu anlamamak, onu hissetmemek, ona selam durmamak, sitemin en hafifiyle insafsızlıktır, iz’ansızlıktır, mürüvvetsizliktir. Nitekim kâinatın Efendisi mübarek bir sözlerinde buyururlar ki: “Allah’ın ramazan ayında bin aydan hayırlı bir gecesi vardır. O gecenin hayrına nâil olmayan büyük mahrumiyete uğramıştır. Ramazan ayına yetiştiği halde günahlarından arınmayanın burnu sürtülsün.” Ama ne yaparsın ki şâirin şu tespiti de ortadadır: Bîbaht olanın bağına bir katresi düşmez / Bârân yerine dürrü güher yağsa semâdan. Yâni: Yağmur yerine gökten altın ve gümüş yağsa da, bahtsızların bahçesine bir damla düşmez.

Onun için, akıllı insan, ramazan ayının rahmet yağmurundan kuruyan gönlünü, pörsüyen dimağını, gülmeyen yüzünü, görmeyen gözünü, işitmeyen kulağını, hak söylemeyen dilini, yardım etmeyen elini, doğruya yürümeyen ayağını, velhâsıl çoraklaşan, kuraklaşan, bataklaşan ruh dünyasını ıslatabilen, ıslah edebilen insandır. Hayatın girift hengâmesinde, zamanın baş döndürücü hızıyla yarış ederken yorulan, yıpranan, tükenen ve hatta dünyayı sırtlanması sebebiyle sararıp solan ve çok defa bunun bile farkında olmayan insan hiç değilse bu ayda, hayatı biraz yavaşlatmalıdır. Bunu becerebilen insan, geçici de olsa, dünyanın sırtına binip nefes almanın zevkine erecektir. Doğrusu da bu değil midir? Zira dünya sırtlanmak için değil, sırtına binmek için yaratılmıştır. Öyle ise, bu hamallık, bu kahır, bu açgözlülük, bu doyumsuzluk, bu tûl-u emel, bu iştihâ, bu kapris, bu çılgın koşuşturma neden ve niçin! Gerçekten bunlar, sonu gelmeyen bunlar, sihirli bir tılsımla çoklarımızı kendisine kara sevdalı kılıp peşinden sürükleyen bunlar, neyin uğruna yapılır! Hem yaratılanın zayıf ve naîf sırtı, bu dünyayı nasıl çeksin, nasıl götürsün, nereye götürsün...

Bu ayda insan kendini ve kendi hayatını temizlemeli, içine dönmeli, ruhuna bakmalı, otokritik yapmalıdır. Duygu ve düşünceler, makro ve mikro planlar, projeler, ümitler, umutlar derin bir muhâsebe, muhâkeme, murâkabe ve müzâkere mengenesinden geçirilmelidir. Nereden geldim, nereye geldim, neden geldim, ne yaptım, ne haldeyim, nereye gidiyorum, nasıl gidiyorum, azığım, hazırlığım var mı, ne zaman gideceğim, gidip-gitmeme tercihim, telvihim ve telmihim mevcut mu, orada beni ne bekliyor... Dünya ve ukbâ sentezini vahye müstenit bir iklimde teneffüs ettim mi? İnsanlık ekseninde, inanç bağlamında pozitiflerim, negatiflerim nelerdir gibi sorular ve onlara hazırlanacak cevaplar bu ayın zikri ve fikri olmalıdır. Daha doğrusu, bu ayda, insan biraz kendisiyle uğraşmalı, kendisiyle konuşmalı, kendisiyle baş başa kalmalı, kendisine vakit ayırmalı, kendisini okumalı, kendisini çözmeli, kendisine bakmalı, kendisini tanımalı, kendisiyle küs ise barışmalı, kendisiyle uzlaşmalıdır. Ve bu ayda, insan, halka hizmeti çoğaltmalıdır. Unutmamalıdır ki, halk, Hak’kın gözüken yüzü, Hak’ta, halkın gözükmeyen yüzüdür. Halkı ihmal edenin Hak’ka, Hak’kı görmezlikten gelenin halka hayrı olmaz. “Halka hizmet, Hak’ka hizmettir” diyenler, hizmet balanslarını bu “ölçü” ye göre ayarlamalıdırlar... Ayarlamalıdırlar, çünkü; nasıl bir ramazan sorusunun cevabı, bu hassas ayarın içerisinde mevcuttur ve de meknûzdur.

Esintisiyle arşımızı ve ferşimizi serinletecek, bereketiyle madde ve mânâmızı zenginleştirecek, enfûsî soluğuyla pençesine zebûn olduğumuz hotgamlıklarımızı ıslah ve ihyâ edecek, eğitimiyle-öğretimiyle kaybettiklerimizi, pörsüttüklerimizi tekrar bizlere geri verecek, harâretiyle günahlarımızı yakacak, suhûletiyle gönüllerimizi yumuşatacak, şebnemvâri damlalarıyla kavrulan ruhumuzu sulayacak, yeniden dirilişimize ve irkilerek silkinişimize iksir, rahmetiyle İslâm âlemine birlik, dirlik, kuvvet, kudret, huzur, sürur, şuur bahşetmesine ve özellikle iftar ve sahurlarda kan içip, ıstırapla doyan mâsum ve mazlum milletlerin çilelerinin dindirilmesine, zâlimlerin ödlerine korku ve zaafların çöreklenmesine mutlak müessir olacak ey yüce ramazan bir kez daha evimize, köyümüze, beldemize, şehrimize hoş geldin, safâlar getirdin! Hoş bulduk, safâlar bulduk de, bizlere… Ne olur!

Ramazan ayınız mübarek olsun. Kadrini-kıymetini bilmek cümlemize nasip olsun. Rabbimizin selâmı, selâmeti, mağfireti, merhameti, izzeti, inâyeti, kimliğimizin ve kıblemizin mihmandârı ve pişdârı Peygamberimizin s. şefîi ve şefâati üzerinize olsun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.