Seherde gecenin derin sessizliğini yırtarken ezan, Rabbi ile buluşmak üzere, uykuda ruh dinginliğine ulaşan kul, çoktan uyanmış, huşu ve huzur ile dinler bu lâhûtî sesi. İnandığı Hâlık-ı zü'l Celâl’in ismini yücelten, kendini kalbî mutmainliğe ulaştıran bu mukaddes çağrı, insanı bütün yaratılmışların içinde seçkinliğin sırrına eriştiriyor.
Güneşin aydınlığına kavuşmaya hazırlanan gök kubbe, ezanla çınlarken, üzerine çöken karanlık denen zifiri uyuşukluktan sıyrılıyor; müslüman insanı Rabbi ile buluşturmaya hazırlıyor kendini. İlâhî hazinede mü'minler için hazırlanmış rahmetin, âdetâ birazdan huşû ile saf saf durmuş yüreklere sağanak halinde inişi için verilmiş aracılık görevini yerine getirebilmek üzere heyecanla beklenti içinde, mü'mini kutluyor.
Yıldızlar; taşlanmışlar, mü'minin uykuda huzurunu bozmasın diye kısık sesle, küçük küçük kandiller halinde tuttukları nöbet yerini, rahmeti mücdeleyerek, sağanak damlacığı halinde sevinçle saf tutmuş gönüllere indirecek rahmet meleklerine bırakmaya hazırlanıyor. Mü'min, Her şeyin sahibi ile buluşmak üzere, her adımına Hak rızasının var olduğuna inandığı cami yoluna çıkmaya can atıyor. Büyük buluşmanın heyecanı sıyırıyor onu, zikre mani bütün dünyevî unsurlardan.
Bir yolculuğa çıkar insan, Rabbi ile buluşturan, kendini bulduran. Bu yolculuğun çağrısı ezan ile alınır, ezan ile başlanır sefere, ezan ile sükûn bulur zaman. Ruh ile beden ezanla bütünleşip insan hüviyeti kazanır, öylece çıkar namazda huzur-u ilahiye. Namazda Rabbi ile söyleşir, ondan aldığı "Kulumsun sen ey insan" cümlesi, özgüven verir. Sıyrılır cümle huzursuzluk sebeplerinden. Zira zaman, her şeyin sahibinin sahipliği ile başlamıştır; insan bu emniyette, büyük bir teslimiyetle çıkar sefere.
Nihayet bir bir açılıyor sokağa kapılar; insanlar sokağı ayak sesleriyle uyandırıyor, yol alıyor buluşma mekânına, camiye doğru. Yaratılışın ve zikrin sahibi Yüce Yaratıcı'nın evinde misafirlikte buluşuyor insanlar. Birlikte, omuz omuza, aynı yöne yönelmişler, aynı kudretin huzurundalar; aynı inanç ve aynı beklentiyle. Kulluğa kabul, dileklerin ve yakarışın geri dönmemesi, dünya ve ahiret huzuru umarak. Zira bu mukaddes çatının sahibi, o çatı altında birlik olup kendini zikredenleri, misafirlerini geniş, engin ve sonsuz lütuf ve keremiyle ağırlar. Bu ümittir coşturan gönülleri. Bu şeksiz inançtır, kulları tek yumruk eden. Yani aynı gaye ve aynı dileklerle bir araya gelen yüzler, binler aynı ruh haliyle aynı potada eriyerek, bir ve tek olan kudretin yüceliğine boyun eğerek teklikte buluşmuş, kalpler birleşerek zikre tutuşmuşlar, namazlarını eda ediyorlar. Kur’an’ın gönülleri yumuşatan mana ikliminde oluşan ülfet, huzura ve mutluluğa yelkenler açıyor.
Namaz sonrası diller, zikir ve tefekkürle tesbihe devam ediyor. Yüzler Yüce Yaratan'a dönük, gönüller iç âleminde namazın kazandırdığı ilâhî birliktelikle, iç huzuru doyasıya yaşıyor. Yüzüne yansıyor mutluluğu tebessümlerle. Simalarda açan hoşnutluk ve muhabbet güllerinin saçtığı mutmain kalp rayihası kardeşliğe dönüşüyor günlük hayatta. Toplum yapısının yegâne harcı ilahî muhabbetle oluşan bu duygudur. Bu ruh tatmini ile çelik iradeler oluşur. Bükülmez, eğilmez, sünmez, sündürülemez. Kırılır, kopar ama dönmez. İhtimalsiz, kesin ve mutlaktır. Asırlardır böyledir. Bizde böyle var oldu iman, vatan, aşk ve sevda cephesi. Arkadaşlık da komşuluk da dostluk da bu cepheden alır mayasını. Toplum yapımızın asırlardır süregelen, dimdik ayakta kalan bu pörsümez cephesi, biz de böyle devam ettirdiğimiz sürece hep var olacaktır. Sarsılmaz bu cephe, sarsılmaz bu birlik, kardeşlik cephesi. Harcı ilâhî olan hangi cephe sarsılır ki, ya da sarsılmıştır ki? Bedir, Uhut, Hendek, Malazgirt, Feth-i İstanbul, Çanakkale, istiklâl harbi cephesi, hangisi?
Yada, Yaratan aşkının temelini teşkil ettiği, Hoca Ahmet YESEVÎ ile başlayıp, oradan Anadolu’ya, oradan da alperenler ve gönül erleriyle dalga dalga bütün cihana yayılan, gönüller fethi ile ecdadımıza cihan fethini bahşeden iman, sevgi ve muhabbet cephesi nasıl sarsılır ki? Camilerde ilâhî aşkla yoğrulan, kalplere nakış nakış işlenen bu cephe sarsılır mı? Sarsılmamış da.
Eller, her şeyin sahibi, mutlak kudret, mutlak irade kendisine ait âlemlerin rabbi Allah’a açılıyor. Sonsuz bir ümitle, sütün memeye dönmeyeceği inancıyla, ana şefkatinin dünyalık küçük bir misali olduğu büyük ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibine açılıyor. Bu ümit hiç bir zaman sönmedi, hâşâ sönmeyecek de. Zira sönmesi zaaftır. İnanç cephesinde zaaflar oluşturur. Zaafı olanlar menzile, umduğuna ulaşamaz. Umutlar yok olur zaafın olduğu yerde. Umudun olmadığı yerde yarına dair düşünceler doğmaz, hedefler olmaz, yarınlar olmaz. Hedefi olmayan millet olamaz, olmaz. Seherin bu vaktinde niyazımız umutları yeniliyor, yeni ufuklar açıyor.
Bozüyük'te, her hafta sabah namazı buluşmamızda oluşan bu iklim, hoşgörü deryasında, uçsuz bucaksız gönül enginliği ile kendini mutsuz hissedenleri sınırsız gönül hoşluğuna çağırıyor. Doyumsuz ruh tatmini, ferahlık ve kalp genişliği buluyor insan. Namazda Allah'ın huzuruna topluca varan yürekler, gönül sıcaklığıyla sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı doyasıya tadıyor.
Sabahın seherinde gök kubbede ezan ile başlayan bu sefer, sabah namazının kazandırdığı bereketle, sadra şifa dağıtarak her hafta başka bir camide, değişik sadâlarla, farklı ve daha doyurucu duygular sunuyor.
İşte hayat denen bu yolculukta, ümitsizlik yoktur. Yaşamaya mani bütün unsurlar dize gelir. Silinir cümle kasvetler. Engeller yok gibidir. Her şeyi var eden Hakk Teâlâ'ya sırtını yaslayan kulda oluşan özgüven, azim, sebat, huzur ve güven mutluluğa set olan engelleri bir bir yıkar. Umut dolar insan.
Böylece hep müreffehtir; bugün, yarın, yıllarca, ömür boyu, ömürlerce. Ferden, ailece, toplum olarak, milletçe, ülkece, insanlık ailesi.
Sabah namazı buluşmalarımızı organize eden bütün görevli ve cami görevlilerimize, camilerimizi süsleyen Bozüyük halkımıza şükranlarımızı sunarız.