Değerli okuyucularımız bu hafta yine sizlere farklı coğrafyalardan ortak bir konu hakkında bilgi sunacağım. İki farklı tarihte iki farklı coğrafyada karşımıza çıkan bu konu umarım sizlerde de merak uyandırır.
2016 yılında görev yaptığımız Tokat’ta halk ile bütünlemeyi çok iyi başaran Vali Bey ile birlikte çalıştık. Devletin bölgedeki en büyük temsilcisi olan Vali Bey halkın teveccühünü kazandı. Bu nedenle farklı zamanlarda Tokat ilinin birçok bölgesindeki faaliyetlere katılma fırsatımız oldu. Bu kapsamda 2016 yılı baharında, Nisan ayı sonunda Zile İlçesi Acısu Köyü’nde “FİCENK/ÇİÇEK BAYRAMI”na katıldık. Köy şu ana kadar gördüğüm köyler içerinde en temiz ve düzenli köydür. Köy halkı “Sıraçlar” olarak adlandırılan bir Oğuz Boyu olan Beydili koluna mensup Türkmenlerdendir. Anadolu’da Orta Anadolu Bölgesi’nde 22 Sıraç Köyü bulunmaktadır. Köyde, Orta Asya gelenek ve inanç sistemlerinin hala canlı bir şekilde yaşatıldığını görmek mümkündür.
Ziyaretimiz esnasında birçok konu dikkatimi çekti. Bunlardan ilki kadınların giydikleri kıyafetler, özellikle üzerlerindeki motifler idi. Burada iki ayrı tarz karşımıza çıkmaktadır. Eski geleneksel kıyafetler, uyumlu renklerinin yanında taşıdıkları semboller bakımından son derece önemlidir. Kadınların geleneksel kıyafetlerindeki bu sembollerin hiçbiri tesadüfü olarak işlenmemiştir. Kıyafetlerdeki semboller estetik kaygıların ötesinde kadim Türk kültürünün birer temsilcisi olarak işlenmiştir. Fakat bunları yapan, işleyen nesil yavaş yavaş kayboldukça kıyafetlerde yeni bir renk ve motif, semboller çeşidi ortaya çıkmıştır. Maalesef bu yeni form eskinin anlamlarından tamamen uzaktır. Köydeki semboller sadece kıyafetler ile değil mezar taşları vb. yerlerde de görülmektedir. Geleneklerine son derece bağlı olan bu Oğuz Boyu kadim değerlerini halen yaşamlarının her alanında sürdürmektedir. Ancak üzücü olan bu yaşam sembollerinin yavaş yavaş dönüşerek yok olmasıdır. Bu nedenle ziyaretimiz esnasında dönemin rektörüne konunun bir doktora tezi yapılarak bilimsel metotlarla incelenmesi ve kayıt altına alınması gerektiğini ilettik. Kendisi de “merak etmeyin geçen yüzyılın başlarında Amerikalılar onu yapmışlar” cevabını verdi. Biz kendisinin bahsettiği kaynağa henüz ulaşamadık. İnanın söylendiği gibi çok kapsamlısı yapılmıştır. Bize dönersek durum hala aynı. An itibarıyla ülkemizde yapılan tezlerin yer aldığı veri tabanına baktığımızda bu konuda yapılmış herhangi bir tez çalışmasına rastlamadık. Orada yaptığımız ikinci öneri mevcut kıyafetlerin gönüllülük esasına göre toplanması, kayıt altına alınması ve bu konuda yapılacak müzede sergilenmesidir. Çünkü uzaktan bakıldığında kıyafetler benzer gibi görünse de aralarında derin farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle her kıyafet ayrı bir değer taşımaktadır. Umarın hiç değilse bu dileğimiz bir gün ete kemiğe bürünür.
Bahse konu kadın kıyafetleri içerisinde dikkatimizi çeken çocukluğumuzda bizim köylerimizde de gördüğümüz “ÜÇ ETEK”tir. Üç etek geleneksel Türk kültürü giyim tarzının en çok rastlanan örneklerinden birisidir. Bu kapsamda Anadolu’nun her yerinde üç eteğin güzel örneklerine rastlanmaktadır. Peki bizi şoke eden ikinci üç etek coğrafyası neresi diye sorduğumuzda karşımıza yine Romanya çıkmaktadır. Son ziyaretimizi yaptığımız ekim ayında, sanata ve kültüre olan hassasiyetimizi bilen değerli akademisyen arkadaşlarımız bir faaliyet sonrası doğan boşlukta bizi “Romanya Ulusal Köylü Müzesi”ne götürdüler. Müzeyi gezerken ilk dikkatimizi çeken tarihi köylü fotoğrafları ve kilim motifleri oldu. Kilim motifleri derin bir konu. Sergilenen objelerin üstünde sergilenen fotoğraflarda tarihi, geleneksel Romanyalı köylü kadınların kıyafetleri dikkat çekmektedir. Hemen hemen tüm fotoğraflardaki kadınlar üç etek giymektedirler. Kadınların üç etekleri sade değil işlemelidir. Motifler de Anadolu örnekleri ile büyük oranda benzeşmektedir. Romanya sembolleri konusunda yazılmış, müzede satılan kitabı kaçırmadık, kütüphanemize kattık.
Yazımızın sonunda son cümlelerimiz şudur: Öz kültürümüz süratle köklerinden uzaklaşmakta, dönüşmekte ve yok olmaktadır. Bu ve benzer kültürün korunması, kayıt altına alınması, gelecek nesillere aktarılması için devletimiz birçok kişiye makam, kaynak, paye, akademik unvan vermektedir. Ama on binlerce kilometre öteden asırlar önce gelip bunları yapanlar karşısında henüz yapması gerekenleri yapmayanlar hakkında ne düşünmek, yapmak gerektiğini siz okuyucularımıza bırakıyorum. Belki gün gelir onlarda da bir hareket olur. Kendi coğrafyamızdaki değerlerimizi koruduktan sonra diğer coğrafyalardaki diğer milletler ile iş birliği, projeler yapılıp konu bütünsel olarak çalışılmalıdır. Ancak böylece dünya medeniyet ve kültürünün gerçek kaynağı ortaya çıkar. UNUTMA; UNUTURSAN SEN DE UNUTULURSUN, SAHİP ÇIKMAZSAN YOK OLURSA, GÜN GELİR ZAMANINDAN ÖNCE SEN DE YOK OLURSUN.