Napolyon kendisini; ülkesi ve milletiyle öylesine özdeşleştiriyor ki, onlar adına konuşurken “BEN” diyor. Fransa yerine “BEN”… Fransızlar yerine “BEN”… Ordusunun yerine “BEN”… Meselâ kurmayları ile savaş stratejisi konuşuluyorsa, “ben şuradan bir süvari bölüğü ile saldırırım” dedikten sonra, karşı taraf için şöyle diyor: “Almanya buna şöyle mukabele eder”. Kendisi Fransa’yı ve Fransızlar’ı öylesine temsil ediyor ki, şahsında yekpare bütün oluyorlar. Ama düşmanını, lideri ile bütünleşmiş kabul etmiyor. Bu hal, ihtilâl zamanındaki Fransa kralının “kanun benim” sözünde olduğu gibi bir kibrin sonucu olabilir… Dünya edebiyat literatürüne Türkiye’den iki şair alındığı haberi verilince Necip Fazıl’ın “ikincisi kim?” sorusundaki gibi nefs emniyetinin ve kendine güvenin sonucu da olabilir...
Kılıçdaroğlu da, “iki maaş ikramiye vereceğim” diyor… Vereceğiz değil, “vereceğim”… Kendi kesesinden verecek… “BEN!”… Sonra, “sözüm söz” diyor. Bununla da yetinmiyor “Kılıçdaroğlu sözü” diyor. Parti manevî şahsiyetini hiçe sayıyor… “CHP iktidarında…” diye ara sıra birkaç cümle söylese de, “ikramiye vereceğim” söylemi esas... “Ben vereceğim…” Ha devlet, ha ben!.. Devlet benim!.. Kendi teminatını, partisinin teminatından daha güvenilir görüyor… Güvenilir görünmesi gerektiğini telkin ediyor. Şahsı adına noter tasdikli senet dağıtıyor. Böyle yapmakla, sadece partisini değil, kendisinden önce CHP’yi temsil edenleri, –geçmişlerinden kazınamayacak olanları bile– çaktırmadan bir kalemde silip atıyor. İnce ve gizli bir şekilde onları ve parti manevî şahsiyetini istiskal ediyor. Ortada kendisi var, başka kimse yok. Böylece, bugünün şartlarına mahsus bir parti “imajı” meydana getiriyor… Sanki bugün kurulmuş ve ilk defa seçimlere giren bir parti...
Niçin böyle yapıyor? Seçim meydanlarında bir kibir heykeli mi dolaşıyor?.. Ne yaptığını bilen bir irade mi haykırıyor? İkisi de değil… Partisinin geçmişteki hatalarının gündeme gelmesinden korkuyor… Tartışmayı partiler üzerinden değil, yaşayan genel başkanlar üzerinden yapıyor; yapılmasını sağlıyor… Partinin “BEN”den öncesini, silin hafızalardan… Hiç olmazsa, şimdilik bir kenara koyun… Bunun için iktidar partisini de kendi üslûbu ile konuşmaya icbar ediyor: “Bana nasıl vereceksin, diyorlar”… CHP vadettiği parayı hangi kaynaktan verecek, deseler de o yine söyleneni üzerine alıyor. Ona göre de cevap veriyor: “Ben hesap adamıyım, kaynakları bilirim, kullanmasını da bilirim…” “Ben” diyor “milletime söz verdim…” Vereceğim, diyorsam; vereceğim!.. Yaptığı o güzelim işleri, o harika vaatleri, partisinin prensipleri ve uzun vadeli politikası gereği değil, bizzat kendisi verdiği söz sebebiyle yapıyor… Partinin, millet iç in iyiliği amir, tüzel kişiliği de kim oluyor? Vaatlerinde samimiysen, partinize ait belediyelerde uygulayın mantığına cevap bile vermiyor. Rakiplerini de partileriyle değil, fertleri ile ele alıyor, kişilerine çatıyor… “Ankara’daki beyler…” Karşısındaki kişiler cepleri için, kendisi ise millet için çalışırmış. Kendisi yoksul halk için siyasete girmiş… “Bana dört sene ver” diye haykırıyor millete meydanlarda… “Bana” ver!… Ne yapacak? “Türkiye’yi uçuracağım!”… Geçmişi ile yüzleşmekten öyle korkuyor ki, öne atılıyor ve ehven tehlikeyi göze alıyor… Biliyor ki, geçmişle bir hesaplaşma başlarsa, ne kendisi kalacak, ne partisi… Yani bu tavır; ne kibir, ne nefs emniyeti… Siyasî bir taktik… Böyle bir aklı, nereden aldığın merak ediyorum, doğrusu… “İşte CHP kibri!.. İnönü de ‘devlet benim’ tafrasındaydı, bugünkü genel başkanı da aynı tavır içinde” şeklinde basiretli bir cevap yerine, “Kılıçdaroğlu kitap okumayı bilmez ki…” sataşması Kılıçdaroğlu’nu ne kadar memnun etmiştir, kim bilir…
Korkunun ecele faydası yok, hiçbir şey CHP’yi kökleri ile yüzleşmek, hesaplaşmak ve milletin karşısına ona göre çıkmak mecburiyetinden kurtaramaz. Kılıçdaroğlu, yüzleşmeyi kendisinden sonrakilere yıkıyor… Elinden gelen bu…
Millet ne yapacak? Bu kaçışı fark etmeyecek mi? Eminim ki hissedecek ve seçim sonuçları ile şunu diyecek Kılıçdaroğlu’na: Yüzde otuz beş oy alamazsam (alamazsak değil) istifa ederim diyordun; haydi bakalım sözünü yerine getir! Gerçi o, bu sözünden sonra yüzde yirmi altı oy alamazsam istifa ederim söylemine çark etmişti. Yüzde otuz beşin tevili, inkârı ve reddi olabilir ama önceki seçimde aldığı yüzdenin tevili yok…
Demirtaş, saz çalar, türkü söylermiş… Şu Zaman ve yörüngesindeki yayın organlarının; Kudüs ve Kâbe hakkındaki söylemlerine, asla tasvip edilemeyecek adaylarına rağmen; pop star, cici çocuk, halk sevgilisi olarak empoze ettiği HDP Eş Başkanı Demirtaş… Seçimlerden sonra sazını eline alır ve hem kendisi, hem Zaman ve yörüngesindeki yayın organlarının gözdesi Kılıçdaroğlu için, “Dersini almış da ediyor ezber” türküsünü biraz değiştirerek, “Dersimizi aldık, ediyoruz ezber” şeklinde çalıp söyleyebilir… Düne kadar kanlı bıçaklı oldukları halde, “ortak düşmana” karşı seçimlerde ona dolaylı ve dolaysız destek verenlerden müteşekkil koro da eşlik edebilir. Barajın altında kalanın sesi çıkarsa tabii…
Her seçimde içerdeki ve dışardaki ruh köküne düşman odaklara sandıkta “ders veren” milletin basiretini; şimdiden (bu yazı seçime bir hafta kala hazırlandı, seçime beş gün kala da yayınlanacak) “alkışlıyorum”…