Dünkü köşe yazımda bahsettiğim gibi "Bilecik'in adı ERTUĞRUL olsun mu?" sorusunu dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu Bilecik’e geldiği zaman sorduğundan bahsetmiştim. Vali Tahir Büyükakın’da Belediye tarafından düzenlenen Marka Değerleri ile Bilecik sempozyumunda birbirinden değerli fikirleri arasında Bilecik isminin Ertuğrul olabileceği konusunu tartışmaya açtı.
Tartışmaya açtı diye özellikle vurguluyorum çünkü bu konuyu ulusal basın Vali Tahir Büyükakın’ın Bilecik adının değişmesini istedi şeklinde verdi.
Özellikle Ahmet Hakan köşe yazısında
“BİLECİK’İN ADI DEĞİŞSİN DİYEN VALİYİ UYARIYORUM
BİLECİK Valisi demiş ki:
“Bilecik’in adı değişsin, Ertuğrul olsun.”
Sayın Vali...
Bilecik’in adını Ertuğrul yaparlarsa...
Engin Altan Düzyatan’ı senin yerine vali yaparlar, seni de merkeze çekerler.
Bence teklifini bir daha düşün Sayın Vali.” İfadeleriyle hiç şık olmayan, terbiyesizce demiyorum hiç şık olmayan bir üslupla yazı kaleme aldı.
Bu fikri yıllar önce dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ortaya attı. Vali Tahir Büyükakın’da ‘Tartışmaya açalım’ dedi.
Yakın tarihimize kadar Bilecik’in adı olan “Ertuğrul”un tekrar aynı isimle anılması, tarihimize ve ruh kökümüze uygun olarak tekrar şekillenmesi neden birilerini rahatsız ediyor? Uyarma gereği duyuluyor.
Sn. Valimiz bu teklifi ile merkeze alınacak olursa şanıyla şerefiyle devletin gösterdiği yerde görev yapar.
Oradan oraya zıplayanlar bu hareketleriyle isminden farklı namlarla anılanları kim uyaracak?
Dünkü köşe yazımda gündemdeki konularla ilgili 2013 yılında yazdığım köşe yazımı yayınlayacağımı söylemiştim ancak gelişmeler dolayısıyla bu köşe yazısını kaleme almak durumunda kaldım. Bu konuya ilişkin yine geçtiğimiz yıllarda yazdığım Marka Değerleriyle Bilecik-3 başlıklı köşe yazımı yeniden yayınlıyorum.
MARKA DEĞERLERİYLE BİLECİK -3-
07.02.2013
7 Şubat Perşembe günü Bilecik Belediyesi “Marka Değerleri ile Bilecik” paneli düzenliyor. Toplantıda bürokratlar ve siyasiler konuşma yapacak. Toplantıda basına da söz veriliyor. Topantıda muhtemelen bürokratlar faaliyetlerini anlatıp bu faaliyetleri eksiksiz başarılı ve hızlı bir şekilde icra ettiklerini anlatacaklardır. Siyasiler de yine bu güne kadar düşünülmeyeni düşünüp, yapılmayanı yaptıklarını, gelmeyen yatırımın geldiğinden bahsedeceklerdir.
Bu minval üzerine geçeceğini tahmin ettiğim toplantı hakkında düşünürken şöyle bir fıkra aklıma geldi. İki boksör rinkte kozlarını paylaşırken birisi fena halde dayağı yemiş ve yere yapışmış. Antrenörü kenardan boksörüne moral vermek için sesleniyor. “Çok iyisin, süper dövüşüyorsun, kalk ve ona balyoz gibi yumruklarınla indir” Gözleri dayak yemekten bulanık gören boksör antrenörüne seslenerek “Hocam ben bu kadar iyisem bu dayağı kim yedi” demiş.
Basın olarak cemiyet içersindeki görevimizden biri de bunları söylemek. Gidişat iyi olsa bile mevcudu daha kaliteli ve hızlı nasıl yapılabiliri konuşmak, yazmak. Eğri oturalım doğru konuşalım. 2000'li yılara kadar tarihi miraslarımız bakımsızlıktan çürürken, Bilecik'te altyapımız harap haldeyken nasıl marka olacağımızı konuşalım desek aleme kendimizi güldürürdük. Ama şimdi tarihi miraslarımız restore edildi. Altyapımız büyük ölçüde tamamlandı. Ve artık marka olabilecek değerlerimizi konuşma ihtiyacı hissediyoruz.
Başkan Yağcı'nın bir sözü var. Bardağı dolu tarafından görmek lazım diyor. Bilecik'in bir marka eksikliğinin hissedilmesi, marka değerini oluşturma fikri bile büyük bir gelişme.
En büyük tanıtım ve marka diyebileceğimiz alan tarihimiz olduğuna göre Osmanlı'nın kurulduğu topraklar burası diye söyleyip gezmekle tanıtım olmaz. Tarihimize uygun etkinlikler yapıp, bu etkinlikleri dikkat çekici haber değeri oluşturup ülke gündemine getirmekle olur.
Örneğin Osmanlı'nın kurulduğu topraklarda, Ertuğrul'un Ocağında ata sporları organizasyonu düzenlense. Güreş, Ok atma, Ata binme ve cirit gibi dallarda tüm türk dünyası veya Osmanlı'nın hükmettiği topraklarda kurulan ülkeler davet edilse ve büyük bir spor organizasyonu düzenlense ülkenin hatta büyük bir coğrafyanın gündeminden düşmez.
Bir belgeselde izlemiştim. Ünlü bestekar Mozart'ın köyünde müze kurulmuş. Köyün içinden geçen bir dere üzerindeki köprüyü koruma altına almışlar. Dere üzerinde başka köprüler de var. Ancak koruma altına alınan köprüden Mozart'ın geçtiği söyleniyor. Ve geçiş ücretli. Ziyarete gelenler de para verip Mozart'ın geçtiği köprüden geçiyor. Biz de bunları yapabiliriz. Ertuğrulgazi veya Osmangazi burada atını suladı, burada güreş tuttu, burada ok attı gibi. Ziyarete gelen misafirleri o atmosfere ısındırabilir, bu arada daha fazla bilgi verebilir ve Söğüt'le Bilecik'le olan teması daha fazla anlatılabilir.
Bir de Ertuğrulgazi ihtifali bizim için büyük bir şans. Bu ihtifalde Devlet büyüklerinin buraya gelmesi, hatta bir adım daha ötesine giderek Başbakan'ın bakanlar kurulu toplantısını Ertuğrulgazi ihtifalinde Söğüt'te toplaması bütün kanalların ana haber programının başında gelir.
Şunu söylemek istiyorum. Marka olacak değerlerimiz var. Marka olacak değerlerimize yatırım ve iyi bir planlama gerekiyor. Bunları da ne şekilde yapacağımız ile ilgili beyin jimnastiği yapalım. Ben mesleğim açısından baktığımda en önemli kısım tanıtım. Şirince örneğini vereyim.
Maya takvim meselesi çıkmadan önce Şirinceyi çoğu kimse bilmezdi. Ama bir maya takvimi meselesi çıktı. Basın bunu günlerce dillendirdi dillendirdi sonunda Şirince meşhur oldu. Bir mesned ve arkasından gelen reklam Şirince'yi meşhur etti.
Bizim tarihimizle ilgili yapacağımız organizasyonlar adeta domino taşı etkisi gösterecektir.
Tarihimizle ilgili yapacağımız büyük bir organizasyona basın ilgi gösterir, basın ilgi gösterirse vatandaşın ilgisi artar, vatandaşın ilgisi artarsa siyasiler sahiplenmek için birbiriyle yarışır. Siyasiler sahiplendikçe basının ilgisi, basının ilgisi arttıkça vatandaşın ilgisi artar. Bunlar birbirini tetikleyen şeyler. Bu döngü, bir kere sağlanırsa o zaman marka tescili de olmuş demektir.