Basınımızın değerli yazarları sık sık muhalefet eksikliğinden dert yanarlar. Yerden göğe kadar haklılar. Ne var ki eksik olan sadece muhalefet değil…
Namık Kemal, “Barika-yı hakikat, müsademe-yi efkârdan çıkar” diyor. (Hakikat ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar.) Bir kamyonun arkasında görmüştüm… Bu mısra altına nazire yazılmış: “Kabakların çarpışmasından çekirdekler çıkar”… İşte asıl felâketimiz, politikacılarımızın tartışmasından hakikat ışığının doğmaması… Zira ne iktidarda ne muhalefette fikir var… Fikir olmayınca tartışmalar şahsî sataşma, hakaret, iftira, itham, öfkelenme, alay etme halinde oluyor.
İktidar, bir açılım başlattığını söyledi… Ama ne olduğunu tam olarak ortaya koyamadı. Açılım başlatıyoruz, herkes fikrini söylesin ve uzlaşalım… Benim bir fikrim yok demenin yeni şekli… Adına başlangıçta “Kürt açılımı” denmesinden belli… Sonra bunun yanlışlığı anlaşılınca “demokrasi açılımı” denildi. Hastalığı teşhis yetmez, uygulanması gereken reçeteyi de sunmalı… Siz doğru fikri ortaya koyun, millet, ona karşı çıkana haddini bildirir.
Her şeyden önce “açılım” demek bir zaaf… Kişiye göre değişen bir ifade… Eskiden “izafî” denirdi, şimdi görece diyorlar. Şartlara göre değişik anlaşılmaya ve anlatılmaya müsait… Deniz kenarında açılım yapalım diyen iki kişiden yüzme şampiyonu için “açılım” Manş’ı geçmek, yüzme bilmeyen için deniz kenarında ayaklarını ıslatmak…
Bu durumda muhalefetin, sakin bir şekilde bu zaafa işaret etmesi ve kendi fikrini söylemesi gerekmez mi? Gerekir ama, onda da fikir yok… Fikir olmayınca iktidar ve muhalefet sert ve anlaşılmaz bir didişme içine girdi. Bunun en açık ispatı basının bu durumu “meydan savaşı” olarak nitelemesi ve parti tabanlarının bu sert, alaycı, kırıcı ve hakaretamiz tavırlar karşısında şaşkınlık içinde izlemesi…
Bizde zannedilir ki, muhalefet iktidarın her yaptığına, doğru veya yanlış, haklı veya haksız karşı çıkar. Halbuki iktidar ve muhalefet aynı doğrunun çeşitli uygulamalarını ve çözümlerini dile getirir; vatandaş da bunlardan uygun gördüğünü tercih eder. Buna göre iktidar ve muhalefet ortaya çıkar.
Bir batılı fikirsizlerle alay için şöyle diyor: Benim fikrim yoktur, karşımdakilerin fikirlerine karşı çıkarak kendi fikrimi bulurum… Sanki bizim politikacılarımızı tarif ediyor. Hiç birinin fikri yok; bunun için karşılarındakine saldırıyorlar. Araştırın hepsinin bir zamanlar farklı düşünceleri müdafaa ettiklerini göreceksiniz. Düşünün hangisinden şöyle ibret ve ders alınacak bir söz hatırlıyorsunuz? Bir politikacıyı hatırlatayım… Yarım asır “devletlû” olarak yaşadı… Şimdi ömrü bir asra yaklaşıyor. Bazılarının gözünde “duayen” siyasetçi… “Dün dündür, bugün bugün” gibi fikirsizliği bangır bangır haykıran bir seviyesizlik sözünden başka ne var dilinizin ucunda…
Başbakan 12 Eylül ihtilâlinde asılanlardan bahsederken duygulanıyor ve ağlıyor… Muhalefet sarası tutmuş gibi yaygarayı basıyor: “Samimiyetsiz!..” Fikri olan sakin kendinden emin olur, duygulanır ama duyguların seline kapılmaz. Duyguların esiri olmaz… Başbakan da aynı üslûpla cevap veriyor. Muhalefete dönüp sakin bir şekilde, “Siz benim kalbimi bilemeyeceğinize göre, ağlanacak olanı görün ve onu değerlendirin” diyemiyor.
Bir referandum yapılacak, bir taraf evet denilirse neler kazanılacağını ve hayır denirse neler kaybedileceğini; diğer taraf da aksini anlatacak. Vatandaş da buna göre tercihini yapacak… Bu kadar basit… Ama öyle olmuyor… Parti başkanları birbiri ile nefsî itiş kakış ve didişme içinde kıyameti koparıyor… Birbirlerini suçlamaktan başka yaptıkları bir şey yok; hem de vatana ihanete kadar…
Bu fikirsizlikle ne olacak halimiz… Siz endişe etmiyor musunuz?