Bütün insanlar Amerikalılar kadar tüketse, dünyanın kaynaklarının kaldırabileceği insan sayısı en fazla 1,4 milyar. Herkes o kadar tüketmiyor ama yine de şu anki nüfus ve tüketim durumu göz önüne alındığında ortaya çıkan çarpıcı bir olgu var: İnsanoğlu, dünyanın kaynaklarının yüzde 30 fazlasını kullanıyor.
Üstelik bu oran giderek artıyor çünkü günümüzde geçerli olan egemenliğini giderek arttıran kültürel paradigma, tüketicilik: Hemen bütün ülkelerin ve tek tek insanların en büyük özlemi Amerikalılar kadar tüketmek. Günümüzün zihniyeti ve küresel ekonomik düzen, insanları buna yönlendiriyor. Ülkelerin esenlik düzeyi bile üretim, dolayısıyla tüketim rakamlarıyla ilgili bir ölçüt olan “gayrisafi milli hasıla” ile ölçülüyor.
Oysa dünyanın, insanları besleyip barındıramayacak ölçüde tükeneceği günlere hızla yaklaşıyoruz. İnsanoğlu tüketiciliğin ve tüketim kültürünün etkisinden sıyrılıp dünyaya dost bir yaşam biçimi geliştirmedikçe bu felaketi sadece geciktirebilir, önleyemez.
İnsanlık, ancak sürdürülebilir odaklı bir kültüre yönlenirse, yani ülkelerin esenlik düzeyi ‘gayrisafi milli hasıla’ yerine ‘gayrisafi milli mutluluk’ ölçütüyle ölçülmeye başlarsa bu felaketi engelleyebilir, hatta dünyanın kendini onarmasına bile katkıda bulunabilir.
Tanınmış çevre kuruluşu Worldwatch Enstitüsünün 2010 yılı için hazırladığı, 30’u aşkın uzman yazarın çabaları ile oluşturulan Dünyanın Durumu başlıklı rapordan oluşan bu kitap, insanlığın kültürüne yön veren kurumlar (eğitim, medya, iş dünyası, devlet, gelenekler ve toplumsal hareketler) üzerine yoğunlaşarak tüketim zihniyetinden sürdürülebilirlik zihniyetine nasıl geçilebileceğini anlatıyor.
Kentsel binyıl olarak tanımlanan üçüncü binyılda, kentsel yerleşmelerin, özellikle tarihsel kentlerin, sahip oldukları kültürel mirasa ilişkin yerel kimlik değerlerinin, geniş katılım, işbirliği ve şeffaflık ilkelerini temel alan stratejik mekânsal planlama yaklaşımı eşliğinde sürdürülebilir korunması ve geliştirilmesine dönük arayışlar, son 10-15 yıldır tartışılmaktadır (Drost, 1996; Larkham, 1996; Steinberg, 1996; Albrechts 2001; Albrechts 2004; Thorns, 2002)(1). Bu tartışmaların, tarihsel kentlerin ortak bellek ve geçmişin kanıtları niteliğindeki kültürel mirasa konu olan koruma alanları üzerindeki yansımaları; küresel sermayeden pay alma arayışları içinde, yerel kimlik değerlerinin ulusal-uluslararası düzlemde kentsel ya da kültürel turizm politikaları eşliğinde pazarlanmasına dönük koruma– geliştirme stratejilerinin üretilmesi biçiminde olmaktadır (Tiesdell vd., 1996; Ashworth ve Tunbridge, 1990; Ashworth ve Tunbridge, 2000; Orbaşlı, 2000). Dolayısıyla, tarihsel kentlere ilişkin planlama arayışlarının, turizm politikalarının kültürel mirasa konu olan tarihsel çevreler üzerinde gerek mekânsal gerekse işlevsel açıdan ortaya çıkardığı beklenti ve talepler ile sosyal-ekonomik yapı ve teknik altyapı sorunlarına ilişkin olarak üretilen planlama model(ler)i yoluyla yeniden imarı ya da canlandırılması üzerine odaklandığı söylenebilir.
Bu noktada, tarihsel kentlerde, özellikle turizm politikaları eşliğinde biçimlendirilen yeniden imar sürecinin, kültürel mirasa konu olan kentsel koruma alanları üzerinde küresel ve yerel düzlemlerde sunulan ya da talep edilen mekânsal ve işlevsel gereksinimler açısından nicel ve nitel düzeyde değişim/dönüşümlere neden olacağını da gözardı etmemek gerekir. Bu değişim/dönüşüm sürecinde, tarihsel kentler üzerine kentsel koruma politikaları ve planlama arayışlarının gündemi, ‘sürdürülebilir kentsel koruma’ kavramı üzerine odaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle, kültürel miras değerlerini gerek kültürel süreklilik ve sosyal çeşitliliğin korunması yaşatılması gerekse ekonomik gelişme-canlanma sağlanması açısından stratejik mekânsal planlama yaklaşımı temelinde ele alan geniş kapsamlı ve bütünleşik koruma yaklaşımını ifade etmektedir.
KAYNAKLAR : KONYA TARİHİ KENT MERKEZİ ÖRNEĞİ
Koray ÖZCAN
TEMA VAKFI YAYINLARI