Suya götürüp susuz getirmek, bir nevi aldatmak, hile yaparak kandırmak, birinden çok daha kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak… ‘Adamı suya götürüp susuz getirmek’ ifadesi, gerçekçi olmayan veya mantıksız bir durumu anlatmak için kullanılmakta… Birini suya götürüp susuz getirmek imkânsız bir durum olduğundan, bu söz absürt (anlamsız, saçma) veya çelişkili durumları anlatmak için kullanılmakta… Hepimizin anlaması gereken su götürmez gerçek, suya götürüp susuz getirenlerin suyun başında olmalarına geçit verilmemesi gereğidir… Su götürmez olan mesele, üzerinde tartışılamayacak denli açık, kesin olan, tersi savunulamayacak durumda olan meseledir… Bu; sulandırılmaması, mutabık kalınması gereken nokta… Sulu mu, susuz mu? Sulu hareket, susuz karakterleri düşününce ehven… Suya götürüp susuz getirmeyi marifet bilenleri, babasına rahmet okutanları (birilerinin, kötü birilerinden daha kötü çıktıklarını), nasıl mı fark ederiz? Farklılıkları bilip, farkındalık oluşturarak, adâletli davranarak elbette…
Farklılıkların sudaki ahengi; suyun suyunu çıkarmadan sulu davranmadan olur… Latife bir tarafa, önemli olan, su kaynaklarının coğrafî engeller aşılarak tüm dünya ülkeleri arasında akılcı işbirliği ile kullanılmasıdır… Su olmadan yaşamak gayrimümkün… 1961’de kurulan World Wildlife Fund (WWF -Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı)’ndan su fakiri ülkelerin %17’'si acil yardım beklemekte… -Dünyadaki her beş kişiden biri hâlâ temiz içme suyuna sahip değil… Her yıl 250 milyon insan, kirli sularla bulaşan hastalıklara yakalanmakta ve yaklaşık beş milyon kişi yaşamını kaybetmekte… Dünyadaki 2 milyar 600 milyon kişi de atık suları arıtacak sistemden mahrûm… Bir litre atık su, sekiz litre tatlı suyu kirletmekte… Su kirliliğinin nüfus artış hızıyla birlikte artması durumunda, 2050 yılına kadar dünya çapında 18.000 kilometre küplük tatlı su kaybedilmiş olacak… Türkiye’nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar metreküp olup, bunun %16’'sı içme ve kullanma amaçlı, %72’si tarımsal sulama amaçlı, %12’si sanayi amaçlı tüketilmekte… Türkiye, son 40 yıl içerisinde üç Van Gölü büyüklüğüne denk gelen 1.300.000 hektar sulak alanını kaybetmiş… Dünya nüfusu geçtiğimiz yüzyılda 3 kat artmış; aynı dönemde su kullanımı ise 6 katına çıkmış… Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10.000 metre küp olması gerek… Kişi başına yılda ortama 92.000 metre küp su düşen Kanada, su zenginliğinde birinci ülke… Kişi başına 138 metre küp su düşen Ürdün ve 124 metre küp su düşen İsrail en az suyu olan ülkeler… En ilginç olanı ise, Türkiye’nin yüzlerce akarsuya, göle ve yağışlara rağmen kişi başına düşen yıllık ortalama 1.430 metre küp su ile su yoksulu bir ülke olması… Su problemlerini çözmek ve gerekli önlemleri almak için, ilki 1997’de Fas'ın başkenti Marakeş'te, beşincisi 16.03.2009’da İstanbul’da Su Forumları düzenlenmiş… 21-25 Mart 2022’de Senegal’in başkenti Dakar’da gerçekleştirilen 9. Dünya Su Forumu (https://afam.org.tr/dakarda-9-dunya-su-forumu/)’nda toplamda 1000 kadar heyetle 8000 katılımcılar bir hafta boyunca hem tecrübelerini paylaşmışlar; yeni gelişmeler hakkında bilgiler verilmiş… Bu toplantıya, Türkiye’den de Su Enstitüsü heyeti, iş dünyası ve ilgili birimlerden çok sayıda kişiler de katılmış… Toplantıda vurgulanan konular: Mevcut imkânların seferber edilerek tüm su kaynaklarının insanlığın hizmetine bir an evvel sunulması, atık suların ise tekrar kullanımları için gerekli yatırımların yapılması… 2030 yılı için belirlenen hedefe ulaşmak için asgari 200 milyar dolarlık bir bütçenin ayrılması, Dünya Bankası tarafından 2030’a kadar her yıl 30 milyar dolarlık yatırım yapılması…
Su olmadan ne şiir, şiir; ne söz, söz olabilir… Bunun en hazin öyküsü, su ve İmam Hüseyin hâdisesi… Suyun, İmam Hüseyin’in susuz bırakılmasındaki zulme isyanı; mazlumların gözyaşlarına dönüşmüş… Bir yudum su… İmam Hüseyin’in ve beraberindekilerin Kerbela’da çektiği açlık ve içemedikleri bir yudum su… Kerbela'da yaşanan olaylar ve İmam Hüseyin’in fedakârlığı… Bir yudum su, Kerbela’da gözyaşlarına dönüşmüş… Kerbela’daki bir yudum su, insanın yaratılışındaki bir nutfe (damla) suyun anlamıyla bütünleşmiş… Kerbala’yı anlayabilen, suya götürüp susuz getireni iyi anlayabilir… Havanda su dövenlerin, bizi suya götürüp susuz getirmelerinin sonucu; sadece bir bardak suda fırtına koparmak olsa gerek… Suyun içine su katarak, espriler yapalım; suyu yâd edelim… Kim bilir, belki o zaman ‘suya götürüp susuz getirmeyi’ mâsum ve güzel görmeye başlayabiliriz… Su testisi, suyolunda kırılır… Su, pet şişeye girince, su testisi müzelik oldu… Su mu, sus mu küçüğün? Havadan sudan konuşsak da, ne sudan ne havadan vazgeçebiliriz… Pişmiş aşa su katılmaz… Kulağa kar suyu kaçınca, susuzluk giderilmez… Akarsu kir tutmaz tutmasına da, suyu akıtırsak da suyu ziyan ederiz… Temizlik adına, vanaları açıp suları akıtmakla da kirden arınamayız… Köprünün altından suların akması, bizi su kaynaklarına ulaştıramaz… Oyumuza tâlip olanların ‘suyu bedava vereceklerini’ söylemesi, suya götürüp susuz getirmenin postmodern darbeye eşdeğer uygulaması… Ne dersek diyelim, taşıma su ile ne değirmen döner, ne susuzluğumuz diner… Dünyanın gerçekten çivisi çıktı, geçmişten bugüne su değirmenleri öyle adamlar öğüttü ki yangını söndürmek için su taşıyacak adam bile kalmadı... Biz yine de su akarken testimizi dolduralım, tedbirli olalım, suyu israf etmeyelim… Zoru görünce yılmayalım, su bulanmadan durulmaz, akan su yosun tutmaz… Yeter ki bir karış suda boğulmayalım… Sabırlı olalım, taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir… İşin suyu çıkınca, damlaya damlaya göl de olmaz; böylesi durumda su aksa ya da damlasa da, susuz kalmaya mahkûm kalınır… Suyun başında olsak ne yazar, su akarken sadece bakarsak? Çalışmayıp, bakmaya devam edersek eğer; bir litre suyu, bir litre benzinden daha pahalıya alabileceğiz…
Suya götürüp susuz götürmek hikâyesi… Zengin bir aşiretin obasında, genç ve yakışıklı, yoksul bir çoban varmış… Aşiret reisinin kızına âşık olmuş… Kızın da çobanda gönlü varmış ama babası onu zengin biriyle nişanlamış… Bir gün yoksul çobanla genç kızı kuytuda konuşurken görenler, aşiret reisine haber vermiş… İki âşık yakalanmış… Kızı çadırına hapsetmiş, çobana bir ceza vermek üzere obanın yaşlılarını toplamışlar… Akçakocalardan, çobana acıyan biri, şöyle bir teklifte bulunmuş: “Bu çoban bize, işinin ehli olduğunu ispat etsin… Sürüsünü iki gün susuz bırakalım… Üçüncü gün sürüyü dereye götürsün ama su içmeden geri çevirsin… Bunu başarırsa, kızı ona verelim.” demiş… Bunun imkânsız olduğuna inanan Akçakocalar ve aşiret reisi, teklifi kabul etmişler… Sürüyü iki gün susuz bırakmışlar… Üçüncü gün oba halkı toplanarak çobanı izlemeye başlamışlar… Kavalını çala çala sürüyü dere kenarına kadar getiren çoban, sürünün başı olan koyuna âdeta yalvarmış ve sürüyü geri döndürüp obaya getirmiş; sonuçta sevdiği kız ile evlenmiş…
Suya götürüp susuz getirmek; keşki, kavalını hünerle çalabilen çobanın mutlu hikâyesinden ibaret olsa idi… Bu; sonunda kana kana su içmek olurdu, susuz kalmaya değer olurdu… En vahimi ise, dost sandıklarımızın, adı sanı susuz olanların, sulu davranmaları; dostlarının suyunu çıkarmaları; dostlarının gözlerini hüzünle sulandırmaları ve dost olmayanları güldürmeleri… Selam, sevgi ve saygılarımla.