Doç. Dr. Mustafa BAŞ - Köşe Yazısı
İnsanlara dinin tebliğ edilmesinden başlayarak yaşamın bütün alanında iyiliğin nasıl hayata geçirileceği İslam’ın temel prensiplerinden biridir. Allah, Kur’an ‘da Hz. Peygamberin şahsında insanlara yapılacak olan tebliğ de en önemli ilkenin hikmet ve güzel öğüt olduğunu “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 16/125) ayeti ile bizlere bildirmektedir. Bu ayette kimlere tebliğin yapılacağı ayırımı yapılmadığından dinin anlatılmasında Müslim, gayrimüslim herkese tebliğde bu ayet hükümlerine göre davranılması gerekmektedir.
İslam yaşantı ile söylem arasında bir işbirliği istemekte, Allah’da bu anlamda Kur’an’da yapmadıklarımızı başkalarından istemenin çok doğru bir davranış olmadığını bizlere bildirmektedir. Kur’an, içerdiği hükümler ve hükümlerin hedeflediği ana amaçlarla çağlar boyunca tazeliğini ve evrenselliğini koruyarak, ideal toplumu oluşturmayı ana hedef edindirmektedir. Bu hedefi gerçekleştirmek için de insanlar arasındaki ikili veya daha çok sayıdaki kimselerle ilişkilerde daima af yolunu tutmayı ve ilişkilerde yumuşak davranışı tavsiye etmektedir. Bu dini insanlara tebliğ eden ve hükümlerini açıklayan Hz. Muhammed’in (sas) de aynı metodu kullandığını vurgulamaktadır. “Allah’ın rahmeti sayesinde Ey Muhammed! Sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın etrafından dağılırlardı. Onları affet, onlara mağfiret dile...” (Ali İmran, 3/159)
İnsanları iyiye güzele davet dinin ana emridir. Müslüman’ın temel özelliğidir. Bugün bu eylemi yaptıklarını söyleyenlerin davranışlarının insanları dine celbetmekte değil, neredeyse din ve dindarlardan soğutmakta olduğu görülmektedir. Televizyon kanallarında din anlattıkları iddiaları ile insanları itham etmek, Allah’ın Rahmetini sanki kendi ellerindeymiş gibi kesin hükümlerle mesaj vermek, bağlı bulunduğu cemaatin ismi ile cennet biletçiliği yapmak gibi söylemlere hemen gün rastlanılmaktadır. Bütün söylemlerin arkasından aslı olmayan nalın ve ümmü sübyan dua ve kitapları, koruyucu kefen, kıble gösteren tesbih, seccade satışları da bu anlatımlardaki olumsuzluklara tuz biber ekmektedir. Bu olumsuz anlatımlar ve satışlar, tecrübi eylemlerle birleştiklerinde beyinlerde onulmaz sorgulamalara sebebiyet vermekte, din ve din adamına olan güven zayıflamaktadır. Oysa yukarıda anlamını verdiğimiz ayet ve daha birçok ayetlerde tebliğin insanlara en güzel örneklemeler verilerek ve bu örneklemeler hayata geçirilerek yapılması tavsiye edilmekte, dinin bir kazanç vesilesi yapılmaması vurgulanmaktadır. Bu hükümlerle insanların kandırılmaması, zihinlerinde din adına olumsuz imajların oluşturulmaması istenmektedir.
İyiliği emretme ve tebliğin yapılması esnasında karşılaşılacak zorlukta bile ölçü ve itidal esastır. Hz. Peygamber (sas); “Sizden biriniz, bir kötülüğü gördüğü zaman onu eli ile düzeltsin; buna gücü yetmezse dili ile düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Bu son uygulama imanın en zayıfıdır” buyurmuştur. Bu hadisle toplumda meydana gelecek ve bütün toplumu etkileyecek olumsuzlukların giderilmesinde nemelazımcı tavırdan sakınılmasının gerektiği, usul ve prensipler içerisinde aktif davranışlar sergilenmesi istenmektedir. El ile kötülüğün düzeltilmesinin öncelikle devlet otoritesinin yapabileceği, dil ile düzeltilmesinin entelektüel diyebilecek olduğumuz ilim ehlinin konuşma ve yazıları ile ortaya koyabilecekleri, kalben buğz etme ise bunlara güç yetiremeyen fertlerin yapması gereken eylemler olarak algılanabilir.
Bu hadiste istenen tepki ortaya konulurken, zaman zaman basın ve medyaya yansıyan olumsuz, tepki çeken tavır ve davranışlar değil, toplumdaki örf, adet, kanun, nizam çerçevesinde davranışlar hayata geçirilmelidir. Yanlışların ortadan kaldırılmasında öncelikle en yakınlarımızdan işe başlamalı, eylemlerimizle yanlışlara engel olmalı, eylemlerimizin fayda etmediği noktada yapılan yanlışların toplumsal ve insani zararlarını dile getirerek ikna yolu kullanılmalı. Bütün bu aktivitelerde ölçü, yine Kur’an’ın evrensel ve çağlar üstü ilkeleri olmalıdır. Son aşama olan kalben buğz etmede ise; hissettiğimiz karşı koyma duygusunu tavırlarımıza yansıtmalı, kendi içimizde bir tavır olarak bırakmamalıyız. Bütün bir toplumu etkileyecek yanlışlar düzeltilmediğinde, engel olmayanların da bundan hem maddi maddi, hem de manevi olarak zarar görecekleri bilinmelidir. İyi bir Müslüman, önce şahsında, sonra da toplumda iyiliklerin motoru, kötülüklerin de fireni olmalı, bunu yaparken de mücadelesinde hikmet ve güzel öğütle hareket etmeyi temel ilke edinmeli, inandığını hayata geçirerek örnekliğini yaşayarak ortaya koymalıdır.