Acaba
Uyuyan göllere ay ışığında
Sevginin resmini çizsem kim anlar?
Tomurcuk ayrılıp, gül açtığında
Yağmurun saçını çözsem kim anlar?
Bir mekân kaplamış ne varsa nerde
Kendi ötesini saklar her perde
Sonsuzluğun sona erdiği yerde
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?
Aşk, kömür beyazı; kin, süt karası
Eklenir yarama her dost yarası
Et oldum bıçakla kemik arası
Cellatla ahdimi bozsam kim anlar?
Doğumda yalan var, ölümde gerçek
Bir şeyler anlatır balık, kuş, çiçek
Kırık gönülleri toplayıp tek tek
Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar?
Gün geldi zamanı gömdüm kabire
Dağ oldu aklımın verdiği fire
Bağlasam telaşı çelik zincire
Sabrın derisini yüzsem kim anlar?
İçte deprem olur dışın düğümü
İhlâssız çözülmez işin düğümü
Aklımdan geçeni, düşündüğümü
Okusam kim dinler, yazsam kim anlar?"
(Abdurrahim KARAKOÇ)
Yazdıklarımızın yanlış yorumlanıp, değerlendirilmemesi için, çok sevdiğim merhum Şair Abdurrahim Karakoç'un şiirini başa koydum. Böylelikle büyük Türk milliyetçisini hayırla yad'etmiş olduk
TERÖR!...
Eskiden bu kavrama "tedhiş" denirdi. Artık bütün dünyanın ortak dilidir, terör.
Terörle yatıp, terörle kalkıyoruz. Çok acı. Asıl acı tarafı bu lanet olguyu o kadar içselleştirdik ki, yaşanılan hadiseler 'o anda' yaşanılıyor ve ertesi gün unutuluyor. Hatta aynı zaman diliminde farklı mekanlardaki fertlerin umurunda dahi olmuyor.
Alışmak ve alıştırılmak demek ki böyle birşey. Duygularımız, anlayışımız, i'zanımız, vicdanımız örselenmiş. İki 'ah vah'la geçiştiriyoruz acılarımızı. Zaten sosyal medye denen bir alan var. Oradan 2-3 fotoğraf paylaştın mı vicdanlar rahatlıyor.
Ders almıyoruz. Epi bir süre de alacağa benzemiyoruz. Aslında "ders"ler her an önümüzde, içimizde. Aymazlığın, uyuşukluğun, sonucu gözümüzün önünde. İşte en başta "Suriye' örneği önümüzde. Suriye'yi bu hale Amaaan sendecilik" getirdi.
Bomba mı patlamış, bilmem kaçıncı tekrarla onlarca, kaçıncı şehit, hiç umurumuzda değil(?!). Nasıl olsa "koca nasıl boynuzlanır", "zengin züppeden peydahlanan gayr-i meşru çocuk nasıl sevilir?" eğitimini veren tv dizi ve programları var.
İnsafımız kurumuş. Vicdanımız donmuş. İnsaf ve vicdanın sahibi olan "ahlak" unutulmuş. Ahlak yok ülkemizde. Güya "Dindar nesil" yetişiyor. Ahlak nerede? Bütün dinlerin -bozulmadan önceki halleri- ana hedefi cennete götürecek huy ve davranış öğretir. Yani "ahlak"öğretir. Ahlak nerede?
Yanlış hatırmamıyorsam Osman Gazi Köprü inşaatında çalışan bir Japon mühendis küçücük bir hata nedeniyle intihar etmişti. Son 1.5 yıldır ülkede patlayan bombanın haddi hesabı yok. 23 Aralık 2015'ten beri İstanbul'da 6 kez büyük çaplı bombalama eylemi oldu.(*) Verilen şehitlerin sayısını unuttuk. Hepsi dalyan gibi, gencecik, fidan gibi yiğitler. Tamam kimse intihar etmesin. Bari birazcık yüzler kızarsın.
Devletin terörle mücadele konseptinde yaklaşık 2 yıldır ciddi değişikliğe gidildi. Yerinde ve doğru bir değişim oldu. Hükümet kararlı görünüyor. Söylemlerden bunu anlıyoruz. Başarıları için yürekten dua ediyoruz.
Ancak, eksik olan bişeyler var. Bu eksikliik hem toplum olarak bizlerde, hemde devlet organlarında bulunan bi yerlerde var. İnkar edilemez.
Ülkemiz içten ve dıştan ateş çemberinde. Bu ateşi PKK/Pyd/Ypg/Hdp, İşıd, Fetö daha çok alevlendiriyor. Düşman kavi. Düşmanın çokluğu ve mukavemeti nedeniyle sadece "sadakat"li personel yeterli görülüyor. Ancak "ehil" olma mecburiyeti acelecilik sendromuyla pas geçilmekte.
Sadakat elbette çok mühim, ondan öte "liyakat" daha elzemdir.10 Aralık 2016'da Beşiktaş'taki saldırıda meslektaşımız 36 polis olmak üzere 44 şehit verdik. 17 Aralık 2016'da Kayseri'deki hain saldırıda 15 asker evladımız şehit oldu. Mekanları cennettir inşaallah. 19 Aralık 2016'da Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Marlov'a gene memleket düşmanı bir polis tarafından suikast düzenlendi. Karlov öldü. Allah ülkemize selamet versin. Artık herkes biliyor ki Türkiye çok ciddi ve elem verici "ateş sarmalının" içinde yer alıyor.
Bu dehşetengiz ateş sarmalından ülkeyi selamete erdirecek yine ülkenin kendi milletidir. Devlet güvenliği spesifik bir kavramdır. Bu kavramın içinde sadece askeri/kolluk gücü yer almaz. Bunun "ekonomik", "siyasi" ve "kültürel", " coğrafi/toprak" boyutu vardır. Bunun tümüne "milli güç" denir. Bir mücadelede, hele hele bir milletin ve devletin "beka" mücadelesinde bütün "milli güç" unsurları birlikte ve kollektif olarak hesaplanır, tasarlanır ve mücadeleye öyle sür(dür)ülür. Bu unsurlardan biri eksik veya zayıf kaldığında sonucu varılamaz. Varılsa bile eksik ve çok zor olur.
Terörle mücadele günümüzde bir "savaş stratejisi" mantığı ile yürütülmelidir. Çünkü "terör" soğuk savaş sonrası güncellenmiş ve yeni savaş stratejisi olarak oyuna sürülmüştür. O halde terörle mücadelenin "stratejisi" sağlam temelli ve "milli güç"unsurlarının tümünün içine sokulduğu yeni ve akılcı stratejilerle işlerlik kazandırılmalıdır.
Terör mücadele satranç gibi zor ve hamleler güden bir dizayndır. Bunun için ülke içindeki bütün elverişli ve "ehil" ellerden faydanılmalıdır. Bunun için "kültürel boyut" çok mühimdir. Beşiktaş' şehitler verilirken Bebek'te elitist kafelerde eğlence devam edebiliyorsa burada kültürel alt yapı çok zayıftır.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın "seferberlik" ilan etmesi bu anlamda çok manidar ve yerindedir. Ancak, bu teşvik ve çağrıya cevap bulunabilmesi için geçmişte na hak yere gönlü kırılmış ehil ve vatanperver kişilerin elinden tutulması ve mücadeleye dahil edilmesi gerekir. Mesela, emniyet bürokrasisi içinde yer almış iken haklı "fetö" endişesi saikiyle re'sen emekli edilmiş, ANCAK FETÖ İLE YILDIZI HİÇ BİR DÖNEMDE BARIŞMAMIŞ onca yetişmiş vatanperver, hatta mevcut iktidarı desteklemiş personel mücadeleye dahil edilmelidir. Binlerce emekli özel harekatçı polis var. Bu, her biri milli hislerle coşkun ve vatanperver personel terör şehit haberlerini duydukca ekran karşısında hüngür hüngür ağlamaktan ve yumruklarını sıkmaktan öte birşey yapamıyorlar. Herbiri yetişmiş ve tecrübeli elamanlardır. Eğitmek ve yetiştirmek için ilave bir maliyet ve zaman da gerekmemektedir. Yapılacak, tahkikat ile fetö ile bağlantıları var mı, yok mu araştırıldıktan sonra mücadeleye dahil edilebilirler.
Madem ki ortada "milli bir dava", "milli bir mücadele" var. O halde bütün devlet organlarındaki boşluk bu şekilde giderilebilecektir. Hain fetö örgütü ile bağlantılı ve iltisaklı olanların ihraç edilmesi ile ilgili oluşan boşluğun doğurduğu "vakum" etkisi bu şekliyle azaltılabilir. İyi bir polisin meslek içinde yetişmesi için, yeterli bilgi ve teçrübeye ulaşması için en az 5 yıl gerekir. Yoksa oluşan "vakum" etkisi istediğiniz kadar yeni personel atayın, sonuçta bilgi, tecrübe ve cesaret eksikliği ile sonuca ulaşmak (Allah korusun) zor olacaktır.
Ülkemizde son 2 yıldır, özellikle Temmuz 2015'ten beri çok ciddi terör saldırılarına maruz kalmaktadır. Bu konuda elbette başta pkk/pyd/hdp, fetö'nün etkisi söz konusudur. Bu örgütlerin kimin it'i olduğu gün gibi aşikardır. Bundan yüzyıl önce bizim olan topraklar üzerine kurulmuş iki devlet var. Bu devletlerden Suriye ile olan sınırımız 911 km, Irak'la olan sınırımız 378 km. Bizim için hayati öneme haiz bu bölge bütün dünyanın gözü önünde 'cadı kazanı' gibi. Bu cadı kazanında Türkiye'nin geleceği pişirilmektedir.
Batılı stratejik ortaklarımız(?!), İsrail'in güvenliği ve bekâsı için eninde, sonunda burada maazallah bir Kürt Devleti kurdurma peşinde. Irak'ın kuzeyinde zaten sadece bağımsızlığı ilan aşaması kalmış fiili bir devlet oluşumu mevcuttur. Batı her halükârda Suriye'de de bir oluşuma gidecektir. Ülkenin (Suriye'nin) neredeyse üçte biri pkk/pyd'nin elindedir.
Yukarıdaki durum tespitinden sonra ülke olarak bizim bekâ için, istikbâl ve istiklâl için duygusallıktan daha çok mantıkla hareket etmek zorundayız.
Peki, ne yapılmalı?
Elbette ülkemizi yönetenler, bu ateş sarmalını ve komplike ve evrensel tehdidi en az bizim kadar görmektedirler. Ancak, ülkenin bütün birikim ve enerjisini, kümülatif biçimde harmanlayıp, doğru analiz, doğru taktik ve akılcı ve etkin stratejiyle değerlendirip kullanılması gerekmektedir. En basitinden bir örnekle daha dün bütün ülkeyi kaosa sürükleyecek hain bir suikast saldırısı oldu. Bu saldırganın amiri, bu personelini ne kadar tanıyordu? Yapabileceklerini hiç kimse analiz etmedi mi? Yöneticilik sadece okulla, diploma ile yeterli değildir.
ELBETTE HER TÜRLÜ TERÖR ÖRGÜTLERİYLE, FETÖ'SÜYLE, PKK/PYD/HDP'SİYLE, IŞİD'IYLA, DHKP-C'SİYLE, V.B. İLE EN ETKİN BİÇİMDE MÜCADELE EDİLMELİDİR.
Ancak, memleketi için, devleti ve milleti için yüreği ateş parçası olmuş, yiğit vatan evladları unutulmamalıdır. Aktif mücadeleye etkin biçimde sokulmalıdır. Yaşanılan olayların ve müsebbibi asla kendisi olmayan, ancak olayların müsebbibiymiş gibi pasifize edilmiş kırgın gönüller unutulmamalıdır. Yetişmiş, yüreği vatan sevdasıyla çarpan fertlere Uğur Mumcu'nun kitabının adındaki gibi "sakıncalı piyade" paronayası ile yaklaşılmamalıdır.
Devlet yönetiminde ve strateji belirlenmesinde duygusallığa yer yoktur. Yeterli derinliği olmayan fırsat düşkünü, güncelden nemalanan kimi köşebaşlarını tutmuş aydın(?!) zümresinin telkin ve goygoyculuğuna bu ülkenin geleceği kaldırmaz.
Bizim yurdumuz vatanımız Türkiye'dir. Türk vatanı ile varız. Türkiye varsa varız. Maazallah, yoksa yokuz. Bizim başka sığınacak vatanımız yok. Birileri Pensilvanya'dan salyalarını akıtır. Onların salyaları ile kirlettiği cennet vatanımızı biz kanımızla temizleriz.
Yukarıda bahsetiğimiz vakumun boşluğunu yine bizler telafi edebiliriz.
Bombalar patlarken, gencecik fidanlarımız şehit olurken evlerimizde "koca karılar" gibi pineklemek bizleri kahrediyor. Devlet, "her zaman, her şartta devletimizin yanındayız" diyen vatanperver fertlerini göz ardı etmemlidir.
EN KISA SÜREDE SOSYAL VE SİYASİ HASAR TESPİTİ YAPILIP, GÜVENLİK BÜROKRASİSİNİN ANALİZİ İYİ YAPILIP, ÖNLEMLER BU ÇERÇEVEDE ALINMALIDIR.
Yıkılmış enkazın yanına ve üstüne barakalar kurularak çözüm bulunamaz. Mayası ve muhtevası sağlam malzeme ile güvenlik bürokrasisi yeniden yapılanmalıdır. Bunun için yine, işin ehli ve sadakat yüklü yetişmiş, tecrübeli, bir şekilde gâdre uğramış ve fakat yeniden kazanılacak fertlerden de faydanılmalıdır. Elbette bu zor ve netameli günler geçecektir. Yeter ki, heyecanımızı duygularımız beslerken, işlerimizi de mantığımız ve aklımız belirlesin.
Selam ve dua ile.