20 Ekim tarihli ‘Hata değil tercih’ başlıklı köşe yazımda ülkemiz ekonomisinde görülen dalgalanmaların bir politika yanlışlığı değil tercih olduğunu dile getirmiştim.
Yazımın son bölümünde “Yüksek döviz kuru üzerinden ihracat odaklı, ithalatı caydırıcı bir ekonomi politikası başarılı olabilecek mi? Türkiye, Çin’in ikamesi haline gelecek mi? Yüksek kur düşük politika faizi sürdürülebilecek mi?” sorularına dikkat çekmiştim.
1,5 ay önce kaleme aldığım bu yazının ardından yaşanan gelişmeler sürecin tam da böyle ilerleyeceğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son dönemde “ihracat” vurgusu yaparken “Çin de böyle büyüdü” dedi. Yani Çin modelinin örnek alınacağını açıkça deklare etti.
Peki, Türkiye Çin gibi olabilir mi?
Öncelikle rol model aldığımız Çin’in dünyanın en büyük 2’nci ekonomisi olduğunu unutmayalım. Eskiden ‘Çin malı’ diye tabir edilen ucuz ve kalitesiz ürünler artık yok. Bir dönem dünyaya kapalı olmasına rağmen şu anda dünyanın en büyük hem ihracatçısı hem de ithalatçısı. Kendi teknolojisini üretmiş ve dünya pazarında yerini almış konumda. Dolar rezervi yaklaşık 4 trilyon dolar.
Türkiye’nin yüksek kur, düşük faiz, üretim ve ihracat temelli ekonomi politikası bizi Çin gibi dünyanın en büyük ekonomiler arasına sokar mı? Bence asıl soru bu değil. Buradaki temel hedef Çin’in ikamesi haline gelmek. Amaç, dünya ticaretinde yaşanan soğuk savaş döneminde pastaya ortak olmak.
ABD ile Çin arasında yaşanan ticaret savaşı devam ederken Türkiye ise hem ABD hem de Çin tarafında iyi bir alternatif olmak istiyor. Gerek doğrudan gerekse dolaylı yoldan dünyanın iki büyük ekonomisinin çatışmasını fırsata çevirip “En iyi alternatif benim” mesajı vermek istiyor. Türkiye’nin bu potansiyeli olduğuna inanıyorum. Ancak, geleneksel finans sisteminin yeniden ele alındığı ve ‘Dijitalizm’ adı altında kurulmak istenen yeni dünya düzeninde pek çok şey eskisi gibi olmayacak. Dünyanın rezerv para birimi olan ‘Dolar’ın ve yüzyıllardır süregelen ‘Kapitalist’ sistemin sorgulandığı bu ortamda kartların birçok kez daha yeniden karılacağı aşikar.
Türkiye’nin en büyük handikapı ise birçok alanda devam eden dışa bağımlılık. Yüksek döviz kuruna buna bağlı olarak başta enerji fiyatlarında yaşanan artış üretim enflasyonunu yükseltmeye devam edecek. Artan girdi maliyetleri piyasaya pahalılık olarak yansıyacak. Enflasyon artacak ve alım güçleri düşmeye devam edecek. Enflasyonist bir ortamda rakamsal büyümeler gerçekleşse de bunun hane halklarına yansıması zayıf olacak. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sarmalı kırmayı başarabilirse işte o zaman tam anlamıyla büyüme sağlanmış olacak.
Türkiye’nin bu saatten sonra Çin’i yakalaması pek mümkün gözükmese de Çin’in ikamesi olma potansiyeli yüksek.