“İnsan, Melek, Hayvan” can taşıyan mahlûkatın kategorik sınıflarının üst başlıklarıdır. Bu başlıklar arasında ince bir ilinti, irtibat ve ilişki mevcuttur. Aklı ve nefsi olanlara “İnsan”, yalnız aklı olanlara “Melek” ve yalnız nefsi olanlara “Hayvan” denmektedir. Yaratılmışların en şereflisi olan insanın şerefi, nefsini aklının kontrolünde tutmasıyla devam eder. Nefis, aklın güdümünde bulundukça insan melekleşir ve hatta meleklerden de daha mükerrem olur. İnsanlardan seçilen Peygamberlerin, meleklere ve cinlere model, örnek, önder, mihmandar, kılavuz, rehber ve imam olarak gönderilmiş olması, insanın keremini ve cevherinin yüceliğini en iyi şekilde anlatsa gerek. Bunun tersi, insanı, aşağının bayağısı hâline getirir. Bu tabloyu Kutlu Kitabımızdan dinleyecek olursak: “Biz, gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip sâlih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.” Bir başka âyeti kerimede ise şöyle buyrulmaktadır: “Yoksa sen onların çoğunun söz dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.” Meleklerde ve hayvanlarda teâlî ve terakkî, tedennî ve inhitat yoktur. Nurdan yaratılan Melekler günahtan âzâde olup, müteharrik olmayan akıllarıyla yalnız Allah’a itaat ve ibadet ederler. Hayvanlar ise, yalnız nefislerine tutsak, yani, hiçbir teklife muhataplıkları ve sorumlulukları yoktur. Akıldan öte süflî eylemleri onun içgüdüsel dürtüleridir.
İnsanın mahlûkat içerisindeki mümeyyiz farkından ve alâmet-i fârikasından neş’et eden hikmetlerden bazılarına değinmek icap ederse: İnsanın, iyi ile kötüyü ayırmasından “İlim” doğmuştur. İmandan önce emredilen ilim… İnsana inanmayı öğreten erdemdir ilim. Onun için İslam’ın ilk emri “Oku” dur. Onsuz yapılan her şey şekil ve taklitten ibarettir. İmana hakikati, ibadete tahkîki, amele ihlâsı bahşeden ilimdir. Onun için, bütün kitaplar “üç kitabı” anlamak gâyesiyle okunur / okunmalıdır. Bu kitaplar: “İnsan kitabı, kâinât kitabı ve Allah’ın kitabı”dır. Bu sebeple Kur’an, “Allah’tan en çok âlimler korkar” der. Cennet mekân Yunus’un şu muhteşem dizeleri bu doğruyu anlatmaz mı? İlim ilim ilmektir / İlim kendin bilmektir / Ha kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır.
İnsanın, güzellikle çirkini ayırmasından “Din” doğmuştur. İnsan yaratılmışların en güzelidir. Güzeli bilmek, güzeli aramak, güzeli sevmek onun mürüvvetindendir. Din ve dinin emri îman da güzeldir. Güzelin güzele âşık olması, bülbülün güle âşık olması gibi fıtrîdir ve de tabîidir. İnançsızlık ve dinsizlik ise sun’îdir. İnkâr; gizlemek, saklamak, örtmek, kapatmak, hapsetmek, gömmek demektir. Örtülen şey, örtülmekle yok olmaz. Büyük düşünür Max Planck: “Hangi sahada olursa olsun, ilimle ciddî şekilde meşgul olan herkes, ilim mâbedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: ÎMAN ET!” Bir Allah dostu der ki: “Vicdanın ziyası din ilimleri, aklın ziyası ise fen ilimleridir. İkisinin birleşmesinden ‘Hakikat’ doğar. Aksi takdirde birincisinde ‘Taassup’, ikincisinde ‘Şüpheler’ meydana gelir.” Evet, dini ilimsiz, ilmi dinsiz düşünmek mümkün değildir. Newton’dan sonra fizik dünyasının en önde gelen isimlerinden Einstein’ın: “İlimsiz din kör, dinsiz ilim topaldır” sözünün hikmeti de budur. Söze, Einstein el koyunca, umulur ki, körler görür, topallar yürür. Öyle ya, insana yedinin altıdan büyük olduğunu ilimle öğretebilirsiniz. Ama altı helal liranın yedi haram liradan büyük olduğunu kim öğretecek? Bu muallim, yalnız ve ancak “Din” dir. Bu ilâhî denklemin olmadığı veya bozulduğu zamanlarda adâlet, mekânlarda saâdet, yüreklerde selamet olmaz / olamaz…