Sessizce akan nehirlerin ne girdapları olur… Gökte kuş gibi süzülen uçaklar için de “hava boşlukları” riski vardır... Hayatta da, girdaplar ve hava boşlukları gibi bazen meseleler, düğümlenir; kırılan fay hattının depreme sebep olması gibi her şey aksar… “Emanet ehline verilmeyince, kıyameti bekle!”… Hakkıyla yapılmayan işin kıyametini!..
Yüzyılımıza bu düşünceyle bakınca, yığılan meselelerin çözümünün büyük bir patlamaya, milletler arası kanlı bir kapışmaya kaldığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Ertelene ertelene biriken meselelerin, artık geciktirilecek yanı kalmadı. “Bu dünyanın beyninde bir ur var... Bu dünya, urunu nasıl olsa bir gün kökünden kazıtmaya mecbur... Bu dünya, 1914 ve 1939 umumî harplerini hep aynı ur yüzünden açtı. Fakat bir türlü ondan kurtulamadı ve urunu temizleyemedi.” (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü). İki dünya savaşında kazınamayan ur; mücadele şartlarının ve tarzlarının değişmesiyle; devletler birbirinin kuyusunu, komplolarla, terörle, propagandayla, telkin vasıtalarıyla kazdığı için, ameliyatla alınamadı ve kangrene döndü. Öyle ki, Bilecik türküsünün;
“Alt(ı)aydır mektup gelmez,
Ne ölüdür, ne sağdır”
Dediği gibi dünya da ne savaşta, ne barışta; daha doğru bir ifadeyle barış maskeli bir didişme içinde. Hani derler ya, üçüncü dünya savaşı ne zaman çıkacak sorusuna, ne zaman bitecek, demek istiyorsun her halde, diye cevap verilmiş.
İşte dünyanın, hafakanlı ve cüzamlı suratında herkes tarafından ayan beyan görülen ve ertelenecek yanı kalmayan, meseleleri:
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla İslâm dünyasının, ipi kopmuş tesbih gibi dağılması ve tanelerin Batı hayranlığıyla birbirini dişlemesi…
Liderliği kaybeden Türk milletinin; tekrar aslan olmakla, kabuğunda erimek arasında bocalaması…
Batı’nın; madde hâkimiyetine güvenerek kalkıştığı dünyayı nizamlamada aciz kalması… Ağaç diplerindeki piçler gibi bir uzantısının (ABD), Batı’yı ve Batı liderliğini gölgelemesi…
ABD’nin; meccanen ele geçirdiği dünya liderliği payesini, Yahudi için dünya jandarması olma hevesine heba etmesi ve dışarıdan bir müdahale bile olmaksızın, ideal yokluğundan sarsak hale gelmesi…
Batı’nın Sosyalizm, Faşizm ve Komünizm fiyaskolarından sonra, akıbetinin onlar gibi olacağını bile bile Kapitalizme ve Liberalizm’e bel bağlamak zorunda oluşu…
Tehlike karşısında birbirine sokulan sürü psikolojisiyle kurulan Avrupa Birliği’nin, sağlam bir fikir ve imana dayanmadığı için esaslarını oturtamadan krizlerle bocalaması…
İsrail’in; dünya imparatorluğu hevesiyle, (imkânsızlığını içten içe hissettiği halde) şifa bulmaz nefsaniyet, hırs ve asabiyetle kendisi, çevresi, bölgesi ve dünya için tehlike olması…
Büyük bir medeniyete sahip Arap milletinin; fikir ve iman öfkesiyle değil de içgüdüyle, şaşkınlık, asabiyet ve hınçla kıyamı…
Büyük kapışmanın getireceği kıyamet ihtimaliyle içten içe titreyen devletlerin ittifak arayışları…
Enerjide, teknikte, iletişimde, haberleşmede, etkileşimde kısaca madde hâkimiyetinde kontrol edilemeyen, fikir ve iman emrine verilemeyen baş döndürücü gelişme…
Cinayette, zulümde, nefsi azdırmakta, bencillikte, hırsızlıkta, dolandırıcılıkta baş döndürücü yükseliş; insanlıkta, adalette, hakta, barışta, doğrulukta, iyilikte, sevgide, merhamette baş döndürücü düşüş… Şairin dediği gibi;
“Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...” (Arif Nihat ASYA, Naat)
Dünyayı yeniden nizamlayacak bir fikir ve iman manzumesine muhtaç insanlığın; ümitsizlikten dolayı, kapana yakalanmış fare gibi korkak ve şaşkın çırpınması ve içkiye, sefahate, eğlenceye, alkole, fuhşa, uyuşturucuya dalması…
Dünya, dengesini kaybetmiştir; onu ancak hem maddeye, hem mânâya hâkim, mânânın ve maddenin hakkını bilen bir iman, dengeye getirebilir… Ya o, ya o!..