'YENİDEN DOĞUŞ VE DİRİLİŞ' TASAVVURU İÇİN YESEVİLİK

ŞEVKET KARAYİĞİT

Dünya her geçen gün büyüyen ve çoğalan buhranın sarmalında çırpınıyor. Modernizmin ve Batı'nın kendi sömürgecilik aracı olarak kullandığı unsurları, kendi dışındaki coğrafya ve sistemlere kimi zaman zorla, kimi zaman yumuşak şekilde dayattığı; Roma-Grek kültürü ve Hristiyanlık inancı ürünü sistemlerle Mavi Küre'miz her geçen gün dayanmaz acıların içinde, yaşanmaz hale gelmektedir.

Bütün bunların yanında İslâm coğrafyası paramparça olmuş durumdadır. Varlıklarının tek sebebi Batı'nın sanayisini, varlığını besleyen Allah vergisi enerji hammeddesinin(petrolün) üzerinde kurulmuş olmasıdır. Bu enerji hammeddesi de eninde sonunda (40-50 yıl sonra) bitecektir. Petrolü bitince kendilerine duyulan sunî muhabbet sona erecek, muhtemeldir ki kirli bir peçete gibi kenara atılan geçici müttefikler olacaklardır.

Dünyanın her yerinde gözyaşının ve kanın oluk oluk aktığı bir fitne zamanında yaşıyoruz.

Öte yandan Batı'nın her türlü gayrî meşru emelini meşrulaştıran(?!), işgâlini besleyen, iç çatışmalar ve ayrışmayı  besleyen, Arap coğrafyası kökenli Selefîlik ve Vehhâbîlik gibi, İslâmın ruhuna ve gayesine aykırı akımlar sayesinde çözüm bulmak, "vahdet"i oluşturmak çok zor olacak, yaşanan ızdırap artacak gibi görünmektedir.

"Şiddet" denilince akla ilk gelen unsur, ne yazık ki "İslâm alemi" olmaktadır.  Bunda en önemli unsur İslâm coğrafyasının ekserisinde görülen "bedevîlik" kültürel alt yapısının, O pak Nebî'nin(s.a.v) vefatından 50-60 sene sonra Arap coğrafyasına yeniden hakim olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa ki İslâm "barış","esenlik", "güven"demektir.

Ne vakit Milletimiz İslâmla bütünleşti, işte, o zaman İslâm gayesi ve ruhun yeniden şekillenerek hüviyet kazanmıştır. Bu şekillenmenin ruhunun mayasında Buhâra, Semerkant'ı inanç merkezi edinmiş Türk Milletinin taşıdığı hasletlerin etkisi çok büyüktür.

Dünyanın ve İslâm coğrafyasının huzuru ve refahı için en büyük çabayı Türk Milleti ve Türk Devleti göstermiş ve hâlâ göstermektedir. Bunu geçmişte milletimiz başarmıştı. Bu başarı milletimizin taşıdığı ruhî genleri sayesinde olmuştur. Bizler 1000 yıldır İslam'ın ve İslâm coğrafyasının hâdimi ve lideri olduk.

Bizler acıya, zorluğa teşne olmuş bir milletiz.

Şimdilerde Millet olarak 'bekâya' ve 'refaha' dair ızdırabımız bulunmaktadır.  

Biz Türkler "yalın"yaşamayı bir hayat biçimi haline getirmiş milletiz. Uçsuz bucaksız bozkırların serin rüzgârlarında ruhunu, hep yalın ve temiz tutmuş, bu yalınlığı ve temizliği Adriyetik'ten Çin Settine kadar taşımız bir milletiz.

Tarihin ilk evrelerinden beri, milletimiz ruhunu hep diri ve pak tutmuştur. Dönem dönem dış kaynaklı sirayetlerle, özellikle son 150- 200 yıldır ruhunu besleyen yalınlığın beslediği ulvî değerlerin örselenmesiyle, özünden uzaklaşmanın verdiği kısmi mesafe ile bunalımlı dönemler yaşamıştır.

Türklerin tam hüküm sürdüğü hiç bir coğrafyada tarihin hiç evresinde zulüm ve kaos yaşanmamıştır.

Bunun en önemli nedeni ruhuna giydirdiği saf ve yalın ruh mayası, cesaret, cömertlik, yiğitlik vefâ, hakka teslimiyet ve düzensizliğe karşı içinde, özünde taşıdığı hamiyet yüklü vasıflardır.

İşte günümüzün meselelerine çözüm, bu özümüzdeki "öz"e dönüştedir.

Bizim  özümüzü mayalayan, medeniyet ruh mimarlarımızın en başında gelenlerden biri de, bizim KURUCU ATA'MIZ Hoca Ahmet Yesevî (k.s) hazretleridir.

Izdırap ve kana bulanmış günümüz dünyasının refah, huzur ve emniyet bulması için Pir-î Türkistan Hace Ahmet Yesevî' ve hayat düstûru(felsefesi) iyi bilinmeli, şimdiki ve gelecek nesillere aktarılması gerekmektedir.

"Yesevîlik", Ahmet Yesevî tarafından kurulmuş Buhârâ menşeili bir tarikattır, yoldur.

Ahmet Yesevî(k.s), Çimkent- Sayran'da doğmuş, Buhârâ'da ilim ve tarikat tahsili yapmıştır. Kendisi Yusuf Hemedâ'nin öğrencisi ve halifesidir. Şeyhinin vefatından sonra Yesî(Türkistan) şehrine yerleşmiş, ölünceye kadar orada yaşamıştır.

Ahmet Yesevî'nin Ortaasya Türkleri arasında İslâmiyetin ve İslâm tasavvufu anlayışının yayılmasında çok büyük katkısı olmuştur.  Ahmet Yesevî, İslâm şeriat ve esaslarını, tasavvuf ilkelerini, tarikat âdap ve erkanını öğretirken, diğer yandan İslâmiyeti Türklere sevdirmiş, Ehl-i Beyt âkidesini yayıp yerleştirmiştir. Çok iyi Arapça ve Farsça bilmesine rağmen nasihatlerini, öğütlerini Türkçe vermiştir.

Türkçe, nasihat türünde,"Hikmet" olarak bilinen şiirlerinden oluşan "Divan-ı Hikmet" adlı eseri vardır.

Yesevîlik  önceleri Taşkent, Seyhun bölgelerinde tanınmış iken, sonraları Kafkasya ve Anadolu, Balkanlara yayılmıştır. Anadolu'da iyi bilinen Nakşîbendilik ile silsile yönünden ilişkisi vardır.

Ahmet Yesevî şeyhi Yusuf Hemedanî gibi, Hanefi mensubuna mensubtur. Şeriat ile tarikatı meczetmiştir. Türk hak sufîliğinin kurucusu, manevi iklimini şekillendirici piridir.

Kendisine bağlıları özellikle Anadolu ve Balkanlara göndermiştir. Anadol'nun ve Balkanların Türk ve Müslüman yurdu olmasını sağlamıştır. Anadolu'ya gelen Alp-erenler, işte bu Hz. Yesevî'nin Horasan erenleridir.

13.yy'da Anadolu'da kök salmaya başlayan Bektaşîlik, Babaîlik, Haydarîlik bu millî, Yesevîlik tarikatından nefes bulmuş kollardır.

Yunus Emre, Hacı Bektaş-Velî, Sarı Saltuk, Hacı Bayram Velî, Anadolu toplumsal yapısının mimarlarından ve Ahîliğin pirî olan Ahî Evren(Evran), Osmanlı Çınarı'nın tohum babası, Şeyh Edabalı, Orhan Gazî'nin mürşidi  Geyikli Baba, Somuncu Baba gibi velî Alp-erenler, Yesevî'nin(k.s) akıncı muhibleri ve takipçileridir. Bu kutlu kişiler, Pîr-i Türkistan'dan aldıkları manevi nefesle Anadolu ve Balkanlar başta olmak üzere Türklerin hakim olduğu islâm coğrafyasında yurt edinmenin, yerleşmenin, siyasetin, askerî sistemin, iktisadî, sosyal/ictimaî yapının, hukukun, ticaretin şekillenmesinde doktriner olmuşlardır.

Yesevî'lik, Allah ve Peygamber (a.s) büyük bir aşkla bağlılık olduğu gibi, soyluluk, yiğitlik, vefâ ve doğruluk gibi hususların ruha kılavuz olması demektir.

Bu özellikler nedeniyle, inanç ve davranıştaki samimiyeti gören yiğit Türk toplumu, kendi "öz"ünün temsilcisi olarak Ahmet Yesevî'yi ve yolunu kutsal bilmiştir.

Bu yönüyle eski Türk gelenek ve törelerinden İslâmiyetle çelişmeyen unsurlar Yesevilikle harman olmuştur.

Ahmet Yesevi'nin yolu "Yesevîlik", başta Anadolu olmak üzere, Türklerin hükümran olduğu her toprağı MAYALAMIŞTIR. O maya sayesindedir ki bu coğrafya'da 1000 yıldır varız. Daha nice binlerce bu topraklarda ve hatta daha fazlasında yaşayacak isek , Hz.Yesevî'nin yolunu izlemek zorundayız.

Yedi iklim, dört kıtaya adalet ve barış hazreti Pir'in manevi kandili ile ulaşmıştır.

Daha önceki yazımızda "Maturidîlik" vurgusunda bahsettiğimiz gibi, bu topraklarda bekâ'ya ve refaha dair hedeflerimiz varsa, Yesevîlik en başta gelen reçetelerden biri, hatta en başta gelen sosyolojik temelli, reddedilemeyecek bir "çözüm" gerçekliğidir.

Toplumdaki her alandaki çözülme, yozlaşma ve bozulmayı frenliyebilecek bir uhrevi akımdır Yesevîlik...

Yesevilik, utanmazlık karşısında hâyâyı, cimrilik karşısında, cömetrliği, fırsatçılık karşısında dayanışmayı, düşmanlık karşısında barışı, nefret karşısında sevgiyi, mal biriktirme, çalıp-çırpmaya karşılık ahiret hesabını, yozlaşmaya karşı töreyi, her alandaki ve her türlü hilekârlığa karşı ahlâkı hayat tarzı olarak benimsemiş, öğütlemiştir.

Tasavvuf erbabının iyi bildiği "Dört Kapı" (şeriât, tarikât, mârifet, hakikât düstûru) anlayışını zihinlere ve ruhlara giydirmiştir.

Coğrafya sıradan bir toprak parçasından vatan haline; ahlâk, töre, dayanışma, hâyâ, cömertlik, vefâ, çalışkanlık, yiğitlik, adâlet ve hesap korkusu ile ile gelir. "Alp-erenlik" ve "Âhîlik" anlayışı olmadan Anadolu müslüman Türk olmamıştır. Allah korusun,  son yüzyılda artan bir ivme ile bu topraklarda bir ve birlik olma kaygısındaki milletimiz, tek millet, tek vatan, tek bayrak tek devlet anlayışını gaye edinmiş devletimiz, içteki ve dıştaki kollektif düşmanlıklar nedeniyle, sırça tabak gibi darmadağın olup, tarihe gömülme tehlikesini hissedilir biçimde yaşamaktadır.

Ne yazık ki millet, toplum, birbirinden içten içe mesafeleşmekte, pozitif değerlere dair duyarlılık azalmaktadır.

Aile kurumu "kuruma" tehlikesi altındadır. Boşanma istatistikleri ortadadır. Mahkemelerdeki alacak-verecek dosyalarının sayısı günden güne artmaktadır. Toplumun her katmanında saygı, sevgi,  vefâ, dürüstlük, güvenilirlik, devlete bağlılık azalmaktadır. Bunun en yakın örneği 15 Temmuz'da yaşadığımız lanetli darbe girişimidir. Devletin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının ciddi gayretlerine rağmen, hamiyete dayalı, milli tasavvurlara karşı yıkıcı faaliyetler azal-a-mamaktadır.

Devletimizin, milletimizin geleceğe dair, daha hür, daha müreffeh, daha hükümran ve bağımsız, daha yüce hedef ve gayeleri bulunmaktadır. Bizi yüceltecek olan, diri ve güçlü kılacak enerjinin kaynağı, yine bizim kendi mayamızda ve öz'ümüzde  mevcuttur. Başka mecra ve kaynaklara meyletmek anlamsız ve yanıltıcıdır.

İşte, yanıbaşımızda Şam Şeytanı'nın ateşi, coğrafyamızın dibinde alev alev cayırdamakta ve dumanı, ısısı bizi de terletmektedir. Selefilik gibi, kaynağı ve niyeti belli akımlar bizim halis inancımızı virüs gibi sirayet etmektedir. Bunlara karşı panzehir bizim mayamızda ve köklerimizde sapasağlam durmaktadır. Bu, itikattaki mensubiyetimiz 'Maturîdilik' olduğu gibi, uygulamada 'Yesevîlik'tir.

Ortada bir gerçek var, Anadolu giderse, Ortadoğu, İslâm coğrafyası da gidecektir. Biz Anadoluyuz. Ortaasya'nın sarıklı yiğit erenleri, Anadolu'yu, Kafkasya'yı, Balkanları Türk ve müslüman vatanı yaparken çıkarı, menfaati, fırsatçılığı, husumeti, ahlâksızlığı düstûr edinmediler. Civanmertliği, fedakârlığı, cömertliği, vefâyı Hâk rızasını prensibini baş tacı yaptılar.

Yesevi'nin O, kutlu Alplerin başlarındaki sarık, kefen ölçülerindeydi. Verilen mücadelede vefat ederlerse, başınlarındaki sarık kefenleri oluyordu.

Yani, Yesevîlik pınarından kana kana içen ALP-ERENLER ÖLÜMÜ BAŞLARININ ÜSTÜNDE TAŞIYORLARDI.

O, gazi dervişlerin, Alperenlerin dertleri plazalar(!?), son model arabalar, lüks haneler, kıymetli takılar, süslü ve bakımlı hanımlar değildi.  Bütün bunların yanında Yesevîlik "asalak" yaşamak da değildi.

Tek dertleri vardı, "HAK'ın rızasını kazanabilmek", Allah'a yakın olmaktı. Onun için başlarındaki sarık kefenleriydi.

Bütün bunlardan hareketle, yeni , müreffeh, itibarlı, bakî, kudretli,cesâmetli Türkiye için, aynı geçmişte olduğu gibi, Yesevilik önemli bir ruh ve dava mayası ve gıdasıdır.

Bedevî kültürün Anadolu'yu hükmetmesi çabasının önündeki en büyük panzehir, Yeseviliktir. Akılsızlığa ve vicdansızlığa settir. Muhammed Esed gibi Yahudi dönmelerinin eserleriyle zihinlerini kirletenlere karşı panzehirdir.

Özetle;

Hâce Ahmet Yesevi hazretleri, "kâfir bile olsa insan kalbini kıramazsın" der.

"Marifeti olmayanın kerâmeti olmaz" düstûrunu öğüt verir. (Bu düstûrun unutulması 15 Temmuz gibi hain darbe teşebbüsünü doğurmuştur.)

Pîrimiz, Hâce Türkistan 99 bin mürid yetiştirmiştir. Müridleri ruhlarını olgunlaştırmak için, seyyâh olup "hikmet" taşımışlardır. Izdırap yüklü coğrafyalara kanat çırpıp barışı, sevgiyi, emniyeti çoğaltıp nakletmişlerdir.

Yesevîlik'te "benliği", "ikiliği" yok eden bir hâyat anlayışı esastır, birlik, bütünlük ana omurgadır.

Yol, ilâhi "aşk" yoludur.

Türklerin özünde var olan DOĞRULUK-SAMİMİYET, GÜZEL AHLÂK, ADALET VE CESARET gibi faziletler Dört Büyük Halife'nin (r.a.) hasletlerinin aynısı, Hazret-i Türkistan'ın ilâhi nâzımla yoğurmasıyla bozulmaz kıvama ulaşmıştır. Dünya, bu bozulmaz hasletlerle huzura kavuşabilecektir.

Yukarıda zikredildiği gibi, özelde milletimizin, genelde ise islâm coğrafyasının ve ötesinde bütün dünyanın ızdıraplarına merhem olacak reçete; Pîrimiz, Ata'mız, Hace Türkistan Ahmet Yesevî'nin öğretisi ve yolundan gitmektir.

Ne mutlu O kutlu kişilerin yolundan gidenlere.

Selâmlarımla."

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.