Gazete sayfaları her gün cinayet haberleri ile doluyor… Ekranlarda da dehşetle izliyoruz...
“Öz kızını bıçaklayan (…), ‘kocamla kız kardeşimin ilişkiye girmesi, beni deli etti. İntikam için (…)’ı öldürüp, suçu ikisinin üstüne atacaktım…” “Kanserli koca, ölümünden sonra başkası ile evlenmemesi için karısını öldürdü…” Rastgele iki haber… Örnekten bol ne var…
Düşünün komşusunun çocuğunu öldürüyor, daha sonra olay yerine gelip, herkes gibi ne olmuş diye soruyor… Bir buçuk yüzyılı aşan Batıcılık maceramızın sonunda onun gibi cinayeti yadırgamaz bir toplum haline geldik. Televizyonlarda her akşam cinayet filimlerini ve dizileri boşuna seyretmiyormuşuz meğer…
Tabiî ki cinayetlerin sebebini televizyona, medyaya yıkıp, teşhisi koyduk, suçluyu bulduk diyerek işin içinden sıyrılamayız. Gazeteleri ve televizyonu, daha geniş ifadesi ile iletişim araçlarını ve medyayı da bu furyanın içine çeken ve cinayetler işleten sebepleri tespit etmek lâzım… Böyle bir cinayet ortamı, böyle bir cinayet “kültürü” nasıl meydana gelmiştir; bunu tespit ve teşhis etmek lâzım…
Can almanın en büyük suç olduğuna inandığımız dönemde cinayet nedir bilmezdik. Bir yabancı 18. yüzyıl Osmanlı Devleti halkı için şöyle diyor: “Halk silâh taşımayı pek sever. Piştov, kama, hançer, kılıç ve saire her çeşitten silâhlarla dolaşan insanlar, bunları kullanmayı ve hele Müslümanlar için kullanmayı aklının ucundan bile geçirmez. Öfke küpü haline bile gelseler, silâha sarılmazlar”… İnsanların pür silâh dolaştığı İstanbul’da yılda sadece 4 zabıta vakası oluyor. Onların da üçü azınlıklara ait ve para meselesi, biri basit bir tartışma…
Pür silâh, âdeta seyyar bir silâh deposu gibi dolaşan, buna rağmen yerdeki karıncaya bile basmayan, basamayan; bir kuş ötüşüne ağlayan kuzu gibi bir milleti; silâh yasaklarına, polise, güvenlik kameralarına rağmen en yakınlarını bile öldürecek hale getiren ruhî, içtimaî, fikri sebepler nelerdir? Sadaka taşını icat eden cemiyet; yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük haberlerini yadırgamaz hale nasıl gelmiştir? İşvelerine kanmayan Türk beyini, İngiliz (leydi)si, takdirle anlatır… Bugün kendi paralarıyla tezgâhlara gelip kasetlerle esir alınıyorlar. Everest tepesinden Lut gölüne düştüğümüzü görüp, hangi tedbirler alınacağını sayıp dökmek yerine, ilgilinin istifası ile meselenin çözüleceğini sanıyoruz ve istifa ederse çözüldü diye kendimizi aldatıyoruz, etmezse suçu ona yıkıyoruz.
Sabah akşam konuşmaktan başka bir iş yapmayan, birbirleriyle didişmekten başka hamle bilmeyen, propagandaları ile kafamızı şişiren, sokakları, caddeleri, köyleri, şehirleri, hattâ kırları kirleten siyasîlerimiz bu konuda tek kelime etmiyorlar, hiçbir tedbir düşünmüyorlar… Daha da acısı, cinayetlerin gittikçe arttığını ve bunun sosyal bir felâket olduğunun bile farkında değiller. Asıl cinayet, bu halin ne büyük bir felâket olduğunu bilmemek…
Zamanenin en büyük belâsı terörün, terörden de büyük zararı, bütün felâketlerden beter olmasıyla onları ehven kılması, bütün belâları önemsenmez duruma getirmesi.