ZALİM DÜNYA ASLANI KEDİYE BOĞDURDUN

AHMET RIFAT SAĞLAM

Eski zamanlarda bir kral sarayın hemen girişindeki yolun ortasına kocaman bir kaya parçası koydu. O gün akşama kadar saraya çok sayıda insan geldi, gitti. Ülkenin en ileri ticaretçileri, zenginleri, yöneticileri… Hepsi de yolun ortasındaki bu nahoş manzara karşısında kralı ve yönetimini eleştirdiler. “Halktan onca vergi alıyor, daha sarayın etrafı bile darma dağınık. Bu ne biçim yönetim.” ve benzeri eleştirileri sesli sesli birbirleriyle paylaştılar.

 

Kral, yolun ortasındaki bu düzensizlik karşısında halkın ne yapacağını bilmek istiyordu. Ama ne şanssızlık ki her gelen kralı eleştirdi. Derken sırtında heybesi ile bir köylü de saraya geldi. Sarayın girişindeki kocaman bu engeli görünce, sırtından heybesini indirdi. Ikına bıkıla, terleye zorlaya, bu taşı kenara itti. Sonra tam heybesini sırtına alacaktı ki taşın eski yerinde bir altın çıkısının olduğunu gördü. Çıkının üzerinde ise “Bu altınlar taşı yoldan kaldıran kişiye aittir.” yazıyordu.

 

Konuştuğum her ortamda görüyorum ki kimse dünyanın gidişatından memnun değil. Herkes her şeyden dert yanıyor. Milli Eğitim sisteminden dert yanıyor. Türkiye’nin dış siyasetinden dert yanıyor. Aile içi huzursuzluklardan dert yanıyor. Amerika’dan dert yanıyor. Güneş’ten dert yanıyor. Ay’dan dert yanıyor. Dünyanın sıcaklaşmasından, soğumasından; daha bir sürü şeyden dert yanıyor.

 

Dert yanmaya alışmış bir ortamda doğduk. Çevre bizi o kadar etkiledi ki başarısızlıkları silebileceğimizi ve yepyeni başarılar ve umutlar yakalayabileceğimizi bize unutturdu. Kendimize saygımızı kaybettik. Tek işimiz var şikâyet etmek.

 

Sahnede oynanan oyun eğer hoşuna gitmiyorsa; şikâyet etmek yerine sahneye geçmelisin. Unutma ki sahnede bir kişiye daima yer vardır.

 

Türkiye’nin dış siyasetini beğenmiyorsan; boş yere sitem etme. Vaktini, enerjini işe yaramayacak bir konuşmaya ayırma. Geç, Türkiye’nin dış işleri bakanı ol; olaya el at. Dış işleri bakanı olmak zamanın çoktan geçtiyse, o zaman çocuğunu ya da torununu bu istikamette yetiştirebilirsin. Bu da mümkün değilse neden zamanını boş bir konuşmaya ayırıyorsun. Herkes üzerine düşeni yapmıyorsa, inşaat ustası ülkenin dış işleri ile yönetimdekilerde inşaat ustasının işiyle uğraşıyorsa ortada bir dengesizlik var demektir.

 

Ta çocuklukta dinlediğimiz arabesk şarkılar beynimizi bulandırdı. Şikâyet etmeye iyice alıştık. İbrahim Tatlıses’in söylediği şu söze bak: “Ben insan değil miyim? Ben kulun değil miyim? Tanrım dünyaya beni sen attın. Çile çektirdin derman arattın.” Bunun gibi daha bir sürü arabesk örnekler… Böyle iç karartıcı şeyler dinleye dinleye hayata küsmeye ve hep şikâyet etmeye alıştık. Bu yüzden olsa gerek oldum olası hiç sevemedim ben bu çalgı çengi işini.

 

Ne kadar umutsuz ve kendimizde var olan ‘Ben’in gücünden habersiz olduğumuzu, kamyon arkalarında ya da duvarlarda görmeye alıştığımız şu yazılar da çok güzel ifade ediyor:

“Bu âlemin insanları bana müsaade.” “Sataşma baba, yorgunum.” “Zalim dünya aslanı kediye boğdurdun.” “Garibanın çilesi ölünce biter.” “Hayat sen ne çabuk harcadın beni.” Örnekleri çoğaltabilirim ama gerek yok. Bu ve benzeri sözleri dimağına yerleştiren, bu anlayışla büyüyen bir toplum nasıl mutlu olsun ki? Çözüm üretmek yerine nasıl şikâyetçi olmasın? Ve nasıl dış işleri bakanı olacak gücü kendinde bulsun?

 

Eğer çıkmaz bir sokağa girdi isen “Bu sokak çıkmaz sokak. Hayat beni ne çabuk harcadın.” deyip dert yanmak yerine zihnini geri vitese tak ve o yoldan çık. Çünkü “Güneşin doğduğu her ufukta, umuda giden bir yol bulunur.”

 

Küresel ısınmadan, su sıkıntısından dert yanıp su tasarrufu için herhangi bir çabası olmayan; Avrupa’nın sokağı, caddesi çok temiz, bizim yollar çok kirli diye her dem figan edip, sonra

yola tüküren; kısacası hep şikâyet edip de çözüm için bir gayreti olmayan kişilerin ne kendilerine ne de topluma bir yararları olur.

Aslında şikâyet ettiğimiz birçok konu üzerinde bizim de yapabileceğimiz bir şeyler mutlaka vardır. Yapılması gereken ortalığı velveleye verip şikâyet etmek değil çözümün bir parçası olabilmektir. Türkiye’yi kıraathanelerde, kahvehane köşelerinde kurtarmak isteyenleri görünce daha da anlam kazanan Konfüçyüs’ün sözü ile kelamımızı nihayete erdirelim: Karanlığa küfredeceğine kalk da bir mum yak.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.