(Fikrin değerini bilenlerin dergisi Kardelen’in
19.10.2024 tarihli 44. toplantısındaki konuşmam)
Allah’a hamd, Resulü’ne salâvat, başta sahabiler olmak üzere büyüklere tazim, bütün ümmete başta Kardelen olmak üzere sıhhat, afiyet ve bereketli toplantılar niyazı ile…
Değerli gönüldaşlar
Hazırladığımız bu sayıda yayınlanan bundan önceki toplantı başlangıcında söylediğim gibi ne zor şartlar altında bu toplantıya katıldığınızı, sizin kadar olmasa da kısmen ben de yaşadığım için farkındayım. Teşekkür ve takdirlerimi arzederim.
Allah, sadece fertlere değil, topluluklara da kader takdir ediyor. Sadece fertlere değil, topluluklara da mizaç, karakter ve şahsiyet veriyor. Meselâ bir bitki içerisinde onun alt birimlerine, üst birimlerine, parçalarına ve bütününe iç içe, Allah’ın, idraki zor mizaç, karakter ve şahsiyet verdiğini görüyoruz. İnsan bu yaratılışı ve yaratılanları inceliyor. Bunları tasnif ediyor, sınıflandırıyor, kıyaslıyor, özelliklerini sıralıyor; buna göre onlardan nasıl istifade edeceğini tespit ediyor. Bu yaptığı işe de ilim diyor. Düşünecek olursak insanın yaptığı bir şey yok. Her şeyi bir yapan, yaratan, şahsiyet veren, karakter veren, mizaç veren, kader yaratan, kader yazan, bilen, takdir eden bir kudret var; insan bunları tespit ediyor, kaydediyor. Yunus ne güzel demiş:
Gördüm diyen değil, gören,
Bildim diyen değil, bilen,
Bilen O'dur, gösteren O,
Aşka esir olan benem.
Bir çocuğun elindeki kırmızı taşları bir kenara, mavi taşları bir kenara koyması ne kadar basit bir hadise ise ve bu başarı değilse insanın ilim diye ortaya koyduğu, böbürlendiği hiç değil. Her varlığa Allah’ın ona verdiği şahsiyete uygun olarak muamele edebilmek için, yani bir varlığı anlayabilmek, tanıyabilmek için, meselâ solucanı, meselâ salyangozu, meselâ timsahı, meselâ kutup yıldızını, Yahudi’yi, Türk’ü; aklınıza ne geliyorsa anlayabilmek için, Allah’ın ona verdiği kaderi, mizacı, şahsiyeti, karakteri bilmek lâzım.
Efendimiz; –sallalhu aleyhi ve sellem– kabileleri bir vakıa olarak kabul ediyor. Onlara artık müslüman oldunuz, bundan sonra kabileniz yok, hepiniz tek bir vasıftasınız müslümansınız demiyor. Onlara liderlerinizi değiştirin, yeni seçim yapın demiyor. Onları bir vakıa olarak kabul ediyor; onlarla ona göre çarpışıyor, anlaşma yapıyor ve ona göre tavsiyede bulunuyor. Ensar’a ayrı, Muhacir’e ayrı bayrak veriyor.
Peki Allah’ın mizaç vermesi, karakter vermesi, şahsiyet vermesi sadece bildiğimiz mahlûkatına mahsus mu? Bir de zaman var. Ne olduğunu bilemediğimiz zaman... Zamanın ruhu diyorlar ya hani… Aynı karakter, şahsiyet, mizaç zamana da veriliyor. Meselâ Asr-ı Saadet… Onun bir ruhu var… Sonra saltanat dönemlerinin ayrı bir karakteri var. İslâm’ın Türk’e geçmesinin ayrı bir karakteri var. 16. Yüzyılın müslüman Türk hâkimiyeti asrı olmasının bir ruhu var. Ve bugünkü halimizin bir karakteri, mizacı var. Zamanın ruhunu bilmek; şu anda Allah’ın zaman için ve zaman içinde neyi takdir ettiğini anlamaya göre hareket etmek… Zamanın ruhunu, vasfını bilemezsek, etrafımızdaki her şeyin ne ifade ettiğini bilemezsek, her şeyde yaya kalırız. İnsan, öyle veya böyle, Allah’ın yarattıklarını bilmekle, Allah’ın tecellileriyle dolayısıyle Allah ile münasebet halindedir. İnkâr eden bile… İnsanın yaptığı başka hiçbir şey yok. Veli demiş ya, “Günah işleyeceğin zaman Allah’ı mülkünün dışına çık” İnkâr eden bile, O’nun verdiği dili kullanıyor. Kâinatın Efendisi’nin, “eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” duasını hatırlayalım. Bize bunun için Efendimiz, –O’na selâm olsun– apaçık veya örtülü olarak yol göstermişlerdir. Bütün peygamberler zaten zamanın ruhunun üstünde olarak, o günün yolunu göstermişlerdir.
Allah Mukaddes Kitabı’nda bazı kavimleri, bazı toplulukları boşuna –hâşâ– söylememiştir. Bugünü ve bugün yapılanları, bugünkü zulümleri görmek, zalimleri tanımak, âdetâ dünyaya şamil bir zulüm orkestrası çalınmasını anlayabilmek için de bir kavmi iyi tanımak ve onun bugün zamanın ruhu bakımından nasıl hareket ettiğini ve edeceğini anlayabilmek icabeder.
Kim söylemiş bilmiyorum… Duyduğum sırada da not etmek imkânı bulamadım. Diyor ki… Yahudi, insandaki nefs gibidir. En aşağı nefs gibidir. Araştırırken baktım Ahmet AKGÜL isminde biri de, tanımıyorum kişiyi, kendisini siyaset bilimci, düşünür ve Çözüm dergisi başyazarı olarak takdim ediyor. Şöyle diyor: “Siyonist Yahudiler, insanlığın nefs-i emmaresi konumundadır.” Tahrif ettiği kitaplarından örnekler veriyor ve “Dünyada ne kadar ahlâksızlık varsa, kaynağı onların bu tahrifleridir”. diyor. Bizden bir kişiyi de örnek veriyor. “Sabataist Ahmet Altan” diyor, onun yazılarından örnekler veriyor.
Nefs-i emmare… Emreden nefis… Neyi? Kötülükleri… Menfaati… Bugün Netenyahu’ya karşı gösteri yapanların, Yahudi’nin açık açık söylediği, ‘ben dünyanın hâkimiyim, kralıyım’ anlayışına karşı hareket etmediğini, esirlerin kurtarılması yönünden muhalefet ettiğini bilmek lâzım.
Yukardaki teşhis “Siyonist Yahudiler’le” sınırlandırılamaz. Nitekim Yahudi’nin yaptıkları sıralanırsa görülecektir. Zaman zaman bunları konuştuk, konuşmalıyız da… Falan hadise onun başının altından, filân hadise onun başının altından çıkmıştır. Liste uzar gider. “Tarihin sonu” safsatasını hatırlayalım… ‘Dünyada bugüne kadar gelmiş inanç ve fikirlerin sonu gelmiştir; artık Yahudi hâkimiyetinin zamanı gelmiştir.’ Görüyor musunuz zihniyeti... Pek fazla konu olmadı ama… Hollanda’da bir Yahudi de nefsini düşünmenin felsefesini yapan bir kitap yazmıştı. Diyor ki… ‘Tarihte ne kadar gelişme olduysa, bu insanın kendini, nefsini düşünmesindendir. Gelişmenin motoru nefstir, kendini düşünmektir… Başkalarına yardım ederseniz, ona kötülük yapmış olursunuz. Onun hareket kabiliyetini sınırlandırmış olursunuz’ şeklinde bir felsefe ortaya koymaya çalıştı; tutmadı. Ama bir zihniyetin belgesini verdi. Yahudi budur.
Nefs-i emmare… Kendini düşünen, kendinden başkasını düşünmeyen nefs… Anneciğim… Allah rahmet eylesin… Bunu çok güzel ifade etmişti: “Nefsinin insanı” diyordu böylelerine. Karşımızda bugün nefsinin insanı, nefsinin topluluğu var. Bu bencillik, o kadar fazla ki, düşünemiyoruz; o kadar fenasını, bu kadar egoistliği havsalamız almıyor. Kendisine karşı, küçücük çocuk ileride terörist olarak karşısına dikilecek diye öldürmesini anlayamıyoruz. İnsanın toplu katliamlar yapacağını havsalamız almıyor. Tarihte, erkek çocukları öldüren Firavun gibi bir örnek olduğu halde… Erkek çocuklardan başka, hamile kadınları öldürtüyordu. Kendini tahtından indirecek oğulu doğurabilir diye. Ama maalesef, anlasak da anlamasak da böyle bir vakıa var. Dünyanın başına belâ. Bu teşhisi sadece benim ifade ettiğim sanılmasın. Yahudiler hakkında söylenmiş pek çok söz var. Araştırırken Volter’in bile, –dine inanmadığı söylenir– Yahudi hakikatini ifade eden sözlerini gördüm. 1930’ların gazetelerini incelerken, –herkes çok kolay bir şekilde görebilir– Yahudilerin falan, yerden, filân yerden kovulduklarına dair haberler var. Kendilerini düşünerek yaptıkları kötülükler, insanların canına tak demiş ve her yerden kovulmuşlar.
Hal böyleyse… Nefs-i emmare hüviyetinde bir topluluk varsa… Onun muhalifi, karşıtı olmalı… Muhalifi derken, bu bencilliği tez olarak ifade, karşıtını da antitez olarak ifade ettiğim sanılmasın… Bencillik antitez. Renklerin birbirine zıt oluşları var… Birbirinin konturu… Siyah – beyaz, sarı – mor… Mavinin konturu turuncu olduğu gibi bir karşıtı olmalı. Kimi söyleyeceğimi ve bunu şöven bir duyguyla söylemeyeceğimi bilirsiniz… Şimdi yaptığımız ve yapacağımız milletimiz hakkındaki tespitler, sadece Müslüman Türk’ün değil her müslümanın iştirak edeceği tespitlerdir. Ne maksatla söylenirse söylensin doğrudur. Nefsinden başkasını düşünmeyen Yahudi’nin karşıtı, Allah adını dünyaya yayma mücahidi Türk. İki tane, bunun doğruluğuna delil söylemek yetecektir. Zaten bunları çok konuştuk ve yazdık, kitap haline geldi. Milletimizin ırkçı olmaması… 16. Asır dedik demin, tamamen Türk asrı. Her yerde hâkim kudret bir Türk devleti. Böyle bir kudret ırkçı olsaydı, Türkçe’den başka bir dil kalmazdı. İngilizce’nin sömürge ülkelerindeki ve hattâ dünyadaki konuşulma alanı bunu ispat ediyor. Baskı yapmamışız, doğru yapmışız. İkinci olarak da… Vakıflar… Kurduğumuz vakıf müesseseleri diller destan… Sadece kendine yaşama hakkı tanımanın karşısında, Allah için kendinden verme, fedakârlık… Bazı zaaflar da göstermişiz. İyi tarafları olsa da, ne demek kendi devletine başka kavimlerden devletli getirmek, sadrazam getirmek?..
Zamanın ruhu dedik… Bugünkü halimize, zamanın ruhu yönünden bakacak olursak… Bu haşmetli millet, kendisini büyük yapan o imandan –Allah muhafaza– koptu kopacak… O imanı kaybetti, kaybedecek… Kaybetmeyeceğine inanıyorum, inanıyoruz… İnanmamız lâzım. Hattâ bu sefer, daha kuvvetle iman edeceğine inanıyoruz.
Eğer, –Allah muhafaza– İslâm’dan uzaklaşacak olursak, koparsak, dilim varmıyor anlıyorsunuz –Allah muhafaza– mürtet duruma düşersek; o zaman sadece mürtet olmayız, İslâm’a –Allah muhafaza– iftira da etmiş olunur, oluruz demeyelim, olunur. Bir insanın önüne bir yemek getiriyorsunuz, bir lokma alıyor, elinin tersiyle tabağa vuruyor ve fırlatıp atıyor; yemeği kötülemek için ağzına geleni söylüyor. Halbuki yemek çok güzel. Yemeğe iftira ediyor. Müslüman olan, İslâm’dan dönerse, sadece terketmiş olmaz, iftira da etmiş olur. Hiç girmeyen, tadını bilmediği için hiç olmazsa iftira etmekten kurtulmuş olur. Niye müslüman olmadın diye kimse cezalandırılamaz, zorla müslüman olacaksın denemez. Ama müslüman olduktan sonra terk edenin bir cezası olmak lâzım. Değişik görüşler bir yana; erkek öldürülür, kadın hapsedilir, denilmiş. Türk milleti için asıl felâket bu olur. Bize düşen, bizden her topluluğa düşen milletini, kavmini bu hale düşmekten korumaktır. Irkçı da olsa, hattâ, müslüman olmayan Türk’e bile böyle bir görev düşer. Çünkü milleti, İslâm’ı terkederse helâk olacaktır. Türk dışındaki Müslümanlar da aynı vazife ile yükümlüdür.
Birbirine kontur durumdaki iki millete bakarak, Allah bir millete iyi, bir millete kötü takdirde bulundu denemez. Allah geniş bir yelpazede alternatifleri takdir etmiştir, siz tercihinizi yapmışsınızdır. Biz tercihimizi yapmışız, müslüman olmuşuz ve İslâm’ın bayraktarı olmuşuz. Bu bir şeref olmakla beraber, bir sorumluluktur, vazifedir. İşte Kardelen, bugünkü sorumluluğu taşımanın bugünkü fikirsizlik kışına rağmen, fikirsizlik kışını delip ortaya çıkmanın adıdır. Değilse bile olmalıdır.
Kanalıma destek olur musunuz:
https://bit.ly/alierdal