“Hastane önünde incir ağacı;
Doktor bulamadı bana ilâcı!”
Böyle diyor türkü… Hastahane önünde, başka ağaç mı yok? Hasta o haliyle niye sadece incir ağacını görüyor?
Evet, neden incir ağacı? İlâcı bulunamayan hastalıkla, incir ağacı niye birlikte ele alınıyor?
İncir ağacının kökleri, her yöne öyle yayılıyor ki, yakınındaki yapının temellerini ufalıyor ve onun yıkılmasına sebep oluyor… Sessiz sedasız… Hiçbir emare göstermeden… Binanın yıkılma sebebi olarak çeşitli şeyler söyleniyor ama kimsenin aklına incir ağacı gelmiyor… Ağaç kesilse bile, ufacık kökleri ile yeniden hayat buluyor. Türküde, gittikçe ağırlaşan çaresiz hastalıkla, bu özelliklerinden dolayı incir ağacı, özdeşleştiriliyor… İlk mısra, ağaçla ilâç kafiye olsun diye dolgu maddesi değil. İyilik görüntüsü altında sinsi sinsi kötülük plânlamak mânâsına “ocağına incir ağacı dikmek” deyimi boşuna değil…
Meyvası gibi yumuşacık incir ağacı; su bulmak için köklerini her yöne salıyor, engelleri sessiz sedasız, telâşsız, azimle, yavaş yavaş aşıyor, en sert kayaları bile deliyor ve kendisine lâzım olan suya ulaşıyor.
Bilecik´te hastahane lâfı açıldı mı, bu yanık türkü aklıma gelir… Birilerinin menfaatleri ve horoz dövüşleri ile hastahane yapımı; incir ağacı kökleri gibi öylesine sarılmış ki, hastahanenin yeri bile tespit edilemiyor… Yeri için yıllardır ittifaka varılamıyor… Menfaat dedikoduları ve horoz dövüşü haberleri herkesin dilinde; bir takım kişiler itham ediliyor... Ama kimse de ne olup bittiğini bilemiyor. Halka da,
“Hastane önünde incir ağacı;
Doktor bulamadı bana ilâcı!”
Diye yas tutmak kalıyor… Başka yerlerdeki bizimle beraber sözü edilip yapılan ve hizmete giren hastahaneleri sıralayan halk, “bu iş, yılan hikâyesine döndü” diye yakınıyor…
Sakarya´nın “Basın Masası” programında işadamı Orhan Şişman, “yılan hikâyesi”nin çözümü için şöyle diyor: “Başbakanın veya ilgili bakanın el atması gerekir.” Sayın Şişman, yerinde bir tespitle, halkın düşüncesini ve inkisarını dile getiriyor. Bursa yolu böyle oldu nitekim… Bilmem kaçıncı ihale, ancak Başbakan´ın el atması sayesinde yapılabildi.
Vay benim köse sakalım… İktidar partisi yetkilileri, ufacık meseleleri bile çözemiyorlar. Kimsenin haberi olmadan yapılıp şipşak hizmete sokuluverecek bu kadarcık işlere bile bakanın, hattâ başbakanın el atması gerekiyor. Bu kadarcık bir meselede bile aciz kalıyorlar ve anlaşamıyorlar. Şehrin bile meselesi olmaması gereken hastahene yapımı şimdi ilin meselesi oldu. Yakında memleket meselesi olur. Bir “kriz masası” bile kurulur. Bu, –anlasalar da, anlamasalar da, anlamamış görünseler de– iktidardaki bir parti için zül değil mi?
İncir ağacı, sadece suya ulaşmak istiyor… Maksadı bina yıkmak değil… Masum ve haklı bir gayret… Her canlının yaşama hakkı var. Hastahane yerinin tespit edilmesine engel olmak öyle değil. Sinsi sinsi ocağımıza, –hem de sağlık ocağımıza– incir ağacı dikenler, bütün milletin vebalini, günahını yüklenmenin dehşetini nasıl duymazlar? Kimsenin yapamayacağı bir kötülüğü becerdiler, yapılmayan bir binayı yıktılar… İncir ağacının pabucu dama atıldı. Böylelerine haddini bildirmesi ve hizmeti getirmesi gerekenler, nasıl vurdumduymaz olabiliyorlar?
İktidar partisi il başkanı ve milletvekili; isteseler de istemeseler de ve güçleri yetse de yetmese de, kendilerini sorumlu saysalar da saymasalar da, halkın temsilcisidirler ve halk, haklı olarak onları sorumlu tutar. “Yılan hikâyesi”, –anlasalar da, anlamasalar da, anlamamış görünseler de– onlar için züldür? Hattâ, başbakan veya ilgili bakanın el atması ile yer seçilmesi bile züldür!