VAKIFLAR VE ERTUĞRUL GAZİ'NİN BİLECİK'TEKİ VAKIFLARI

VAKIFLAR VE ERTUĞRUL GAZİ'NİN BİLECİK'TEKİ VAKIFLARI

Bu günkü yazımıza ünlü Fransız bilim insanı Gustave LeBon’un bir deyişiyle başlamak istiyorum. “GEÇMİŞİ İLE BAĞLARI KOPARTILMIŞ GENÇLİK KENDİ MİLLETİNE DÜŞMAN, DÜŞMANLARINA GÖNÜLLÜ ASKER OLUR.” Yetişen genç nesilleri geçmişlerinden uzak tutmak elbette ki son derece sakıncalı bir yaklaşımdır. Ancak bunun kadar hatta ondan daha tehlikeli bir yaklaşım daha vardır. Gerçek geçmiş yerine ideolojik, gerçeklerden uzak efsane ve hurafelere dayalı bir tarih yaratmak. Bu başlangıçta büyük bir heyecan yaratsa da devamında gerçeklere olan açlığı ve ihtiyacı yok eder. Birincisi kölelik ikincisi yıkım ve yok olmak demektir. Bu sosyolojik gerçek, aileden devlete, milletten dinlere kadar geçerlidir. Bireylere, insanlara, topluma ve milletlere gerçek tarihleri yerine hayaller dağıtmak kısa süre sonra hüsran, yıkım getirir. İnceleyenler görecektir ki, tarih bunun acı örnekleri ile doludur. Yaşamın gerçekleri kendinden uzaklaşanlara asla hayat hakkı tanımaz.

Yazımız birkaç bakımdan önemlidir. Birincisi, tarihimiz ve ilimiz için çok özel bir şahsiyet olan Ertuğrul Gazi ile ilgilidir. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu hakkında tarihi yazılı belgeler son derece sınırlıdır. Günümüz tarihçilerinin esas kabul ettiği tarihi kaynaklar olayların olduğu esnada değil daha sonraları anlatısal yöntemlerle yazılmıştır. Yorumu size bırakıyorum. Buna karşı yapılabilecek en iyi yol arkeolojik çalışmalardır. Erken cumhuriyet döneminde Anadolu toprakları ilk çağlardan itibaren incelenmeye başlamış ve 7000 yıllık bir Türk yurdu ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemde son bulan çalışmalar başka bir boyuta dönmüştür. Tamamen Roma ve Bizans dönemi yerleşkelerine ait yeni çalışmalar aslında batının siyasi ve tarihi tezlerinin perçinlenmesine yöneliktir. Türklerin Anadolu tarihini Malazgirt savaşına dayandırmak, bu topraklarda onları işgalci ve bir şekilde çıkartılması gereken bir ulus oldukları tezlerine dayanır. Oryantaliz denen bu ideolojinin uygulama şiddeti gittikçe artmaktadır. Bu ideolojinin günümüzde siyasi, ideolojik, ekonomik, askeri uygulamalarının ağırlığı hissedilmekle birlikte şiddetinin kısa zamanda çok daha yoğun olacağı şüphesizdir. Bu kısa açıklamadan sonra bölgemizin arkeolojik durumuna gelirsek o da benzer durumdadır. Hâlihazırda Osmanlı İmparatorluğu arkeolojik çalışmaları yok denecek kadar azdır. Çoğunlukla mevcut vakıf eserlerinin restorasyonu yapılmaktadır. Özellikle kuruluş döneminde imparatorluk olaylarının geçtiği mekanların arkeolojik araştırmaları tarihe yeni bir boyut katacaktır. Bunlar olmazken geriye bir tek yazılı kaynaklar kalmaktadır. Başta da bahsettiğim gibi az olan yazılı belgelere ulaşmak, onları tarafsız göz ve bilimsel metotlar ile incelemek bireylerin yanında özellikle bilim insanlarının birinci sorumluluğudur. Tarihi belgelerin, Ertuğrul Gazi vakfiyesi hakkında arşivde bulunan belgelerin incelenmesinde olduğu gibi araştırılması ilimiz yanında bölgenin ekonomik ve siyasi tarihine objektif katkılarda bulunacaktır.

Yazımızın ikinci faydası ise vakıflara dikkat çekmektir. Vakıfların tarihteki önemli rolleri günümüzde yeterli ilgiden uzak kalmıştır. Vakıfları sadece tarihi binalar olarak görmek, onları yeniden onarınca görevin bittiğini düşünmek uzun bir tarihsel gerçeğe ihanet etmektir. Şüphesiz vakıfları gazete köşesine sığdırmak mümkün değildir. 

VAKIF MÜESSESESİ 

Vakıfların tarihi neredeyse yazılı tarih ile başlamaktadır. Farklı amaç ve yapıda olsalar da vakıflar uzun bir geçmişe sahiptir. Sümerlerden itibaren günümüz vakıflarına benzer tarihi organizasyonları oldukları bilinmektedir. Bu konuda ilk sözü ünlü tarihçi Fuat Köprülü’ye bırakmalıyız. 1931 yılında ilki yayınlana Vakıflar dergisinde Fuat Köprülü vakıfların önemini şu şekilde ifade etmektedir. “Vakıf müessesesi, gerek hukukî bakımdan, gerek umumiyetle tarih bakımından, orta ve yeni zamanlar Türk ve İslâm dünyasını tetkik için birinci derecede mühim bir meseledir.” Evet tarihi olarak geçmişi çok gerilere gitse de vakıf gerçek anlamını İslam inancında ve Türk toplumunda bulmuştur. Kuran-ı Kerim’de pek çok yerde geçen infakın yapısal karşılıklarından bir vakıf müessesesi olmuştur. Bakar suresi 3’de Allah insanalar şöyle buyurmaktadır: “O takva sahipleri, kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden infak ederler.” Şüphesiz infak Allah yolunda yapılmaktadır. İnfak etmenin karşılığını tarihi süreçte en iyi şekilde Türklerde görmekteyiz. Günümüz de dahi infak eden tek millet neredeyse biziz. Yardımseverliği, adaleti, zulme karşı koymayı, inancına olan bağlılığı ile örnek olmuş Türk milleti dininden aldığı emirleri kendi milli bünyesinde harmanlayarak vakıf müessesesinin en güzel şekillerini ortaya çıkarmıştır. Kısacası benim olan her şey toplumun ve ihtiyaç sahiplerinin demek olan vakıflar tarihimizde çok önemli bir faydaya sahiptir. 

Özele inecek olursak başta da bahsettiğimiz gibi Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş dönemine ait yazılı belgelere ulaşmak çok zordur. O dönem yazılı kaynakların azlığı yanında diğer bir etken de Kurtuluş Savaşı döneminde bölgenin işgaldir. İşgal esnasında ilimizin yanında ilgili belgelerin bulunduğu Eskişehir, Kütahya ve Bursa’nın da işgal görüp defalarca yakılması tarihi belgeleri yok olmasına neden olmuştur. Bu nedenle günümüze ulaşan belgeler büyük önem taşımaktadır. Bunlardan bazıları da Ertuğrul Gazi vakfı hakkındadır. Belgeler Dr. Mehmet Akif Erdoğru tarafından incelenerek “Ertuğrul Gazi'nin Bilecik'teki Vakıfları” başlığı ile 1990 yılında Vakıflar Dergisinin 21. sayısında makale halinde yayınlanmıştır. Derginin 81-115 sayfaları arasında yayınlanan makale ilimiz tarihine ışık tutmaktadır. 81-88 sayfalar arasında makalenin araştırma devamında ile belgelerin transkripsiyonu yer almaktadır. Biz yazımızda makalenin araştırma bölümün olduğu gibi yayınlıyoruz. Umarım tamamını incelemek farklı bakış açısına sahip kişiler için sayısız fayda ve bilgi sağlayacaktır. 

DR. MEHMET AKİF ERDOĞRU, ERTUĞRUL GAZİ'NİN BİLECİK'TEKİ VAKIFLARI, SAYFA 81-115, VAKIFLAR DERGİSİ SAYI 21, 1990.

ERTUĞRUL GAZİ’NİN VAKFİYESİ

Ertuğrul Gazi, bilindiği gibi Osmanlı hanedânının kurucusu Osman Bey'in babasıdır. Arap, Acem, Bizans ve Osmanlı kaynaklarında Ertuğrul Gâzi hakkında açık bilgiler yoktur. Dolayısıyla Ertuğrul Gâzî'nin nesebi, şahsiyyeti, Anadolu'ya gelişi, Anadolu'daki faaliyetleri ve vefatı tartışmalıdır. Osmanlı kaynaklarındaki bilgilere göre 1288 yılında (hicri 687) 93 yaşında iken Söğüt’te vefat etmiş ve Söğüt’teki türbesine defnedilmiştir. 81

Ertuğrul Gazi, belgelerdeki bilgilere göre Söğüt, Karacahisar ve Bilecik havalisinde gaza ile meşgul olmuştur. 81

Türkiye arşivlerinde Ertuğrul Gâzi ile ilgili çok az sayıda belge vardır ve bu belgeler de bu konu üzerinde çalışanlar tarafından layıkıyla incelenmemiştir. Ankara'da Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivinde ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde Ertuğrul Gazi’nin Bilecik'teki vakıflarına dair belgeler bulunmaktadır. Bu belgelerden. Osmanlı padişahlarının Bilecik'i Ertuğrul Gazi'ye vakfettikleri anlaşılmaktadır. Söz konusu vakıf, aslında, tahsîsât türünden olup, gayrîsahîhdir. Dolayısıyla vakıf kelimesi araştırmamızda tahsisat anlamındadır. 82

Konuyla ilgili bir belge on dört yapraklı küçük bir Vakıf Defteri'dir. Söz konusu defler TKGM Kuyud-ı Kadime Arşivi'nde "Ccdid Vakıflar Tasnif’inde 156 yeni numarada (eski numarası 2163) kayıtlı olup, Ertuğrul Gazi’nin Bilecik'teki Vakıf gelirlerinin kayıtlarını içine alır ve "Defter-i Evkâf-ı Ertuğrul Gâzî der Bilecik" ismini taşır. Defterin ilk sayfasında III. Ahmcd’in kırmızı mürekkeple çekilmiş güzel bir tuğrası bulunmaktadır. Ayrıca defterde üç tane pusula eklenmiştir. 82

İlk sayfadaki bilgilere göre Ağustos 1706 (Gurre-i Rebiulahır 1118) tarihinde muharrir Hacı Hüseyin Hıfzı tarafından hazırlanmış ve 22 Eylül 1706 (13 Cemaziyel ahir 1118) tarihinde de defterin bir sureti Dcfterhâne-i Amire'ye teslim edilmiştir. Ancak 1706 yılından önce Boz Receb'in Sultanönü sancağı mutasarrıflığı zamanında Ertuğrul Gazi evkâfının tahrîrinin yapıldığı ve tahrirle ilgili bilgilerin İstanbul'a gönderildiği anlaşılmaktadır. Defterdeki hüccette belirtildiğine göre 1706'da Bilecik'teki Şeyh Edebalı ve Timur Bey zâviyeleri vakfı ile Ertuğrul Gazi vakfı arasında çıkan arazi anlaşmazlıklarını halletmek ve vakfın sınırlarını yeniden tespit etmek için Anadolu valisi Çerkeş Mehemmed Paşa Söğüt kadısı müvellâ es- -Seyyid Mehmed Efendi ve muharrir Hacı Hüseyin Hıfzî görevlendirilmiştir. Çerkeş Mehemmed Paşa mübaşir tayin edilmiştir. 83

III. Ahmed tarafından görevlendirilen tahkik heyeti, dava konusu olan Bilecik'e bağlı Yediler-Üyüğü'ne gelmiş; Bilecik ahalisinin de yardımıyla davayı çözümlemiştir. Bu olaylar sırasında Ertuğrul Gazi vakfına ait arazilerin sınırları ve yıllık gelirler yeniden tespit edilmiş ve deftere kaydedilmiştir. Tanzim edilen yeni defterin bir sureti Dcfter-i Hâkâni Nezareti'ne verilmiştir. Araştırmamızın sonunda metnini olduğu gibi verdiğimiz 1 numaralı belge sözünü ettiğimiz defterdir. Bu şekilde yeni defterin düzenlenmesiyle 1706'da Darüssaâdc Ağası olan Abdullah Ağa’nın mürûr-ı eyyâm ile muhtell ve müşevveş olan vakfın yeniden tahrir edilmesi isteği de yerine getirilmiştir. 83

Araştırmamızın sonundaki II III ve IV numaralı belgeler Kuyûd-ı Kadîme'de saklanılan sırasıyla 145, 541 ve 345 numaralı Sultanönü sancağına ait Mufassal İcmal ve Vakıf defterlerinden çıkarılmıştır. Bu defterlerden 145 numaralısı 1572 (hicri 980) 541 numaralı olanı 1575 (hicri 983) ve 345 numaralı defter de I568 (hicri 976) tarihini taşır. 83

Araştırmanın sonundaki V numaralı belge ise Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde saklı 265 numaralı "Defler-i Tafsil-i Muhâsebe-i Anadolu" isimli defterdedir. Vakfın vakfiyesi ve masraftan gösteren muhasebe kayıtlan araştırmalarımıza rağmen bulunamamıştır. Bundan dolayı da vakfa ait bilgiler vakfın gelir kayıtlarına dayanmaktadır. Bu kayıtlar Bilecik'in 1706 yılındaki durumunu göstermesi bakımından da ayrıca önem taşır. Zira, Bilecik'in bu dönemdeki durumunu gösteren belgelere arşivlerde az rastlanır. 83

II-VAKFIN KURULUŞU MESELESİ

Vakfa ait belgelerde vakfın ne zaman kim tarafından kurulduğu (vâkıf) açık olarak belirtilmiyor. Ancak belgelerde Bilecik şehri ile Gûnyûzü nahiyesindeki Dekinözü, Mihalıç nahiyesindeki Samakov (diğer adı Dilkücek) köylerinin “ma takaddemden vakfa hasıl ve kadîmden bu ana değin vakf” olduğu kayıtlıdır. Belgelerde geçen “matakaddem ve kadîm" laflarına ne kadar eskiye uzanabileceği tartışılabilir. Osmanlı kanunnâmelerinde öncesini kimsenin bilmediği veya hatırlamadığı döneme kadîm denilmektedir. Bununla beraber vakfın en azından Bilecik'in 1299 yılında Osman Gazi tarafından fethinden sonra kurulabileceği ortadadır. Nitekim bazı kayıtlardan vakfın XIV yüzyılın başlarında, Osman Bey tarafından kurulmuş olduğu izlenimi çıkmaktadır. 83

Aşıkpaşazâde, Neşri, Hoca Sadeddin, Mûneccimbaşı Ahmed ve Solakzâde gibi Osmanlı tarihçileri Osman Gazi'nin Bilecik'i fethettikten sonra gelirlerini ailesine ayırdığım söylerler. Ibn Kemal de bu bilgiyi verir ve Osman Gazi'nin Bilecik'i ailesi (ehl-i beyt) için “cihet-i maaş" tayin ettiğini bildirir. Söğüt’te Orhan Gazi devrinden önce Ertuğrul Gazi'nin canı için bir parça bağ ile ellici kâfirlerin vakfedilmesi de vakfın muhtemelen Osman Bey tarafından kurulduğu izlenimini güçlendirir. Ayrıca 1706 yılında çıkan arazi davasında Bileciklilerin “bu hudûd ile mahdûd olan arâzi ve bağât ve badeler ve medine-i mezbûre merhûm-ı mumaileyhin (Ertuğrul Gazi'nin) vakfıdır eber an ceddin böyle bilürüz” şeklinde beyanda bulunmaları, vakfın Osmanlı Devletinin ilk yıllarında kurulmuş olabileceği izlenimini destekler nitelikledir. Bunun yanında Osmanlı padişahlarının hemen hepsi ataları Ertuğrul Gazi'nin anısına vakıflar kurmuşlardır. Yeniçeri, taycı gibi zümrelerin bulunması vakfa ilavelerin yapıldığını göstermektedir. 84

III. VAKFIN ÖZELLİĞİ VE İDARESİ

Ertuğrul Gâzî vakfının temel özelliği “selâtîn vakfı olmasıdır. Osmanlı padişahları, Ertuğrul Gazi vakfını kendi vakıflarının yapısına sokmuşlardır. Bunun sebebi muhtemelen vakfın devamlılığının sağlanması ve her türlü müdahalenin dışında tutulmak istenmesidir. Bilindiği gibi selâtin vakıflarının idaresi Darüssaade Ağalığı'na bağlıydı. Darüssaade Ağası, selâtîn vakıflarını nezaretle vazifeliydi. Tevliyet ise padişahların vekil tayin ettikleri kişilere verilirdi. Bu durum Ertuğrul Gazi vakfına ait belgelerde de açıkça görülür. 84

Belgelerde adı geçen w Ertuğrul Gâzî evkafına nezaret ettiği anlaşılan Darüssaâde Ağalarından biri III. Ahmed'in Darüssaâde Ağası olan Abdullah' Ağa'dır. Abdullah Ağa, bozulmuş ve karışmış dan Ertuğrul Gazi vakfını 1706 yılında teftiş ettirmişti. Mütevelli olarak da belgelerde iki kişinin ismi geçer. Bunlardan ilki 1706'da mütevvelli olan Mehmed bin Ahmed, diğeri ise 1787'de mütevelli olan Teberdârân-i Hâssa'dan Kuşçu Mehmed'dir. 84

Vakfın ikinci özelliği "menrûzü'l-kalem vr maktuü'l kadem min külli'l-vücûh serbestiyyet" üzere kayd ve tahrîr edilen vakıf olmasıdır. Yani serbest vakıftır. Bilindiği gibi devlete ait toprakları sadece padişahlar ve vezirler serbest olarak vakfetmişlerdir. Burada vakfedilen şey, toprağın rakabesi veya tasarruf hakkı değil sadece vakıf sahada yaşayan kişilerden alman vergilerdir. Bu tür vakıfların gelirleri, devlet bütçesinden karşılanması gereken hizmetlere ayrılmıştır. Serbest vakıflara tımâr ve mülk idarecileri (sancakbeyi, subaşı gibi) giremez, vakıf bölgede teftişte bulunamazlar, vergi toplayamazlardı. Bu görevler tamamen vakfın mûtevellîsine bırakılırdı. Selâtin vakıflarında bu şekilde bir uygulamaya gidilmesinin sebebi, daha önce de belirttiğimiz gibi, vakfı çeşitli müdahalelerden uzak tutmaktı. Ancak yine de selâtîn vakıfları kendilerini müdahalelerden kurtaramadılar. 84

Ertuğrul Gâzî vakfının Şeyh Edebâlı ve Timur Bey vakıflarıyla olan arazi anlaşmazlığı uzun yıllar sürmüştür. Neticede dava konusu olan Yediler-üyügü isimli yerin Ertuğrul Gâzî vakfından olduğuna 1706'da karar verilmiştir. Karar heyetinde Bilecik imamı Ali Efendi İbn-i Hasan, Bilecik nakîbi es-Seyyid Mustafa Çelebi İbn-i es-Seyyid Abdûlbâki ve Bilecikli pek çok kişi vardır. Kararı Rumeli kadı askeri Abdullah, Anadolu kadı askeri Mahmud, Bilecik nâibi Mehmed, Söğüt kadısı Seyyid Mehmed, Orta Lefke kadısı İbrahim Hıfzî ve Bilecik müvellâsı Süleyman tasdik etmişlerdir. Vakfın maruz kaldığı meselelerden bir diğeri de, 18. yüzyılın sonlarından itibaren, "ashâb-ı ağrâzdan" bazı kişilerin vakıf gelirlerini "fuzûli zabt etmek" istemeleri olmuştur. Harameyn-i Şerifeyn müfettişleri bu olayları önlemek istemişlerdir. 85

V. VAKFEDİLEN GELİRLER

Bilecik şehri ile Dckinözü, Avlaguözü, Günyarık ve Samakov köylerinin vergisi; Bilecik’in bahçe, bağ, ev, dükkan, han, değirmen ve mukataaları Ertuğrul Gazi'nin hatırasına vakfedilmiştir. 85

A- Bilecik Şehri ve Vergiler. Bilindiği gibi Bilecik, Sultanönü sancağının nahiyelerinden biriydi. 1572 tarihinde yazılmış Sultanönü sancağı Mufassal Defteri'ndeki bilgilere göre Bilecik sekiz mahalle ile bir cemâati nefsinde toplayan bir şehirdir. Aynı tarihle şehrin nüfusu yaklaşık 1842 kişidir (502 nefer). 1572 ilâ 1706 tarihleri arasında şehrin nüfusu oldukça artmıştır. Öyleki 1572'de sekiz mahalle iken 1706'da on dört mahalle olmuştur. Şehrin nüfusu da yaklaşık 3468 kişiye (977 nefer) çıkmıştır. Özellikle 1572'de Bilecik'in köyü durumunda olan Aşağıküplü, 1706'da Bilecik'in mahalleleri arasına katılmıştır. Yine Osman Gazi, Debbağhane, Karaca, Akmescid mahalleleri ile Ermeni mahallesi 16. yüzyıldan sonra kurulmuştur. Yeni kurulan bu mahallelerin yanında eskiden beri var olan Emirler, Dere, Bazar, Cami-i Şerif-i Cedid (diğer adı Kâdi mahalleleri). Hisar, Börkçüler ve Cami-i Şerif-i Orhan Gazi mahallesi de mevcudiyetlerini korumuşlardır. Emirier, Bâzâr, Cedîd, Câmi, Börkçüler ve Akmescid mahallelerinin nüfusu önemli ölçüde artmış; Dere, Hisar ve Orhan Gazi Camii mahallelerinin nüfusu azalmıştır. Hatta Hacı Şucâ mahallesinde kimse kalmamıştır. Orhan Gâzî câmii hâfızları cemâ'atı de ortadan kalkmıştır. 85

Bilecik'teki Ermeni mahallesi XVI. Yüzyıldan sonra kurulan mahallelerdendir. Araştırmamızın sonunda I numaralı belgede Ermenilerin baba ve dedelerinin Bilecik'e geldikleri "ispenç ve rüsûm-ı riâyetlerini Ertuğrul Gazi vakfına vermek yanıyla" vakfın reâyâsı oldukları kayıtlıdır. 1706'da yaklaşık 621 kişi (189 nefer) olan Ermeniler, Bilecik nüfusunun yaklaşık %18'ini oluşturmuşlardır. Yine belgelerden anlaşıldığına göre, kuyumculuk, kumaş boyacılığı ve pazarcılıkla uğraşmışlardır. 86

Yukarıda isimlerini ve nüfuslarını verdiğimiz Bilecik mahallelerinde, 1706 yılında, tahminen 3500 kişinin bulunduğu ve bunların Ertuğrul Gazi vakfına bağlı oldukları anlaşılmaktadır. Bilecik'teki bu vakıf reâyanın dışında Dckinözü, Avlağuözü, Günyarık ve Samakov köylerinde de Ertuğrul Gazi vakfına vergi veren 472 kişinin (128 nefer) olduğu görülmektedir. Söz konusu köylerdeki vakıf reayaların bazıları İsaşeyh, Sarılar, Ağarı, Bey, Papalar, Üçbaşlı, Eyilikveran, Selbükü, Kurşunlu, İnönü, Bozüyük ve Beypazarı'nda ikamet etmişlerdir. 1706 tarihli belgede, vakıf reaya içinde, 116 yeniçeri, 11 imam, 6 müezzin, 4 mu'tak, 3 taycı, 2 sipahizade, 2 mütekaid sipâhi. 2 müsellem, 2 mütekaid yeniçeri, 1 teberdar, 1 nakib, 1 kayyım, 1 papas, 1 taycılar Ağası olduğu görülür. 1706'da 4000 kişi civarında olan vakıf reâyâdan 42,664 akça vergi alındığı anlaşılmaktadır. 86

Vakıf gelirlerinin en önemli kısmını (yaklaşık % 27'sini) öşür, resim, bac, damga ve ihzariye gibi vergiler oluşturur. Öşürler hububatdan, arı kovanlarından, bağ, bağçe, çayır ve bostanlardan ve pamuktan (penbe) alınmıştır. 1706 yılında bir müdd buğdaydan 60 akça veya 1 kileden 10 akça; diğer hububatların da 1 müdünden de 40 akça öşür vakıf için toplanmıştır. Bununla beraber Bilecik, Dekinözû, Avlağuözü ve Günyarık köylerinde taycı, piyade, imam, müstahfız ve sipahi gibi kişilere ayrılan arazilerden vakıf için öşür alınmamıştır. 86

Bilecik kasabasının keyl ve kapan resmi ile Dekinözü, Avlağuözü ve Günyarık köylerinin çift, bennâk, mücerred ve zemin resimleri vakıf geliri içinde yaklaşık % 14'ünü oluşturarak öşürden sonra ikinci sırayı alır. 1706 tarihli belgede ifade edildiğine göre Bilecik sebze pazarına (kapân) gelen yiyecek ve eşyalardan yüz akçada iki akça resm-i kapan alınması; kapana gelen her çeşit malın tartılmadıkça satılmaması; eğer tartılmadan alan ve satan olursa bunların azarlanması ve cezalandırılması kararlaştırılmıştır. Bunun yanında “vezzâniye” adı altında ipek (harîr) alıp satanlardan her yüz akçada iki akça alınması uygun görülmüştür. 86

Bilecik pamuk pazarına (pâzâr-ı penbe) getirilen pamuk yüklerinden yükün miktarına ve çeşidine göre; hayvan pazarına getirilen koyunların her başı (re’s) için iki akça, diğer hayvanlardan da yaklaşık bir ücret vakıf için tahsil edilmiştir. Baclar vakıf gelirinin yaklaşık % 7'sini oluştur. 86

İhzariye, bilindiği gibi, dava münasebetiyle mahkemeye getirilen şahıslardan mübaşir veya muhzırın masraflarına karşılık olarak alınan paradır. Bilecik ile Lefke Kazalarının ihzariycsi Ertuğrul Gazi vakfına ayrılmıştır. Belgelerden anlaşıldığına göre bir dönemde Lefke kazasının ihzariyesine Yörgüç Paşa  evkâfı zabitleri dahletmek istemişlerdir. Ancak "emr-i âli ve Defter-i Atîk gereğince" buna dokundurulmamıştır. Bilecik civarında balık tutup satanlardan alınan vergi (damga) da vakfa gelir kaydedilmiş ve bu verginin Bursa'da ne şekilde alındıysa Bilecik'te de aynı şekilde alınması karar altına alınmıştır. Bu vergilerin yanında Lefke'nin (şimdiki Osmaneli) bâd-ı hevâsı, adet-i ağnamının yansı, mâl-t gâibi, mâl-ı mefkudu, resm-i arûsânesi de vakıf gelirlerindendir. Yine Bilecik'in ganem ve arusâne resmi, kul ve câriye bahâları, kenizeki, abd-ı abıkı, kaçğun ve yâvası, mâl-ı gaibi, cünn û cinâyeti, beytü'lmâlı ve bâd-ı hevâsı da vakıfdır. Bu şekilde vergilerin vakfedilmesiyle. vakfa düzenli bir gelir sağlamak istenmiştir. Bilindiği gibi bu vergilerin çoğu bazı yerlerde timar. zeâmet veya hass olarak sipâhilere. zaîmlere, vezirlere ayrılırdı. 87

B- Bilecik Bahçeleri;  Bilecik bahçelerinin hemen hepsi Sögüt'de medfun Ertuğrul Gâzi'nin vakfıdır. Vakfın gelir kayıtlarında vakfa ait 271 adet bahçe kayıtlıdır. Bu bahçelerin bir kısmı şehirdeki mahallelere yayılmış, bir kısmı da Karasu boyunca uzanmıştır. Altı dönümden küçük olan vakıf bahçelerin özellikle Aşağıkûplû köyünde sıklık kazandığı anlaşılmaktadır. 87

Vakıf bahçeleri kullananların pek çoğu efendi ve beşe ünvanını taşıyan müslüman Türkler olmuştur. Bununla beraber zımmîlerin tasarrufuna da bahçeler bırakılmıştır. Vakıf bahçeleri kullanan Bilecikli, Ortaküplû ve Aşağıküplûler büyük dönümlü bahçelerin her dönümü için 50 akça; orta dönümlü bahçelerin her dönümü için 40 akça; ve küçük dönümlü bahçelerin her dönümü için de 30 akçayı vakfa vermeyi taahhüt etmişlerdir. 87

C. Bilecik Bağları: Bilecik, Ortaküplü ve Aşağıküplü'deki bağların çoğu Ertuğrul Gazi’ye vakfedilmiştir. Bağların tasarrufuyla ilgili kanun da konulmuştun Bağlarda üzüm ermeye başladığında belli kişiler(ehl-i hibre) üzümün miktarmı tahmin edecek, bu tahmin başka kişilerce doğrulanacak ve bağların öşrünü vakfa vermedikçe hiç kimse bağlarına giremeyecekti. 87

Ç-Bilecik Evleri: Sayısı ve mutassarıfları hakkında belgelerde bilgi bulunmayan çok sayıda ev (hâne) Ertuğrul Gazi'nin hatırasına vakfedilmişti. 87

D- Mukataalar : Bilecik'te Ertuğrul Gazi vakfına ait evlerin, atölyelerin (destgâh), hamamların ve kahvehanelerin arsaları mukata'aya verilmiştir. Nitekim en iyi arsa sahipleri senede 36 akçayı, orta arsa sahipleri senede 24 akçayı ve küçük arsa .sahipleri de senede 12 akçayı "mukâtaa "olarak vakfa vermeyi kabul etmişlerdir. Yine atölye sahipleri de her atölye için senede 60 akçayı vakfa vermişlerdir. 87

Bilecik'teki Murad Ferrâş, Abdülbaki Beşe, El-Hacc Abdullah veled-i İlacı Pirî ve Cami-i Kebir hamamlarım işletenler senede toplam 336 akçayı; Halil Efendi, Hacı İbrahim, nakîb Es-Seyyid Mustafa, Ali Efendi, Hacı Mehmed ve Küçük kahvehanelerini çalıştıranlar da senede toplam 1200 akçayı vakfa vermişlerdir. 87

E- Su Değirmenleri: Vakfın Bilecik'te sekiz bâb Dekinözü ve Samakov köylerinde de 14 bab olmak üzere toplam 21 bab su değirmeni (asiyâb) vardır. Değirmenlerin her babından senede 120 akça vakıf için alınmıştır. 88

F-Dükkânlar ve Hanlar: 1706 tarihli belgeye göre Bilecik'te olan 20 debbağ, 19 bazarcı, 14 boyahâne,14 bakırcı, 7 kuyumcu, bir semerci, bir demirci, bir bakkal ve 95 tane de çeşitli işter için kullanılan dükkân (toplam 172 adet) Ertuğrul Gazi'ye vakfedilmiştir. Dükkânları kullananlar, dükkânın büyüklüğüne ve dükkânda yapılan işin cinsine göre senede belli bir ücreti vakfa vermişlerdir. 88


S. Nu        Dükkânın Adı     Adedi     Mutasarrıfı            Yıllık Vergisi (Akça)


1        Debbağ         20        Bilecikliler                        1.200


2        Pazarcı        5        Seyyid Abdullah                    150


3        Pazarcı        5        Seyyid Ahmed/ Seyyid Mustafa        150


4        Pazarcı        4        Nakib Seyyid Mustafa                120


5        Pazarcı        3        Abdi                            90


6        Pazarcı        1        Dabbâğ Hacı Mehmed                30


7        Pazarcı        1        Hisar Mah. Halkı                    30


8        Boyahâne        11        Bilecik Ermenileri                1.320


9        Boyahâne        1        Molla Ahmed                    120


10        Boyahâne        1        Hacı İbrahim                    120


11        Boyahâne        1        Hacı Mehmed                    120


12        Bakırcı        12        Mercimekzâde Es-Seyyid Ahmed        60


13        Bakırcı        1        Topal Ahmed                    60


14        Bakırcı        1        Söğütlü Haa Ali Bey                30


15        Kuyumcu        5        Bilecik zimmileri                    400


16        Kuyumcu        2        Mercimekzâde Es-Seyyid Ahmed        30


17        Semerci        1        Osman                        30


18        Demirci        1        Seyyid Reis Hacı Halil                30


19        Bakkal        1        Nakib Hacı Mustafa                30


20        Diğerleri        95        Bilecikliler                        2.640


Toplam                172                                    6.790


Yukarıdaki çizelgeden de görüldüğü gibi, Ertuğrul vakfına ait 172 adet dükkânın 154'ünü Bilecikli Müslüman Türkler, 18 adedini de zimmi Ermeniler kullanmışlardır. Vakıf dükkânların haricinde, vakfa bağlı iki tane de “Han-ı Acem” vardır. 1706'da bu hanlardan birini Tellizade Osman Ağa diğerini de Hanım Hatun tasarruf etmiştir. Söz konusu hanlar muhtemelen İran'dan Bursa'ya gönderilen ipekli ve pamuklu dokumalar için antrepo vazifesini görmüş olmalıdır. 88

Ertuğrul Gazi vakfı Osmanlı Devletindc bir belde vergilerini vakfedilmesinin en çarpıcı millarden biri olarak karşımıza çıkar. Tamamıyla Ertuğrul Gazi’ye vakfedilen Bilecik tarihî gelişimini vakıf kuralları çerçevesinde sürdürmüştür. Bilecik Ermenileri de bu yapıdan yararlanarak varlıklarını XX. Yüzyılın başlarına kadar devam ettirmişlerdir. Hatta Osmanlı Devleti Ermenileri en iyi şekilde himaye etmiştir. Bunun en güzel delillerinden biri Bilecik pazarının XVI. yüzyıldan itibaren Ermenilerin isteği doğrultusunda kurulmuş olmasıdır. Bilecikli müslüman Türklerin Pazartesi günlerinde kurulan Bilecik pazarının Pazar gününe değiştirilmesi isteği, devrin hükümetince reddedilmiştir. Hükümet reddetme sebebi olarak, Pazar gününün Ermenilerin ayin günü olduğunu, dolayısıyla bu günde Ermenilerin pazar ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını göstermiştir. 88

Sonuç olarak, Osmanlı padişahları Anadolu Türklüğünün yeniden canlandığı ve kendileri için özel öneme sahip olan Bilecik'i Ertuğrul Gazi'ye vakfetmekle, O'na olan manevî borçlarını en iyi şekilde ödemeyi bilmişlerdir. 88

Yazarın çalışması burada son bulmaktadır. 

SONUÇ 

Yazar makalesinin araştırma bölümünü kısa bir sonuç ile bitirip belgelere geçmektedir. Tarihi belgeleri Ertuğrul Gazi ve soyunun siyasi, askeri yönlerinin yanında kuvvetli bir organizatör olduklarını ve infakı en güzel şekilde yaptıklarını somut bir şekilde ortaya konmaktadır. Belgeler ilimiz ve bölge tarihine ışık tutması bakımından çok önemlidir. 

Vakıf Türk İslam anlayışının en güzel örneklerinden birisidir. Dinimizdeki infak etmenin ete kemiğe bürünmüş şekli olan vakıflar yüzyıllar boyunca, doğru kullanıldıkları süreçte toplumun temel direklerinden birisi olmuş, devletin işlevlerini kolaylaştırmıştır. Onlar bunu yaparken “biz neyi ne kadar infak ediyoruz” diye kendimize sormakta fayda var. 

Yukarıda yer aldığı gibi uzun bir döneme ait (özellikle kuruluş ve genişleme) tarihi belgelerimiz sınırlıdır. Tarihin tarafsız bir şekilde ortaya konabilmesi için diğer yöntem ve materyaller ile desteklenmesi gerekir. Bunlardan birisi de arkeolojik çalışmalardır. Şimdi ilimiz ileri gelenleri/eşrafı, bürokratları, bilim insanları, yöneticileri ve temsilcileri/siyasetçilerine birkaç soru ve önerilerimiz olacaktır. Acaba ilimiz tarihi mekanları hakkında ne gibi bir araştırma çalışma programı, takvimine sahipler? Bunun için nasıl bir vizyona sahipler ve bunun somuta dönüşmüş bir karşılığı var mı? Şeyh Edebali Zaviyesinin ve eski Bilecik yerleşkesinin tarihi kayıtlardaki karşılıkları ne kadar araştırıldı? Bunların tarihe katacakları gerçek katkılar neler? (Geçen sene Edebali Zaviyesinin yakınından geçen dereye indiğimizde yoğun bir pis su kokusu ve akıntısı ile karşılaşmıştık). Ülkemiz ve yurt dışı arşivlerindeki ilimize ve bölgemize ait belgelerin taranıp, toplanması ve araştırılmasına yönelik nasıl bir plan, program/proje hazırlandı? Yapılan çalışmalarda nereye ulaşıldı. Ertuğrul Gazi’ye ait vakıf belgelerinin olduğunu ilimizde kaç kişi biliyor. Bu belgelerin kopyalarının alınıp ilimiz müze ve tarihi mekanlarına koymak için şu ana kadar nasıl bir teşebbüste bulunuldu? Bu soruları artırmak muhakkak ki mümkündür. Bunların bir kısmı yönetici, bürokratlar düşerken önemli bir kısmı da bilim insanlarına düşmektedir. Ülkemiz bilim yapılarının dünya sıralaması ve ilimiz bilim yapısının ülke sıralaması zaten bize durumumuz hakkında somut veriler sunmaktadır. Umarım soruların muhatapları akşam başlarını yastıklarına koyduklarında, her ay yapmaları gerekenlerin karşılıkları olarak kartlarını bankamatiklere taktıklarında ve aldıkları ile sofralarında çocuklarına rızk sunduklarında umarım bu soru/önerileri hatırlayacaklardır. 

Başta bahsettiğimiz tarihi bir hususu tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Ancak doğrular bizi gerçeğe ve sonuca ulaştırır. İlimizi tarihi mekanlarını yıl içinde yüzbinlerce kişi ziyaret etmektedir. Tarihi mekanların girişlerinde ziyaretçileri tarihi önemli şahsiyetlerin sözleri karşılamaktadır. Ancak bu sözler tarihi bir belgede yer almamaktadır. Günümüz romanında alınma bu sözleri tarihi şahsiyetlerin söylediği sözler olarak sunmak ne kadar halisene duygu ile yapılsa bile tarihi yanılmaktan öteye geçmez. Kimseye söylemediği sözleri söyletmek ne bilime ne de devlet adamlığına sığar. Tarihi popülaritede/roman/dizilerde geçtiği gibi zannetmek düşülebilecek büyük tuzaklardan birisidir. Efsanelerin gerçek, gerçeklerin de efsane oldu toplumlarda Gustave LeBon’un kitaplarında dediği gibi hüsran yakındır. Bunların olmaması için tarihimize ve ilimize ait tarihi bir belgeye ait çalışma sunduk. Umarım bu bir kıvılcım olup büyük çalışmalara başlangıç teşkil eder. Selam ve dua ile 

Bu haber toplam 2803 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.