AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

AİLE VE DİNİ REHBERLİK SAYFASI AİLE HUZURU ŞİDDET DEĞİL ŞEFKAT

AİLE VE DİNİ REHBERLİK SAYFASI AİLE HUZURU ŞİDDET DEĞİL ŞEFKAT

Hz. Peygamber (sav), kadınlarına karşı oldukça sert davranan bir toplum içinde yetişmişti. Cahiliye dönemi bir tarafa, İslamı dönemde bile zaman zaman bu sertliğin izlerine rastlamak mümkündü. Her konuda ol­duğu gibi Allah Resulü, kadına karşı şiddet hususunda da müstesna bir duyarlılığa sahipti. Başta hadis eserleri olmak üzere İslamı kaynaklar, Hz. Peygamber'in hayatıyla ilgili bütün bilgileri en ince detayına kadar verdik­leri halde, onun eşlerine ve çocuklarına karşı şiddet uygulamak bir yana, en küçük bir hakaret veya kırıcı bir sözünden bahsetmemişlerdir. Bunun ötesinde o (sav) cahiliye döneminden intikal eden kadına karşı şiddet kul­lanma alışkanlığını sürdürme eğiliminde olanları da uyarmıştır. Bunlar, insanlık tarihi boyunca kadının maruz kaldığı baskı ve ev içi şiddete karşı Sevgili Peygamberimizin fiili tepkisini ve kadının saygınlığını korumak için başvurduğu tedbiri ortaya koymaktadır. O, çoğu zaman yapıldığı gibi, "Aile içinde olur böyle şeyler." diyerek, mağdur olan kadını kendi haline terk etmemiştir. O, evlilik hayatında eşleriyle ufak tefek dargınlıklar yaşasa bile, onlara asla el kaldırmamış, kırıcı ve incitici söz söylememiştir. Onun için, Veda Hutbesi'nde müminlere bıraktığı vasi­yet ve son nasihatlerinden birisi, "kadınlar hakkında Allah'tan sakınmaları gerektiği" olmuştur. Çünkü kocaları, "Onları Allah'ın bir emaneti olarak almışlar ve Allah'ın adıyla (nikah kıyarak) onları kendilerine helal kılmışlardır."

Ayetleri insan­lara tebliğ eden Allah Elçisi, onların nasıl anlaşılıp uygulanacağını da bize öğretmiştir. Namazı nasıl onun öğrettiği gibi kılıyorsak, eşimize de, onun eşlerine davrandığı gibi davranmak durumundayız. "Müminlerin iman ba­kımından en olgun olanları, ahlakı en iyi olanlarıdır. Sizin en hayırlılarınız da hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır."9 buyuran bir Peygamber'in tutum ve davranışı, bizim için yegane örnek olmalıdır. Ayrıca o, bir sahabiye tavsiyesinde de, karısını çirkin olarak nitelememesini ve dövmemesini öğütlemiştir.

Aile içinde özellikle kadına karşı yöneltilen şiddetin kaynağında çe­şitli sebepler bulunmaktadır. Farklı özelliklerde yaratılan ve farklı çev­relerde yetişen iki cinsin, hiçbir çaba göstermeden birbirleriyle tam bir uyum sağlamaları eşyanın tabiatına aykırıdır. Anlamlı bir uyum, ancak farklılıkların doğal karşılanması, karşılıklı tahammül ve fedakarlık sonu­cunda ortaya çıkacaktır. Bu sabrı göstermeden hemen çatışma ve şiddete başvurmak, sonunda da ayrılmayı göze almak, hem ilahi iradenin hem de Allah Resulü'nün tasvip etmediği bir tutumdur. Nitekim Cenab-ı Hak, az önce ifade edildiği gibi kadınlarla iyi geçinmeyi emretmekte, hoş olmadı­ğı düşünülen bazı şeylerde hayır bulunabileceğini bildirmektedir. Allah Resulü de, "Mümin, mümin hanımına karşı kötü duygular beslemesin; çünkü onun bazı huylarından hoşlanmasa da diğer huylarından hoşlanabilir." buyurarak ayetin mesajını pekiştirmektedir.

Aile içi huzursuzlukların ilk tezahürü, eşlerin birbirlerine karşı kırıcı davranmaları ve hakarete varan sözler sarf etmeleridir. Tekrar eden bu davranış zamanla kalıcı olabilmekte, sanki aile ilişkisinin doğal bir parçası gibi algılanabilmektedir. Halbuki Allah ve Resulü'nün kesinlikle yasakla­dığı kötü söz, aile ortamında hem eşler hem de çocuklar için psikolojik bir şiddete dönüşmekte ve hayatı çekilmez bir hale getirmektedir. Ailesine karşı kırıcı ve kötü sözlü olduğunu, oysa başkalarına karşı böyle davran­madığını söyleyen ve bu konuda ne yapması gerektiğini Hz. Peygamber'e soran Ebu Huzeyfe, bunun için günde defalarca Allah'tan af dilemesi ge­rektiği cevabını almıştır.

Allah Resulü, hanımının ağzının bozukluğundan şikayet eden Lakit b. Sabra adındaki diğer bir sahabiye de eşini boşamasını önermiştir. Lakit'in, "Onunla aramızda uzun zamana dayanan bir beraberlik ve bir de çocuk var." sözü üzerine, "Ona nasihat et. Eğer onda iyi bir gelişme gö­rürsen buna devam et..." buyurarak, erkeğin şiddete yönelmesine müsaade etmemiştir. Buradan hareketle, dövmenin çözüm olmayacağını bilen Al­lah Resulü'nün, yürüyemeyecek dereceye gelen ciddi ailevi geçimsizlikler­ de ev içindeki şiddetin devam etmesi yerine, eşlerin medeni yolla ayrılma­larını düşünmelerini önerdiğini söylemek mümkündür. Hz. Peygamber, aile arasındaki huzursuzlukları körükleyenleri de ağır bir dille uyarmıştır. O (sav), "Kadını kocasına, köleyi efendisine karşı kışkırtan bizden değildir." bu­yurarak aileyi korumaya verdiği önemi ortaya koymuştur.

Bir erkeğin hayatını paylaştığı bir kadına el kaldırmasını hayretle karşı­layan Rahmet Peygamberi, "Sizden biriniz (sakın) hanımını köle döver gibi döv­mesin. Sonra günün sonunda onunla (aynı yatakta nasıl/ne yüzle) beraber olur!" buyurmuştur. Nitekim Allah Resulü'nün bu konudaki uyarıları çok açıktır. O şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz hizmet­çisini döverken Allah'ı hatırlasın ve derhal elini çeksin." Sahabi Ebu Mes'ud el­ Bedrî anlatıyor: "Kölemi dövüyordum. Arkamdan, 'Şunu bil ki Ebu Mes'ud... ' diye bir ses işittim. Döndüğümde Resulullah'ı karşımda gördüm. "Şunu bil ki Ebu. Mes'ud, Allah'ın senin üzerindeki gücü senin kölenin üzerindeki gücünden daha fazladır." buyurdu. O anda elindeki kırbacı bırakan ve bundan sonra hiçbir kölesini asla dövmediğini söyleyen Ebû Mes'ud o kölesini de Allah rı­zası için azat ettiğini bildirmektedir. İbn Ömer'den nakledilen bir rivayette de Allah Resulü'nün, "Kim kölesine tokat atar ve onu döverse, bunun kefareti o köleyi azat etmesidir." buyurduğu ifade edilmektedir.

Aile içi şiddetin en yaygın olanı kocanın eşine yönelik fiziki şiddeti olsa da, kadının kocasına, ebeveynin çocuklarına, çocukların da ebeveyn­lerine yönelik şiddet uygulamaları söz konusu olabilmektedir. Bu bağlam­da manevi ve psikolojik baskılar da şiddet kapsamı içinde yer alır. Örneğin eşlerin birbirlerine yönelttikleri, geçerli delillere dayanmayan zina isnadı, bir iftira olduğu için, namus ve onurlarına yönelik manevi bir şiddettir. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim, böyle bir suçlamaya en çok maruz kalan ve bundan en fazla zarar görecek olan kadını korumak amacıyla, bu iftirayı yapan kimselere seksen sopa vurulması ve şahitliklerinin ebediyen ka­bul edilmemesi cezasını vermiştir. Eşlerin, kendilerinde kalması gereken mahrem sırlarını başkalarına yaymaları da karşı taraf için bir nevi manevi şiddettir. Çünkü aile bireylerinin birbirlerine güvenerek açıkladıkları sır­ların ve mahrem bilgilerin başkalarına intikali, onların kişilik haklarının ciddi bir ihlalidir. Onun için Allah Resulü, "Kıyamet gününde, Allah katında mevkii en kötü olacak insanlardan birisi, karısı ile beraber olup da onun özel hayatına ilişkin sırlarını yayan kimsedir. " buyurmuştur. "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez." buyuran Al­lah Resulü, aile içinde veya dışında insanların birbirlerine zulmetmesini, eziyet etmesini yasaklamıştır.

Hac ibadeti esnasında yaptığı hataların durumunu soran birisine, "Bunların bir önemi yok, yeter ki bir Müslüman'ın ırzına (haysiyetine ve şahsiyetine) saldıran kimse olmasın. İşte böyle biri günah işlemiş ve helak olmuştur." buyurarak, insanlara yapılan maddi manevi saldırıların, Allah'a ibadet ederken düşülen hatalardan çok daha önemli olduğunu vurgulamıştır. Hz. Peygamber savaş dışında hiç kimseye el kal­dırmamış, ne kadına ne de hizmetçiye vurmuştur. Müslüman, "elinden ve dilinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimse" olarak tanımlarken, "bu dünyada insanlara işkence edenlerin Allah'ın azabına maruz kalacağı" uya­rısında bulunmuştur. Nitekim Ebu Ubeyde b. Cerrah, Hz. Ömer döne­minde Şam'da valilik yaptığı esnada bir adamdan zor kullanarak cizye almaya kalkınca Halid b. Velid, kendisiyle bu konuda konuşmuştu. Bu­nun üzerine Halid'e, "Valiyi kızdırdın." denilince, o şöyle cevap vermişti: "Niyetim onu kızdırmak değildi ama ben Resulullah'ı (sav) şöyle derken işittim: 'Kıyamet günü en şiddetli azap görecek kimseler, dünyada insanlara en çok işkence edenlerdir."

İnsanlara yapılan saldırı ve haksızlıklar karşısında bu kadar duyarlı olan Allah Resulü, bir eş, bir baba ve bir aile reisi olarak eşlerine, çocukları­ na, torunlarına ve hizmetçilerine karşı da aynı duyarlılığı göstermiş, onlara sevgi ve şefkatle muamelede bulunmuştur. Onun eşlerine karşı takındığı en sert tutum, bazı olaylar sebebiyle dargın durduğu bir aylık dönemdir. Bunun dışında eşlerinin bazı kıskançlıklarını bile olgunlukla karşılamış, kendisine karşı zaman zaman seslerini yükseltmelerine aldırmamıştır. Hat­ta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in, Allah Resulü'nün eşleri olan kızlarına kar­şı, onu üzdükleri düşüncesiyle zaman zaman takındıkları sert tutumdan haberdar olup kızlarına çıkışmalarına engel olmuştur.

Sevgili eşi Hz. Aişe'nin memnuniyetini ve kızgınlığını nasıl anladı­ğını ona anlatırken bile Allah Resulü'nün bu olgun ve dingin tavrı fark edilmektedir. Hz. Aişe'nin anlattığına göre Allah Resulü ona, "Ben senin benden memnun olduğun ve bana kızdığın zamanı anlarım. " deyince Hz. Aişe bunu nasıl anladığını sormuş, Hz. Peygamber, "Benden memnun olduğun­ da, 'Hayır, Muhammed'in Rabbi hakkı için olmaz.' dersin. Bana kızdığında ise, 'Hayır, İbrahim'in Rabbi hakkı için olmaz.' dersin."buyurmuştur. Hz. Aişe'nin ona verdiği cevap da eşini çok seven bir hanımın inceliğini yansıtmaktadır: "Evet, fakat Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın Resulü, ben senin sadece isminden uzak kalabilirim,''

Allah Resülü'nün çocuklarına ve torunlarına olan düşkünlüğü de çok iyi bilinmektedir. Kızı Fatıma'ya karşı sevgisini her vesileyle göstermesi, torunlarına karşı sık sık sevgi izharında bulunup namaz kıldırırken bile onları omuzunda ve sırtında taşıması bunun en açık göstergesidir. Hz. Peygamber, hizmetçilerine de tıpkı ailenin asıl üyelerine davrandığı gibi muamele etmiştir. Enes b. Malik'in bu noktadaki açıklamaları, aynı za­manda onun yumuşak karakteri ve olgun tavrı hakkında da net bir fikir vermektedir: "Resülullah'a (sav) on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun 'Öf!' bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, 'Niçin böyle yaptın?' demediği gibi, 'Şöyle yapsaydın ya! ' da demedi."

Anne babaların çocuklarına duyduğu fıtri sevgi, onlara karşı kötü muameleyi belli ölçüde engellese de, tamamen ortadan kaldırmamaktadır. Hatta bazen, onların bize Allah'ın bir emaneti olduğu unutularak, sahip olunan bir eşya gibi üzerlerinde her türlü tasarrufta bulunulabileceği düşünülmektedir. o yüzden cahiliye döneminde bazı kabileler, kendileri için ekonomik bir yük ve utanç vesilesi saydıkları kız çocuklarını öldürmekte bir beis görmemişlerdir. Cenab-ı Hak, bu vahim suçu işleyenleri, "Geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Onları ve sizi rızıklandıran biziz. On­ ların öldürülmesi gerçekten büyük bir günahtır."(İsrâ, 17/31) ayetiyle uyarmaktadır. Aile içi şiddetin çocuklara yönelik bu acımasız uygulaması geçmişte kalsa da, tarih boyunca ve günümüzde de çocuğa yönelik şiddet ve istismar yo­ğun bir şekilde devam etmektedir. Zorunlu bir sebebe dayanmayan kürtaj , çocukların küçük yaşta çalışmaya zorlanması, dilenciliğe ve konusu suç olan şeylere teşvik ve alet edilmesi, dövülmesi ve kötü muamele görmesi, genelde ebeveynlerden kaynaklanan çocuğa yönelik şiddet olaylarıdır. Ev içi şiddete bağlı olarak zamanının büyük çoğunluğunu sokaklarda insan onuru ve şahsiyetiyle bağdaşmayan uygunsuz ortamlarda geçiren çocuk­ların sayısı gittikçe artmaktadır.

Özellikle bazı toplumlarda genç kızların, isteyerek veya istemeyerek karıştıkları ve cinsel yönden istismar edilip mağdur duruma düştükleri bazı olaylar sebebiyle, namus temizleme adı altında cinayete kurban git­meleri, aile içi şiddetin en acımasız örneklerindendir. Cinayete onay veren aile büyükleri de dahil bunu işleyenlerin hepsi suça ortaktırlar. Çünkü mağdur edilen kimse, başta ailesi olmak üzere herkes tarafından korunması gereken bir mazlumdur. Kendi yanlış tercihiyle mağdur olmuş kim­senin hatası kendisine aittir. Bu kişi ergenlik çağına ulaşmış ve suç işle­mişse, cezasını çeker ve Allah'tan af diler. Ergen olmayan kimseye ise, ebeveyni ve aile büyükleri tarafından uyarı ve nasihatte bulunulur. Yeni tehlikelere maruz kalmaması için de koruma altına alınmalıdır. Her iki durumda da ailenin, çocuklarını yargılayıp ceza verme hakkı yoktur. Di­nimize göre herkes yaptığından sorumludur, kimse kimsenin günahını yüklenmez. Anne baba, çocuklarına ceza vermek yerine bu konudaki so­rumluluklarını düşünüp kendilerini sorgulamak zorundadırlar. Ayrıca bu durumlarda toplumsal duyarlılık da devreye girmeli, toplum da üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmelidir. Toplum, gerek ev içinde şiddete maruz kalarak gerekse de anne baba arasındaki şiddetli geçimsizliğin bir sonucu olarak aile ortamından uzaklaşıp mağdur duruma düşen çocuklar için gerektiğinde hukukî, sosyal, eğitsel ve ekonomik önlemler almalıdır. Özellikle sağduyulu aile büyüklerinin ve toplum gönüllülerinin ara bulu­culuk faaliyetleri bu konuda hayatî bir önem taşımaktadır.

Diğer yandan çocuklar tarafından ebeveyne gösterilen şiddet, İslam di­ninin en çok dikkat çektiği konulardan birisidir. Kur'an-ı Kerim, ana babaya saygı ve iyi muamele hususuna birçok ayette işaret etmiştir. Evladın yanın­da yaşlanan anne baba için, "Onlara öf bile demeyin.'(İsrâ,17/23) buyurarak, ebeveyni kırabilecek her türlü davranıştan uzak durulması gerektiğini bildirmiştir. Dikkat edilirse ayetin ifadesi sadece fiziki şiddeti değil, onları üzüp gücen­direbilecek her türlü söz ve davranışla uygulanabilecek manevi şiddeti de yasaklamaktadır. Bazı ayetlerde, Allah'a kulluktan hemen sonra anne baba­ya iyilik emri yer almıştır. Sevgili Peygamberimiz de, ana babaya saygı ve hizmetin önemini her fırsatta dile getirmiş, onlara kötü muameleyi Allah'a ortak koşmakla yan yana, büyük günahlardan saymış, özellikle annelere eziyet etmenin Allah tarafından haram kılındığını belirtmiştir.

Allah Resulü, gönderiliş amacına uygun olarak insanların hem bireysel, hem de aile ve toplum içinde huzurlu olması için gerekli tavsiyelerde bulunmuş ve kendi fiilî örnekliğiyle de bir Müslüman ailesinin nasıl olması gerektiğini ümmetine göstermiştir. "Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir. " buyururken, aileden başlayıp toplumla devam eden bir sevgi ve saygı medeniyetini inşa etmek istemiştir. Bu saygı ortamında kadınlara öncelik tanımış, onlarla ilişkisini daima ne­zaket ve hoşgörü çerçevesinde yürütmüştür. Kendi eşlerine karşı gösterdiği nazik tutumuyla da, hem cahiliye döneminin bedevilerine hem de kıyame­te kadar kendi yolunu takip edecek insanlara, ailelerine nasıl davranmaları gerektiğinin mesajını vermiştir. Hanımları taşıyan develeri süren hizmetçi­ ye, "Ne yapıyorsun Enceşe, yavaş ol! Cam gibi narin (hanım) yolcularına mukay­yet ol!" şeklinde uyarıda bulunması, onun genelde kadınlara, özel olarak da kendi eşlerine karşı zarafetinin açık bir göstergesidir.

Aile kurabilmek kadar onu ayakta tutabilmek de çok önemlidir. Bunu yapabilmenin tek yolu aile huzurunu zedeleyen sebepleri ortadan kaldır­maktır. Özellikle günümüzde, eşlerin, hatta tüm aile bireylerinin birbir­lerine karşı uyguladıkları, maddi, manevi ve psikolojik boyutları olan şiddet, sadece ailenin değil tüm toplumun huzurunu tehdit eder duruma gelmiştir. Aile düzeninin devamı, başta eşler olmak üzere tüm aile fertle­rinin birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmelerine, karşılıklı hak ve sorumluluklarını bilmelerine bağlıdır.

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan: Ümmühan BAYRAKÇI - Bilecik Müftülüğü İl Vaizi

Bu yazı toplam 1502 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR