AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

Asr-ı Saadetten Çanakkale’ye Kahraman Erler

Asr-ı Saadetten Çanakkale’ye Kahraman Erler

Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir direnişle on dört ay devam eden Çanakkale savaşları, aziz milletimizin binlerce yıl daha bu topraklarda kalacağının bütün dünyaya ilanıdır. Mehmetçiğin anadan, yardan, serden geçerek destanlaştırdığı bu zafer, topyekûn İslam âleminin düşman karşısındaki muhteşem kükremesidir.

Şanlı tarihimizin sayfaları destan çapında sayısız zaferle süslü olmasına rağmen Malazgirt Zaferi, İstanbul’un Fethi ve Çanakkale savaşları müstesna bir yere sahiptir. Bu yüzdendir ki M. Akif Ersoy, Çanakkale zaferini İslam tarihinin en önemli savaşı olan Bedir Savaşı ile karşılaştırarak şu mısraları dile getirmiştir.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi

Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi

Çanakkale savaşları ile ilgili anlatılan bütün hikâyeleri âdeta özetleyen bu mısraların altında derin tahliller bulunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki M. Akif’e göre Mehmetçiklerin rol modelleri ashab-ı kiramdır. Dolayısıyla o, Bedir Gazvesi ile Çanakkale savaşı arasında da benzerlikler bulmaktadır.

Hatırlanacağı üzere Hz. Peygamber (s.a.s.), Bedir Savaşı’ndan önce yaptığı duada, ilk İslam ordusunun helak olması durumunda yeryüzünde kendisine secde edecek bir fert kalmayacağını Allah’a (c.c.) arz etmişti. Yani Bedir ashabı bir anlamda tevhidi kurtaran erlerdi. M. Akif’e göre şanlı ordumuz da yirminci asrın başlarında aynı işlevi görmüştür.

Müslüman mülkünü her yerde bir felaket vurdu…

Bu toprak kalıyor dînimizin son yurdu

Bu da çiğnendi mi çiğnendi demek şer-i mübin;

Hâk-sâr eyleme ya Râb, onu olsun…

Âmin!

Zihnimizi hiç zorlamadan biz de Uhud’dan Hayber’e, Bedir’den Hendek’e Asr-ı Saadet’teki mücahitlerle Çanakkale Mehmetçikleri arasındaki rol-model ilişkisini dikkatli bir okumayla rahatlıkla tespit edebiliriz.

Ordunun en genç üyeleri olarak Bedir Savaşı’na katılan ensardan Muaz, Muavviz ve Avf kardeşlerin savaş hengâmında Ebu Cehil’i arayıp bulmaları ve onunla savaşmaları, Çanakkale savaşlarının devam ettiği günlerde öğrencilerin sınıfları boşaltıp cepheye koşmaları aynı imanla gerçekleştirilmiş hareketler değil midir?

Hz. Ali’nin (r.a.) Hayber’de son derece ağır bir kapıyı kalkan olarak kullandığı savaşın zaferle sonuçlanmasıyla, Seyit Onbaşı’nın bir insanın asla kaldıramayacağı bir top mermisini sırtlayıp topun namlusuna sürmesi arasında bir fark var mıdır? İkisinde de Allah’ın yardımı açık değil midir?

Uhud Savaşı’nda Müslümanların sancaktarlığını yapan Mus’ab b. Umeyr, sancağı tutan bileğinin kesilmesi üzerine onu diğer eline almış, o da kesilince kollarıyla sancağı göğsüne bastırmış, şehit oluncaya kadar sancağı düşürmemişti. Onun bu kahramanca davranışı ile Çanakkale’de savaşan Bombacı Mehmet Çavuş’un şu hareketi aynı imanın tezahürü değil midir?

Çanakkale’de Bombacı Mehmet Çavuş düşmanın attığı el bombalarını patlamadan önce tutup tekrar düşman siperlerine atıyordu. Bunu fark eden düşmanlar bombaların atılma sürelerini değiştirince bombalardan birisi Mehmet’in elinde patladı. Hastaneye kaldırılan ve kolu kopan Bombacı Mehmet Çavuş, iyileşir iyileşmez kumandana bir mektup yazmış, bir an önce cepheye gitmek istediğini, sağ kolu koptu ise sol kolunun hâlâ sağlam olduğunu bildirmişti.

Yine sahabeden Osman b. Maz’ûn, tevhit konusunda müşriklerle yaşadıkları bir arbedede bir gözünü kaybetmişti. Kendisine bir daha benzer bir işe kalkışmaması tembih edildiğinde Allah yolunda diğer gözünü de feda etmekten çekinmeyeceğini söylemiştir. Çanakkale savaşında da tabyaları havaya uçan bir birlikte bir asker gözlerini kaybeder. Kumandan Cevat Paşa “Gözlerine bir şey mi oldu?” diye sorunca az önce Ocean zırhlısının batışına tanık olan asker şöyle der. “Üzülmeyin efendim, benim gözlerim göreceğini gördü.”

Bütün bu örnekler Uhud’un yiğitleri, Bedrin aslanları, Hayber’in gözü pek mücahitleri ve Çanakkale kahramanlarının aynı ruh kumaşından olduklarının en güzel kanıtıdır. Kul hakkına riayet etme, orduyu maddi ve manevi olarak destekleme, harama karşı titiz olma, düşmana karşı cesaretle ileri atılma ve Allah’ın yardımına mazhar olma noktasında bütün bu savaşlarda sayısız örnek bulmamız mümkündür.

Çanakkale ile diriliş

Bir asır önce bu toprakların tanık olduğu Çanakkale savaşları sıradan bir savaş değildir. Hele tarihçilerin tartışıp sebep ve sonuçları ile makaleler kaleme almakla yetinebileceği bir savaş hiç değildir. Hemen her aileden “Dedem Çanakkale’de şehit olmuş. Amcam Yemen’e gitmiş, bir daha dönmemiş.” diyen insanların henüz hayatta olduğu bir dönemde, bu kutlu zafer bizim için daha büyük anlamlar ifade etmektedir. Okuduğumuz Çanakkale hikâyelerini, kendi hayatımızda bir Çanakkale cephesi açabilmede meşale gibi kullanabiliriz. Bu meşalelerle bir yürek yangını başlatıp bunun aydınlığında yol alabiliriz. Öğretmen, memur, asker, esnaf, hoca, kadın, erkek, genç, ihtiyar… Herkes kendisiyle ve konumuyla özdeşleştireceği örnek üzerinden bir ruhi diriliş başlatabilmelidir. Yazımızı bu bağlamda zikredeceğimiz birkaç örnekle nihayetlendirmek istiyoruz.

Vatan uğruna uykusuz kalmak

Üç aylık bir talimden sonra Çanakkale cephesine katılan Mehmet Muzaffer ordunun ihtiyacı olan lastikleri satın almak için bir gecede gaz lambası ışığında, kalem cetvel yardımıyla lastik bedeli olan yüz liranın kopyasını hazırlamıştı. Altına da “Bedeli Çanakkale’de altın olarak ödenecektir.” ibaresini yazmıştır. Bir öğretmen veya bir öğrenci Mehmet Muzaffer’in bu erdemli hareketini öğrendikten sonra hayatında bir Çanakkale cephesi açabilir. O da bilgisini, becerisini, sanatını din, vatan, millet için kullanmaya çareler arayabilmelidir. Bir daha benzer bir trajedinin yaşanmaması için yapabileceklerinin en iyisini Allah için yapmalıdır.

Her türlü israftan kaçınmak

Siperde bir komutan, askerine, düşman yaklaştığı hâlde neden ateş etmediğini sorunca askerden şu cevabı almıştır: “Kumandanım cephanem az, düşman askeri ise çok fazla… Mermiler boşa gitmesin diye biraz daha yaklaşmalarını bekliyorum.” Bu hatırayı okuyan bir vatandaşımız şöyle düşünse kendi cephesinde Çanakkale’yi geçilmez kılmış olmaz mı? “Mehmetçik canını tehlikeye atmak pahasına mermileri israf etmekten çekinmiştir. Acaba ben hayatımda neler israf ediyorum. Zaman, imkân, arkadaş, fırsatlar… Daha neler neler… Ben de ecdadıma layık olabilmek için çevremdeki değerlerin farkında olacak ve onları israf etmeyeceğim.”

Bir kişiyi daha kurtarmak

Bir Mehmetçik, söz verdi diye arkadaşını düşman saflarında bırakmamak için, canını tehlikeye atarak komutanının itirazına rağmen siperden fırlamış, arkadaşını alıp getirmiş cansız bedenini kendi siperinde yere uzatmıştır. Komutanı “Değdi mi canını tehlikeye attığına?” diye sorunca şu cevabı vermiştir: “Değdi komutanım, ben onun yanına gittiğimde son nefesini vermemişti. Bana, geleceğini biliyordum kardaş, dedi. Bu sözü duymak için değdi komutanım.” Bunu okuyan herkes şöyle düşünebilmelidir: “Çanakkale’de bir nefer, yaralı arkadaşını düşman cephesinde bırakmamak için canla başla çalıştı. Ben de arkadaşımı her türlü zararlı alışkanlıklardan, inançsızlık belasından, yalnızlıktan, cehalet girdabından kurtarmak için var gücümle çalışmalıyım.”

Siperlere dönüşen derslikler

On binlerce gencimiz Çanakkale için umumi seferberlik ilan edildiğinde üniversite sıralarını terk edip gönüllü olarak askere yazılmıştır. 646 Celal İbrahim, gece yarısında askerlik şubesinde sıraya girerek “1 numaralı gönüllü” olarak askere yazılmış, daha sonra Çanakkale cephesinde şehit olmuştur.

Şimdi biz kendimize soralım. En son ne için sıraya girdim. Bir indirim kampanyası için mağazada mı? Nerede? Sıcak savaşın olmadığı bu günlerde gençlerimiz kütüphanelerde çalışmak için sıra bekliyorlarsa, laboratuvardaki deneyin sonucunu merak ettiği için masa başında uyuyakalıyorsa, mühendislerimiz nöbet tutan askerlerimize daha güçlü silahlar sunabilmek için gece yarılarında birkaç satır daha okuyabilmek için gözlerini ovuşturuyorsa bu gayretlerinin Allah katında Celal İbrahim’in şehadetiyle beraber kabul edileceğinden şüphe etmemelidirler.

Her imkânı din-vatan uğruna kullanmak

Yenice Köyünden gazi Ahmet Başaran’ın anlattığına göre, Çanakkale’de düşman saltolar yapa yapa yaklaştığında Mehmetçikler yerlerinden kıpırdamaz, düşmanın atış menziline girmesini beklermiş. Sınırlı sayıda savaş toplarını da düşman fark etmesin diye ağaçlar arasına saklarmış. Başka bir gazinin hatırasından soba borularına top namlusu görüntüsü verip düşmanı aldatma ve mühimmatını boşa harcatma hilesine başvurdukları da anlatılmaktadır.

Bazıları bir adam boyunda olan top mermilerine karşı istihkâmları terk etmemek tabiri yerinde ise mangal gibi yürek ister. Günümüz insanının bundan çıkaracağı ders şu olmalıdır: İşimiz ve pozisyonumuz ne olursa olsun bulunduğumuz yeri okçular tepesi gibi görüp görev yerimizden ayrılmamalıyız. İstediğimiz imkânların bize verilmesini beklemeyip verilmiş imkânları en iyi şekilde kullanmayı prensip edinmeliyiz. “Su uyur düşman uyumaz.” atasözümüzü unutmadan savaşın sadece sıcak çatışmalardan ibaret olmadığını, günümüz mücadelesinde kalemin kılıçtan daha çok işe yaradığını unutmamalıyız.

Çanakkale Zaferi, deşarj olmak için değil; şarj olmak için okunmalıdır.

Çanakkale Zaferi, hayıflanmak ya da övünmek için değil, yeniden dirilişe vesile olsun diye okunmalıdır.

Çanakkale Zaferi, dünden ders alarak geleceğe daha güvenle bakabilmek için okunmalıdır.

Kaynak: Dib Yayınları 

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

 

FETVALAR BÖLÜMÜ

 

1-Bir malın taksitli olarak birden fazla fiyatla satışa sunulması caiz midir?

Bir malın taksit sayısına göre, farklı fiyatlarla satışa sunulması caizdir. Mesela bir mal, peşin fiyatı bin liradan, altı ay vadeli fiyatı bin beş yüz liradan, bir yıl vadeli fiyatı da iki bin liradan olmak üzere değişik fiyat seçenekleriyle satışa sunulsa, müşteri de bu seçeneklerden birini tercih edip kabul etse yapılan bu alışveriş caiz olur. Zira bu uygulamada satıcı, pazarlık sırasında peşin ya da farklı vadelere göre değişik ödeme seçenekleri ile malın fiyatını belirlemekte, alıcı da bunlardan birisini tercih edip kabul etmektedir. Böylece akit esnasında malın fiyatı taraflarca kesin olarak belirlenmiş olmaktadır. Ancak, alıcı seçeneklerden birisini seçip kabul etmeden, “tamam aldım” der ve bu şekilde birbirlerinden ayrılırlarsa, akitte fiyat belirlenmediği için bu satış fasit olur (Serahsi, el-Mebsut, XIII, 7, 8; İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, VII, 45).

2-Yapılan bir alım satım akdi hiçbir sebep olmaksızın tarafların karşılıklı rızası ile feshedilebilir mi?

Dinimize göre Müslüman’ın, verdiği sözü tutması, ahdine ve akdine sadakat göstermesi en önemli görevlerinden birisidir. Yapılan alım satım işi sözleşme ile birlikte kesinlik kazanır ve aşağıdaki durumlar dışında tek taraflı olarak feshedilemez:

a) Taraflar, karşılıklı rızalarıyla kurdukları akdi sebepli veya sebepsiz olarak feshedebilirler (Merğinani, el-Hidaye V, 150-151). Hz. Peygamber (s.a.s.), alışverişini bozmak isteyen bir Müslüman’ın bu talebini kabul eden kişinin, Yüce Allah tarafından hatasının affedileceğini ve kıyamet günü sıkıntısının giderileceğini (Ebu Davud, İcare, 18; İbn Mace, Ticaret, 26) ifade etmiştir.

Akdi karşılıklı rızayla sona erdirmenin bu şekilde gerçekleştirilebilmesi için malın akit esnasındaki şekliyle duruyor olması gerekir.

b) Alıcı veya satıcıdan birisinin ya da her ikisinin muhayyerlik (belirlenen süre içinde akdi devam ettirme veya feshetme) hakkı bulunursa, bu hakka sahip olan taraf süresi içerisinde akdi feshedebilir (Merğinani, el-Hidaye V, 32).

c) Malda, piyasada değerini düşmesini gerektirecek bir kusur bulunması hâlinde, müşteri bu kusur nedeniyle akdi feshedebilir (Merğinani, el-Hidaye, V, 64 vd.).

d) Bir malı görmeden satın alan kişi malı gördüğünde, görme muhayyerliği hakkını kullanarak akdi feshedebilir (Merğinani, el-Hidaye, V, 52).

e) Malın tağrîr (aldatma) kasdıyla fahiş fiyatla satılması hâlinde müşteri akdi feshedebilir (Mecelle, md. 357).

Aşırı fiyatın ölçüsü İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Kimileri bilirkişinin tespit ettiği tahminî meblağların üst sınırını aşan bir fiyata satma ya da satın alma durumunu gabn-i fâhiş sayarken (Kasani, Bedai’, VI, 30; İbn Nuceym, el-Bahr, I, 171), kimileri insanların çokça alıp sattıkları mallarda (urûzda) %5, hayvanda %10, taşınmaz mallarda %20’lik ve daha üstü farkı gabn-i fâhiş olarak kabul etmişlerdir. Mecelle bu görüşe göre düzenlenmiştir (Mecelle, md. 165). Günümüzde bilirkişilerin günün piyasa şartları içerisindeki belirlemeleri esas alınmalıdır.

3-Müşterinin, görmeden satın aldığı bir malı daha sonra gördüğünde, alışveriş akdini feshetme hakkı var mıdır?

Müşterinin, görmeden satın aldığı bir malı, daha sonra gördüğünde, alışveriş akdini feshetme hakkı vardır. Bu hakka görme muhayyerliği denilir. Peygamberimiz (s.a.s.), “Görmediği bir şeyi satın alan kimse, onu gördüğü zaman muhayyerdir.” (Beyhaki, es-Sunenu’l-kubra, V, 439; Darekutni, es-Sunen, III, 382) buyurmuştur.

Ancak görme muhayyerliğinin sabit olması için akde konu olan malın, fesih işlemine elverişli durumda olması gerekir. Malın, buğday-arpa gibi tahıl ürünleri ve hiç kullanılmamış otomobilde olduğu gibi mislî (standart/sabit nitelikte) olması durumunda tek bir örneğinin görülmesi yeterlidir. Hayvan veya ikinci el otomobillerde olduğu gibi kıyemî (standart olmayan, değişken) mallarda ise, her bir mal ya da ürün için ayrı ayrı görme muhayyerliği vardır. Görme muhayyerliği sadece alıcı için söz konusudur. Satıcı görmediği bir malını satarsa onun için görme muhayyerliği olmaz (Merğinani, el-Hidaye, V, 53). Çünkü malı satmadan önce onu görebilirdi. Dolayısıyla bu hakkını kaybetmiş sayılır.

 4-Taraflar belli bir süre içerisinde alım satım akdini bozmayı şart koşabilirler mi?

Taraflardan biri veya her ikisi belli süre içinde akdi bozabilme yetkisine sahip olmayı şart koşabilirler. (Buna “hıyâru’ş-şart” yani şart muhayyerliği denilir.) Ancak bu durum alım satım akdi gibi, karşılıklı rıza ile feshi mümkün olan lâzım/bağlayıcı akitlerde söz konusu olabilir.

Alım satımdan vazgeçmek için şart koşulabilecek süreyi, İmam Ebû Hanîfe, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir hadisinde muhayyerlik süresi üç gün olarak zikredildiği için (İbn Mace, Ticaret, 42) en çok üç gün olarak kabul etmektedir.

İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ise tarafların bu süreyi serbestçe belirleyebileceklerini, bu sürenin belirli olmak kaydıyla sınırlı olmadığını ifade etmişlerdir (Merğinani, el-Hidaye, V, 35). Mecelle’de insanlar arasındaki muameleler için ikinci görüş daha uygun bulunarak şöylece

düzenlenmiştir: “Satıcı veya müşteri yahut her ikisi birden belirli süre içerisinde satışı feshetmek yahut yürürlük kazandırmak konusunda muhayyer olmak üzere satım akdinde şart kılmak caizdir.” (Mecelle, md. 300)

5-Henüz olgunlaşmamış sebze ve meyvenin satışı caiz midir?

İslam âlimleri, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), meyvesi olgunlaşıncaya kadar hurmanın ve aynı zamanda dânesi beyazlaşıp afetten emin oluncaya kadar da ekin satışını yasaklamasını (Muslim, Buyu’, 49) gerekçe göstererek henüz olgunlaşmamış, kendisinden insan yiyeceği veya yem olarak yararlanılacak durumda olmayan sebze ve meyvelerin satışını caiz görmemişlerdir.

İnsanlar için yiyecek, hayvanlar için de yem olarak kullanılabilecek durumda olan sebze ve meyvelere gelince; bunların henüz olgunlaşmadan satışı caizdir. Zira bu durumdaki sebze ve meyveler, kendilerinden yararlanılan ve değer taşıyan bir mal olarak kabul edilir (Mevsıli, el-İhtiyar, II, 13).

 

Kaynak: Dib Yayınları 

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

Bu yazı toplam 1983 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR