BERAT KANDİLİ
Berat, Arapça “berâe -berâet” kelimesinin Türkçeleşmesi olup, yükümlülükten, suçtan, cezadan,
hastalıktan kurtulmak, aklanmak, temizlenmek, affedilmek, bulaşık ve giriftar olmamak, hapisten salıvermek mânâlarına gelmektedir. Berat, üç ayların ortası, Şaban ayının on dördünü on beşine bağlayan gecedir. Yani bu gece Berat Kandilidir.
Bu gecede yapılan ibâdetlerin sevabı çok büyüktür. Bu gece mağfiret gecesidir. Bu gece eşrefi mahlûk sıfatıyla muttasıf olmanın, yâni yaratılmışların en ekmeli ve en ekremi olmak gibi mübarek ve muazzez bir mesuliyete muhataplığın muhasebesidir. Kaldı ki, zaten zamanın aslında kendisi muazzezdir. Çünkü zamandan daha aziz bir şey yoktur. Zira zaman bütün mukaddeslerin mazrufudur. Zarfı değerli kılan içindekidir. Onun için her zamanın bir mukaddesi vardır. Berat gecesinin mukaddesi de, ihya ettiğimiz Regaip ve Miraç gecelerinde ve bu gün idrak edeceğimiz Berat gecesinde “nefsin mutmainliği” adına, insanın Kur’anla ilgi ve ilişkisine bir kez daha dikkat çekmektir. Evet, Müslüman bu gece, Kur’anla olan alışverişinin kritiğini tefekkür ve tezekkür ederek kulluğunu test etmenin erdemine erecektir. Bu şu demektir: Müstesnâ geceler silsilesinden gecen nefis, bu gece “kendisi Rabbinden, Rabbi’de kendisinden hoşnut olarak Mevlâsına dönmenin, seçkin kullarla beraber cennete girmenin” beratıyla, Kadir gecesinde nâzil olan kelâmı kadîmin emir ve tâlimâtlarına hazır olduğunun şeref ve şevketine kavuşacaktır.
Kur’ana rağmen muhtaç olunan huzurun temini, Kur’ana sırt çevirerek özlenilen ve gözlenilen saâdetin tesisi, insanlığın fıtratındaki güzelliklerle programlanan nezih hayat manifestosuna uygun değildir. Bu sebeple, insanlık istese de, istemese de Kur’an mihverinin dışına çıkamayacaktır. Bu gün insanlığın teşhis edilemeyen, tedavisi yapılamayan çektiği pek çok sancılar, ilim ve tekniğin şifresini çözmekte âciz kaldığı nice garip vakalar, çok hızlı gelişen ve değişen dengeler, yeniden yapılanmalar, altüst olan hesaplar, eriyen buzlar, yıkılan duvarlar, bitişini, çöküşünü, yıkılışını durduramayan heyulâlar, Kur’anın yeni inmiş gibi tâzeliği, eskimeyen özelliği, çarpıcı muhtevâsı, evrensel mesajı, gönülleri sermest eden müessirliği, asırlara ulaşan sesi, çağlara yetecek nefesi, zaman ve mekanın dün de, bu gün de, yarın da peşinden sürüklenmesi gibi mutlak ve muhakkak doğrular hep bu tespiti doğrulamaktadır.
Mel’unlukları müsellem birileri bunu fark edince, kurban isteyen çarmıhlar yeniden kurularak, küflüğü ve kofluğu kendinden menkul sözüm ona, nemenem diyaloglar mesâide öncelikle milletlerin gündemine oturdu. O birileri, asırlardır inleten, süründüren, öldüren, ezen o mel’un birileri, çağın arkasından sürüklenişlerini biraz daha uzatmak, tutmayan hesaplarını bir kez daha şeytanlara hesaplatmak, tükenişlerini, bitişlerini canhıraş bir telaş ve çırpınışla, son bir kez daha pudralasalar da, makyajlasalar da, o nemenem diyaloglardan umdukları medet, dünyalarında mefsedet olacaktır. Çünkü çelik kasalarda saklanan kalplere ulaşan, pencerelere gerilen perdelerden süzülerek evlere kavuşan İslâm’ın gür sedasını engellemeye, kesmeye, kısmaya kimsenin gücü-kuvveti yetmemiş ve yetmeyecektir. O yerli ve yabancı birileri bilmezler mi ki, Kur’an asırlarca bunu haykırmaktadır. İşte o haykırıştan ilham alan bir ozanın, herkesin beratına yetecek sözleri: “Kur’andır bu! Her karanlığı aydınlatandır bu! Bütün sözlere, bütün eylemlere hâkandır bu! Kur’andır bu! Yerin, göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu! Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu! Kur’andır bu! O doğmayan ve doğurmayanın ağzından, doğrudan doğruya onun ağzından konuşandır bu! O ki, yerde insanların yürek vuruşunu ayarlayandır, gökte yıldızların dönüşünü sağlayandır! Onun ağzından konuşandır bu! Kur’andır bu!”
Bu gecenin iklimi ile alakalı son sözü, sözlerin mutlak özünü, özelini ve güzelini söyleyen kâinâtın efendisinden dinleyelim: “Şabanın ortasında gece ibâdet ediniz, gündüz oruç tutunuz. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve seher vaktine kadar yok mu benden af isteyen, onu affedeyim, yok mu bir belâya uğrayan ona âfiyet vereyim, yok mu şöyle, yok mu böyle! der.” Bu gece, bu ifâdelere muhatap olup, beratını alan bahtı açık bahtiyarlara ne mutlu... Olsun bütün Müslümanların, kıymetli dostların ve değerli okurların Berat kandilleri kutlu...
hastalıktan kurtulmak, aklanmak, temizlenmek, affedilmek, bulaşık ve giriftar olmamak, hapisten salıvermek mânâlarına gelmektedir. Berat, üç ayların ortası, Şaban ayının on dördünü on beşine bağlayan gecedir. Yani bu gece Berat Kandilidir.
Bu gecede yapılan ibâdetlerin sevabı çok büyüktür. Bu gece mağfiret gecesidir. Bu gece eşrefi mahlûk sıfatıyla muttasıf olmanın, yâni yaratılmışların en ekmeli ve en ekremi olmak gibi mübarek ve muazzez bir mesuliyete muhataplığın muhasebesidir. Kaldı ki, zaten zamanın aslında kendisi muazzezdir. Çünkü zamandan daha aziz bir şey yoktur. Zira zaman bütün mukaddeslerin mazrufudur. Zarfı değerli kılan içindekidir. Onun için her zamanın bir mukaddesi vardır. Berat gecesinin mukaddesi de, ihya ettiğimiz Regaip ve Miraç gecelerinde ve bu gün idrak edeceğimiz Berat gecesinde “nefsin mutmainliği” adına, insanın Kur’anla ilgi ve ilişkisine bir kez daha dikkat çekmektir. Evet, Müslüman bu gece, Kur’anla olan alışverişinin kritiğini tefekkür ve tezekkür ederek kulluğunu test etmenin erdemine erecektir. Bu şu demektir: Müstesnâ geceler silsilesinden gecen nefis, bu gece “kendisi Rabbinden, Rabbi’de kendisinden hoşnut olarak Mevlâsına dönmenin, seçkin kullarla beraber cennete girmenin” beratıyla, Kadir gecesinde nâzil olan kelâmı kadîmin emir ve tâlimâtlarına hazır olduğunun şeref ve şevketine kavuşacaktır.
Kur’ana rağmen muhtaç olunan huzurun temini, Kur’ana sırt çevirerek özlenilen ve gözlenilen saâdetin tesisi, insanlığın fıtratındaki güzelliklerle programlanan nezih hayat manifestosuna uygun değildir. Bu sebeple, insanlık istese de, istemese de Kur’an mihverinin dışına çıkamayacaktır. Bu gün insanlığın teşhis edilemeyen, tedavisi yapılamayan çektiği pek çok sancılar, ilim ve tekniğin şifresini çözmekte âciz kaldığı nice garip vakalar, çok hızlı gelişen ve değişen dengeler, yeniden yapılanmalar, altüst olan hesaplar, eriyen buzlar, yıkılan duvarlar, bitişini, çöküşünü, yıkılışını durduramayan heyulâlar, Kur’anın yeni inmiş gibi tâzeliği, eskimeyen özelliği, çarpıcı muhtevâsı, evrensel mesajı, gönülleri sermest eden müessirliği, asırlara ulaşan sesi, çağlara yetecek nefesi, zaman ve mekanın dün de, bu gün de, yarın da peşinden sürüklenmesi gibi mutlak ve muhakkak doğrular hep bu tespiti doğrulamaktadır.
Mel’unlukları müsellem birileri bunu fark edince, kurban isteyen çarmıhlar yeniden kurularak, küflüğü ve kofluğu kendinden menkul sözüm ona, nemenem diyaloglar mesâide öncelikle milletlerin gündemine oturdu. O birileri, asırlardır inleten, süründüren, öldüren, ezen o mel’un birileri, çağın arkasından sürüklenişlerini biraz daha uzatmak, tutmayan hesaplarını bir kez daha şeytanlara hesaplatmak, tükenişlerini, bitişlerini canhıraş bir telaş ve çırpınışla, son bir kez daha pudralasalar da, makyajlasalar da, o nemenem diyaloglardan umdukları medet, dünyalarında mefsedet olacaktır. Çünkü çelik kasalarda saklanan kalplere ulaşan, pencerelere gerilen perdelerden süzülerek evlere kavuşan İslâm’ın gür sedasını engellemeye, kesmeye, kısmaya kimsenin gücü-kuvveti yetmemiş ve yetmeyecektir. O yerli ve yabancı birileri bilmezler mi ki, Kur’an asırlarca bunu haykırmaktadır. İşte o haykırıştan ilham alan bir ozanın, herkesin beratına yetecek sözleri: “Kur’andır bu! Her karanlığı aydınlatandır bu! Bütün sözlere, bütün eylemlere hâkandır bu! Kur’andır bu! Yerin, göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu! Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu! Kur’andır bu! O doğmayan ve doğurmayanın ağzından, doğrudan doğruya onun ağzından konuşandır bu! O ki, yerde insanların yürek vuruşunu ayarlayandır, gökte yıldızların dönüşünü sağlayandır! Onun ağzından konuşandır bu! Kur’andır bu!”
Bu gecenin iklimi ile alakalı son sözü, sözlerin mutlak özünü, özelini ve güzelini söyleyen kâinâtın efendisinden dinleyelim: “Şabanın ortasında gece ibâdet ediniz, gündüz oruç tutunuz. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve seher vaktine kadar yok mu benden af isteyen, onu affedeyim, yok mu bir belâya uğrayan ona âfiyet vereyim, yok mu şöyle, yok mu böyle! der.” Bu gece, bu ifâdelere muhatap olup, beratını alan bahtı açık bahtiyarlara ne mutlu... Olsun bütün Müslümanların, kıymetli dostların ve değerli okurların Berat kandilleri kutlu...
Bu yazı toplam 594 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.