HACCIN VUSLATI VE HASRETİ
“Mukaddes Beldelere” gitmenin sevinciyle yanıp tutuşanlara mukabil, oralara bu zamana kadar gidememenin ateşiyle yanıp yakılanların, daha önce gittiği halde, bu günlerde teneffüs edilen atmosferin saçtığı hasret ve özlemle tutuşanların ahvalini satırlarla izah etmek, o demleri yaşayanlar bilir ve anlar ki, çok zordur ve de yürekleri kavuran bir kordur… Hissiyata tercüman olsaydı keşke selam… Sadrımdan söküldü kırık dökük işte kelam…
Vuslata ve hasrete mutlak tek odak
Musa’nın âsasında olur mu budak
Hâcerle beyte terk edilen som kundak
Ey hac! Seni nasıl vasfetsin bu dudak.
Evet, canların Canana visali… Mecrasında akan seller misali… Coşkun mu coşkun, heybetli mi heybetli, vakur mu vakur... Bir çağlayan sesidir… Başlardaki altın fesidir… Arzdan arşa yükselen bir sevda nefesidir… Damlaların deryaya akışı, hamların yanmaya kayışı, gamların meserrete mayışı, eşyanın desen desen ebemkuşağı nakışı…Ruhlarda kristalize olan vecd ve istiğrakın mekanı hâr… Ezelin, ebedin, evvelin ve âhirin biricik sahibi, maliki, hakimi Allah mutlak yâr... Âlemdeki âdemler, bin bir türlü sıkıntıları ve ıstırapları ellerinin tersiyle iterek tazelenmek, yenilenmek, temizlenmek için binbir hâtıranın simgesi olan mukaddes ve muazzez makamlara, vahiy dinleyen topraklara Mevlâ’nın nazargâhı, arzın kalpgâhı, yüzlerin duâgâhı, ellerin ilticâgâhı, namazların kıblegâhı Kâbe-i Muazzamaya, sevgililerin sevgilisinin medfun olduğu Ravza-ı Mutahharaya gidiyor...
Bu öyle bir yolculuk ki, kalplerde müstesna çarpış, sinelerde kıpır kıpır bir çırpınış, uzuvlarda tam bir teslimiyet, duygularda hilmiyet, yere ve göğe sığmayan kutlu ve kutsal bir heyecan var... Bu öyle bir yolculuk ki, eşitlik ve adâlet adına, mahşeri resmetsin diye, ölülere giydirilen kefeni andıran ak ve pak iki havluya sarılan vücutlar, uğurlayanların ve uğurlananların yanaklarından dökülen şebnem şebnem damlalar, konvoy konvoy akışlar, yürüyüşler, duruşlar, oturuşlar, toplu dualar, niyazlar, helal edilen hak ve hukuklar, sarılmalar, kucaklaşmalar, titrek dudaklardan dökülen vedâlaşmalar senelerdir hiç mi hiç eskimiyor, eskimeyecek, pörsümüyor pörsümeyecek, bitmiyor ve bitmeyecek. Çünkü bu kutlu yolcular, hac emrini, “Gücü yetenlerin hacca gitmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır” mealindeki Rabbimizin fermanından, ilhâmını yüce Peygamberin dertlere derman kelâmından almaktadır... Alanlara ne gam ne gussa... Evet, yüce Resûlü dinleyelim: “Kim gönül kırmadan, günah işlemeden Allah rızası için hacca giderse, annesinden doğan bebekler gibi günahlarından arınmış olarak yurduna döner.” Ve yine bu kutlu yolun yolcuları için cihan Peygamberimiz buyururlar ki: “Kim sevabını yalnız Allah’tan umarak, Medine’de beni ziyarete gelirse, kıyamet gününde ben onun şâhidi ve şefaatçısı olurum.”
İşte çekilen bütün bu serancamlar, kulluk şuurunun idrakine müdrik olarak, bu ilâhî ve nebevî müjdeye ve muştuya muhatap olabilmenin hatırınadır. Ne ikramdır oralara gitmek, Cebrail’in Kur’anla indiği diyarları temaşa, Kâbe’yi tavaf, Safa ve Merve arasında sa’y, Arafat’ta vakfe eylemek, suların tâcı, dertlerin ilâcı zemzemi içmek, Hıra dağını, Sevr mağarasını ziyaret etmek, Medine-i Münevvere de medenileşmek, nurlaşmak, uluların nefesiyle müteneffis olmak, Mekke’deki Cennet’ül Muallâ, Medine’deki Cennet’ül Bâkî kabristanlarında, ölümde ölümsüzlüğü solumak, Bedir, Uhut, Hendek savaşlarının hikmetlerini, varlıkta yokluk, yoklukta var olmanın esrarını tefekkür ve tezekkür ederek, kafatasını ellerin ayasında çatlatırcasına, beyni zonklatırcasına düşünmek, düşünmeyi düşünmek ve düşünebilmek...
Selam, bu kutlu yolun mutlu yolcularına ve kara sevdâlılarına... Selam, selâmet ve emniyet kapısı olan bâb’us selamdan / selam kapısından Harem’e girecek bahtlı bahtiyarlara... Selam, şeş cihetten oralara koşanlara… Selam, Allah’ın Ve Resulullah’ın misafirleri hacılara... Selam, binlerce selam, selama dost olanlara…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.