NEFES VERENLER
Kahramanların kahramanlıklarının oluşmasında şartların ve bilge zatların keyfiyetini görmezlikten gelmek mümkün değildir. Özellikle, halkın kahramanların etrafında hâleleşmesinde, kahramanlarına güvenmesinde ve kahramanların da ömürlerini halkına armağan etmesinde, halkıyla beraber gülüp ağlamasında mânevî kahramanların nefesini hiçbir kimse inkâr edemez. Devleti Âliyyeyi Osmaniye’nin yetiştirdiği kahramanların tarihi fenomeninde bu iksir apaçık görülmektedir. Sondan başa doğru, birkaç simge üzerinde durmak gerekirse; Kurtuluş savaşının kazanılmasında, Cumhuriyetin temellerinin atılmasında, ilim, hilim ve vakarlarıyla darmadağınık halkı cephelerde toplayıp ölüm kusan namluların üzerine şahadeti ve cenneti koklatırcasına hücuma geçiren, kama ve kılıçlarıyla kâh efe ve kâh efelere nefer olan, bütün servetlerini din, vatan ve milletinin istiklali için armağan eden, birbirinden âlim ve fâzıl pek çok sarıklı mücâhidin ve özellikle Ankara Müftüsü ve ilk Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçinin, her mekânda ve makamda iltifat gören daha nice meçhul cüppeli, sarıklı ve sakallı ulemanın, Gazi Mustafa Kemal’in ve mîsâk-ı milliyeden Karabekir, Çakmak gibi pek çok namlı ve şanlı Paşaların yanında yer almalarının bereketi, hikmeti ve himmeti yakın tarihimizin en muhteşem lâyihasıdır. Tarih böyle ve böyle diyor. Tarihin ne suçu var, bunları böyle yazmayan târihçiler utansın!
İstanbul’un düştüğü, vatanın stratejik her tarafının işgal edildiği, yakılıp, yıkıldığı, ordularımızın dağıtıldığı, haberleşmenin bittiği, müstevlilerin şeytânî haberlerinin elma şekeri, kurtuluş simidi misali her tarafa yayıldığı, mermi atacak topların ve tüfeklerin toplatıldığı, özellikle hâmile kadın ve çocukların şişlendiği, camilerin ve minarelerin topa tutulduğu, Kur’anı Kerimlerin, camilerin ve türbelerin kahkahalarla kurşunlandığı, hâinlerin hâinlerle işbirliği yaparak Anadolu’nun fitne, fesat isyan ve kargaşa bataklığına gömüldüğü, inananların inançlarının ve henüz bitmeyen nefeslerinin ötesinde hiç bir şeylerinin kalmadığı o kara ve o kapkara günleri, zulmün her türlüsünün revâ görüldüğü o günlerin feryat ve figanlarını ağıtlaştıran bülbülleri duyarcasına, kalemine mürekkep yerine kan çekerek satırlara döken Âkif’in Bülbül şiirini çok ama çok okumak lazım.
Evet, o cehennem günlerini anlatan bir kaç mısra... Ya o günlerde, “Ya istiklal, ya ölüm” diyen cihangirlere o zamanın erenleri, dervişleri, uluları nefes vermeseydi, onların mukaddes nefesleriyle bu izzetli ve iffetli millet müteneffis olmasaydı ne olurdu acabâ! Acabânın ve acabâların cevabını vermek için çok akıllı olmaya gerek var mı acabâ!
İsmiyle ebet-müddet-devlet olan Devlet-i Âliyyeyi Osmâniyyeyenin kurucusu Osman Gazi’nin ruh hamurunu yoğuran, “yazılı kitabım yoktur, eserim Osmanlıdır” diyen ve ne gariptir ki çok az bilinen Şeyh Edebâli’nin, İkinci Murat’ın mânâ boyutuna, herkese nasip olmayan çivileri çakan Hacı Bayram Velinin, Fatih Sultan Mehmet Han’a, namaz seccâdesi ile top îmal eden tezgâhı birlikte kullanmayı öğreterek, onu cihan Fatihi yapan Molla Gürâni ile Akşemseddin hazretlerinin, dünyayı iki padişaha az, bir padişaha çok gören yeleli aslan Yavuz Sultan Selim Han’a kök söktüren ve onu, “eğri cetvelle doğru çizgi çizilmez” gerçeğinde, hatalara düşürmeyen Şeyhülislam İbni Kemal hazretlerinin, kırk altı sene padişahlık yapan muhteşem Süleyman, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın hüküm sürdüğü diyarlarda tesis edilen dirhem şaşmayan adâlete, herkese eşit uygulanan hukuka, gayr-ı müslimleri şaşırtacak kardeşliğe, çil çil altınlarla doldurulan hazinenin bereketine vahyin imbiğinden süzülerek yaşam biçimine armağan edilen ve devlet politikası haline getirilen müteferrik hasletlere damgasını vuran büyük allâme Şeyhülislam Ebussuud Efendinin, arkadaşlarının arasında ferâset ve fetânetiyle sivrilip otuz üç yaşında Bursa’da kadı iken Bursa’da mûkim, kerâmetleriyle dillere destan Şeyh Muhammed Üftâde hazretlerine intisapla cüppesini çıkartıp sokaklarda; ciğer / ciğerciii diye bağırarak ciğer satan, abdesthâneleri temizleyen, bütün nebâtâtın lisan-ı halleriyle Mevlâ’yı zikrettiğini müşahede edip şeyhine çiçek derleyemeyen, şeyhinin “Oğlum! Padişahlar ardınca yürüsün” duasına mazhar olarak üçüncü Murat ve Mehmet Han’a, birinci Ahmet Han’a, ikinci Osman Han’a, dördüncü Murat Han’a nasihatlerde bulunup saltanat kılıcını kuşatan Aziz Mahmut Hüdâyî ve daha benzer nicelerinin nefeslerini, emeklerini, gayretlerini, himmetlerini, Allah’ın yardımını ısrarla talep eden duâlarını, intizarlarını, nazlarını, niyazlarını yalvarışlarını, yakarışlarını kim inkâr edebilir ki! Hem inkârla nereye varılır ki! Yazıklar olsun, yuh olsun, tuh olsun, vahlar olsun inkâr eden münkirlere! Zira onlar, dünyada mekir ve sekir, ahirette ise fakir ve hakirdirler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.