DİN VE AHLAK (4)
DİN VE AHLAK (4)
Geçmişte de olduğu gibi, nice inişlere, çıkışlara, yasaklara veya desteklere rağmen dün de, bu gün de, yarın da yükselen değerlerin başında hep “din” olmuş ve hep “din” olacaktır. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’den beri inançları yok etmeye, “tahdit” ve “tehdit” altında tutmaya hiçbir kimsenin ve otoritenin gücü yetmemiş ve yetmeyecektir. Peygamberler önderliğinde ısıtan, ışıtan, kucaklayan, birleştiren, barıştıran “rahmet” anlamındaki din nasıl pozitif bir değerse, Firavunların, Nemrutların zakkum söylemlerinde ve eylemlerinde peygamberî nefesin tam tersine üşüten, karanlığa mahkum eden, kahreden, ayıran, savaştıran “negatif” bir zulüm mengenesi, diri diri öldüren bir ölüm cenderesidir. İnsanlığın yaşadığı evrimde elde edilen “imkânlar,” yetişilmeyen “imkânsızlıklar” karşısında devede tüy değildir. Yani insan her türlü yoklukta bir şekilde hayatını idâme ettirmiş, yokluklara rağmen cehennem hayatı yaşamamıştır. Ama evrenin hiçbir döneminde hiçbir insan, hiçbir millet ve hiçbir devlet dinden soyutlanarak, dini göz ardı ederek, dini yasaklayarak ve hatta kaldırarak var olmamış, yaşamamış, yaşayamamış ve yaşayamayacaktır.
Hayat, hayatın esası olan güneşsiz, susuz, ekmeksiz olabilir, lâkin “din” olmadan olmaz / olamaz. Onun için o, olmazsa olmazların hep bir numarası olmuştur. Bu sebeple, dünyanın huzuru ve sükûnu “din” ile sağlanacak, cennet misali dünya onsuz cehenneme çevrilecektir. Kaldı ki, onsuz fikir fidelerimizi kimler sulayacak, merhamet duygularımızı kimler yeşertecek, ruhumuzun derinliklerindeki cevherlerimizi kimler aksiyona dönüştürecek? Bunun cevabını J.J. Ruso’dan dinleyelim. Fransa’nın bu büyük kafası ve dehâsı diyor ki: “Daha önceleri insanın, Allah’ın varlığına inanmadan, O’nun dinini kabul etmeden fazilet sahibi olabileceğini zannederdim. Şimdi bunun mümkün olmadığını, eski düşüncemin vehimden ibaret olduğunu anladım.” Dünyada hiç değişmeyen fikrî, siyasî, iktisadî ortaklıkların, bloklaşmaların, ittifakların “sağlığı ve ömrü” aynı dine mensubiyetten kaynaklandığı herkesin mâlumudur. Bunu anlamak ve görmek için ne akla ve ne de göze gerek vardır. Tarihin hiçbir döneminde değişmeyen bu tabu gibi “gerçeğe” burun kıvıranlar, en hafif anlamıyla ya aklen özürlüler, ya da sefih ve sefillerdir.
Kaldı ki, artık semaların fethine çıkan bu günün devleri, gerçekten göz kamaştıran teknik ve teknolojinin araçlarıyla, gereçleriyle, polisiye tedbirleriyle, akla hayale gelmeyen önlemleriyle kendi insanının mutluluğunu ve içtimaî huzurunu sağlayamayacaklarını deneyerek keşfettikten sonra, dinin etkileyici, durdurucu, terbiye ve ıslah edici olgularını, kavramlarını, dinamiklerini, öğretilerini devreye sokmak için bütçelerine rakamları kıskandıracak ve hatta çatlatacak ödenekler koyuyorlar, fonlar ayırıyorlar. Bununla da yetinmeyerek, hem alternatif dinlere hayat hakkı tanımamak ve hem dinlerinin üstünlüğünü herkese kabul ettirmek, güyâ sözüm ona, hizmet olsun, torba dolsun, kardeşlik tesis edilsin diye küreselleşmek ve globalleşmek nâralarıyla, önlerine kattıkları insanlığı “tek din, tek dil, tek millet,” yapmanın ve “tek yönetime” tâbi tutmanın nâmussuz sevdası uğruna, elma şekeri misyonerliğin ahtapot kollarını alçakça harîmi ismetlere dek uzatarak, vicdanlara şu veya bu şekilde etki edip baskı kuruyorlar... Öyle değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.