DİRİLİŞ MİSALİ
Sonu hayırdır ama mevsimler birbirine karıştı. Baharı yazdan, yazı sonbahardan, sonbaharı kıştan ayıramaz olduk. Kışa benzemeyen bir kıştan çıktık, bir bahara kavuştuk. Mutasavvıflar; dört mevsimi insanoğlunun hayatına benzetirler. İlkbahar bebeklik, yaz olgunluk, sonbahar ihtiyarlık, kış ölüm... Her mevsimin kendine has özellikleri ve güzellikleri vardır. Mevsimler, ibretler lâhikasıdır, deneyler laboratuarıdır... Allah’ın : “Yeryüzünde her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik, çifter çifter meyveler yarattık. Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve ibret vermek içindir” diye nitelendirdiği bitkiler ve ağaçlar baharda diriliyor, yeşeriyor, çiçek ve yaprak açıyor, yaz mevsiminde gölgelik oluyor, meyve veriyor, sonbahar mevsiminde sararıp soluyor, yapraklarını döküyor, vedalaşıyor ve cascavlak olarak ölümü, kefeni, mezarı resmeden kışın ölüyor ve ilkbaharda mahşeri andırırcasına tekrar diriliyor. İsrafil’in Suru gibi, diriliş ve kalk borusu ötünce, ipince, ipeğimsi kökler, kaskatı kayaları “Bismillah” manivelasıyla delerek toprağın derinliklerine iniyor, şeffaf ve narin zarlarla gelinlik duvağını giyen filizler ve tomurcuklar yine “Bismillah” lafzıyla, kazmaların eşemediği toprağı yararak, güneşin ışınlarıyla, dünyanın havasıyla kucaklaşıyor. Toprak, hava, su aynı ve fakat sayısız isimdeki ikram edilenlerin renkleri, tatları, şifaları apayrı... Kimisi yerin altında, kimisi üzerinde, kimisi dalda, kimisi bilmem nerede, her biri pek çok derde deva ve tek bir yaprak derin tefekkürlere seza... İmam Şafi ’den, Allah’ın varlığına delilin nedir dediler. Cevap verdi: Dut yaprağıdır! Tadı, rengi, kokusu ve nihayet maddesi birdir. Fakat bu bir tek maddeden koyun yer, et ve süt; koza böceği yer, ipek; geyik yer, misk; arı yer, bal olur... Ölüm sonrası hayata inanmayan, cennetin de cehennemin de dünyada olduğunu sanan meyyit-i müteharrikler (hareket eden ölüler)in, en muhteşem kitap olan kâinat kitabını okumayan, okuyamayan, anlamayan ve anlayamayanların varsa kulakları çınlasın, iz’anları, irfanları ve vicdanları titresin! Bu uçsuz bucaksız evrenin engin ve zengin sathında, insan dimağını altüst eden hadiselerin, idrakin idraksizliğini idrak ettiren girift resimlerin karşısında inançsız olmak, inanmamaya inanmak uğruna inat etmek için taş olmak lazım! Hâlbuki taşlar bile taşlaşmış kalplerin taşlaşmışlığına kahredercesine Mevlâ’ya secde etmektedir. İşte Kur’anın beyanı: “Sonra yine kalpleriniz katılaştı, taş gibi, hatta taştan da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır: Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir. Ey Muhammet! Eğer biz Kur’anı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusundan baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.”
Bahar, büyüleyen, göz kamaştıran, kabukları kıran, ebemkuşağını ufkumuza kuran, hareket ettiren, bereket saçan, her doğumun haber sancılarına zaman olan müstesna bir mevsim... Bahar, kanın cevelân ettiği, filizlerin ışkın verdiği, çekirdeğin patladığı, ozanın sazının tellerinde bestelendiği gibi, ‘kazma ve kürekle dövülen, tırmıkla yüzü yırtılan’ toprağın bütün canlara sayısız nimetler sunduğu, fıtrattan kaynaklanan hikmetin dürtüsüyle, neslin çoğalması için cins cins hayvanatın, ha benim diyen mimarları, mühendisleri ve ustaları hayran ve hayrette bırakacak şaheserlikte hazırladıkları tip tip projeli yuvalarda, elvan elvan yumurtaları ciyak ciyak çatlatarak çıkan, avaz avaz meleyerek doğan yavrularına kanat geren akıldan yoksun anaların ve babaların şefkat, himmet, gayret ve merhametlerinin, bu meziyetlerden mahrum olan insanlara insanlığı anlatan bir tabiat mektebi... Ne mutlu bu müessir mektebin gül kokulu güller ikliminde, günlerini, gönüllerini, düşüncelerini ve umutlarını baharın güzellikleriyle bezeyenlere ve dirilişlere misal her gün yeniden dirilenlere...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.