ELLER BİR BAŞKADIR
Karakterlerin aynası, bütün bilgilerin iptidâsı ve müntehâsı eller... Peygamberimizin: “En hayırlı kazanç, ellerin emeğiyle kazanılan rızıktır” hitabına mazhar olan eller... Yün eğiren, dikiş diken, oya ören, beşik sallayan, kına çalınan, eserlere ve resimlere imza atan eller... Secdelere serilen, göklere gerilen eller… Namazda tekbir alan eller… Vird-i zebâna boğumlarıyla tâne olan eller… Şahadete selam duran eller… Firavunu rezil ve kepaze eden, kalabalıkları hayrete ve dehşete düşüren Hz. Musa’nın, koynundan çıkardığı zaman her tarafı güneş gibi aydınlatan beyaz ve parlak eli, “Yed-i Beyzâ / Beyaz El” mûcizesi… İslâm peygamberinin, ezan ile ikizleşen Bilal-ı Habeşî’nin sırtını sıvazlayarak, sesini erişilmeyecek oktana çıkaran, susuzluktan kırılan ashâbına parmaklarını kurna yapan eller... Meshettiği yaraları iyileştiren, görmeyen gözleri açan, dokunduğu ölüleri dirilten Hz. İsa’nın şifâ bahşeden elleri... Geçmiş, mevcut ve gelecek insanların ellerinin çizgilerinin ve parmaklarının uçlarının birbirine hiç benzememesi, ölüm sonrası dirilmeyi inkâr edenlere cevâben Mevlâ’nın “evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter” fermanıyla akıllara durgunluk veren eller... Bir başkadır eller…
O eller ki, sustuğu halde her şeyi anlatan ve tanıklığına mutlaka itibar edilen güvenilir şâhitlerdir. Onun şahâdeti hem dünya ve hem âhiret mahkemesinde geçerlidir. Alınan parmak izleri işe yaramasaydı veya benzerleri olsaydı pek çok esrar ve izmar nasıl izhar edilirdi! Âhiretteki tablo bundan farklı değildir. “Hatta mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şâhittir” diyen Kur’andır. “O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şâhitlik eder” beyanı Kur’andadır.
Gerçekten eller, içi dışa aksettiren, gizlilikleri yansıtan, müstesna özellikleri olan organlardır. Gözler aldatır, dil kandırır, yüzde riya, sütre ve makyaj vardır. İki yüzlülük yüz için söylenir. Görünen yüzle, görünmeyen yüzün farkı bilinmez. Onu her zaman herkes okuyamaz. Pişkinlik, utanmak, kızarmak, kızarmamak yüze âittir. Yüzler tükürüğü yağmur gibi algılayabilir. Ama eller öyle değildir. Onlar bazen sertleşmiş, nasırlaşmış da olsalar severken, okşarken, merhametle uzanırken çok yumuşaktır, pek sıcaktır. Demir eldivenler dahi onların kadifemsi dokunuşuna mâni olamaz.
Nice eller pamuk gibidir, nârindir, zariftir, incedir, güzel mi güzeldir ve fakat himmetten, muâvenetten behresizdir, yetim saçına değmeyen çehresizdir, vicdansızdır, acımasızdır, mazluma yumruktur, zâlime payandadır, zorbadır, kanlıdır, başta keser, yaşta keser. Ellerdeki âletler, araç ve gereçler masumdur, mazurdur. Onları kullanan eller suçludur, günahkârdır. Cerrahın ellerinde can bahşeden bıçak, katilin ellerinde can katleder. Mütefekkirin elindeki divit hokkadan mürekkep çekip karanlığa ışık yakarken, cahilin elindeki silahlar taze bedenlerden kan emip yuvalar yıkar, yürekler yakar. Tokalaşan eller, rahmet saçan pençeler saâdete, selamete, dâvetiye çıkarırken, “bütün kötülüklerin anası” şişedeki meyi elleriyle kafasına dikenler rezalete, sefâlete sofra döşerler.
Ellerdeki hassasiyetler, mârifetler, mahâretler Allah’ın ihsanıdır. Allah’a ve peygamberine uzanan, Allah ve peygamberin hatırı için hareket eden “ellerin üzerinde Allah’ın eli vardır.” Hak ve hakkın hâkimiyeti, evrensel doğruların ikâmesi nâmına ellerde tutulan kalemin, kâh sürülerini otlatan çobanın ellerindeki dallı-budaklı sopanın ve kâh Hz. Musa’nın elinde ejderha olan, Kızıl denizi on iki parçaya bölen âsâ (değnek) nın, savaşta kılıç ve kasatura kullanan, tetik ve pim çeken ellerin işlevleri mukaddeslik namına hep aynıdır ve hep aynı muazzez duyguların dillere destan armağanıdır.
Hülasa, “Bir kötülük gördüğünüz zaman onu ellerinizle düzeltiniz,” insanlara iyilik hususunda hiçbir şey yapamıyorsanız “Yollarda birilerine zararı muhtemel küçük bir taşı veya diken parçasını ellerinizle kenara koyunuz” şeklindeki ellere yüklenen pek çok sorumluluklar, îman etmek bir tarafa, insan olmaktan kaynaklanan yükümlülüklerdendir. Hakkın pınarında yıkadığı elleriyle; “Yunus, ormanda eğri odun yok mu?” diye mırıldanan Taptuk’a, “senin kapından eğri geçmez” diyerek, dosdoğru odunları tam kırk sene sırtıyla şeyhinin hânesine çeken gönüller sultanı Yunus ne de güzel söylemiş: Sövene dilsiz gerek / Dövene elsiz gerek / Derviş gönülsüz gerek / Sen derviş olamazsın /Sen Hakkı bulamazsın. Eline geleni yersin / Diline geleni dersin / Böyle dervişlik dursun / Sen derviş olamazsın / Sen Hakkı bulamazsın / Derviş bağrı baş gerek / Gözü dolu yaş gerek / Koyundan yavaş gerek / Sen derviş olamazsın / San Hakkı bulamazsın / Derviş Yunus gel imdi / Ummanlara dal imdi / Ummanlara dalmayınca / Sen derviş olamazsın / Sen Hakkı bulamazsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.