HAYAT KESİNTİSİZ BİR İMTİHAN
İnsanoğlu hayatı boyunca çeşitli sorularla karşılaşır ve bu sorulara vereceği cevaplarla yolculuğunu, kimliğini, hatta kişiliğini tayin eder.
Sorular bazen dışarıdan gelir bazen de içimizde kendi kendine büyür. Yıllarla birlikte kişinin peşinden koştuğu sorular da değişebilir. Örneğin çocukken masum, ergenlikte meraklı, gençlikte kışkırtıcı, yetişkinlikte manidar, yaşlılıkta dingin olabilir. Aslında bütün bilgilerimiz, düşüncelerimiz, tercihlerimiz, hassasiyetlerimiz; muhtelif konularda verilmiş cevaplarımızın toplamından ibarettir.
İnsan, hayatı boyunca hem biyolojik hem psikolojik bakımdan pek çok evreden geçer. Bu evrelere, dışımızdaki şartların değişmesini de ilave edersek, yol boyu soruların ve elbette onlara bağlı olarak cevapların da değişmesi kaçınılmaz olur. Ama insanlık tarihinde değişmeyen bir soru vardır ki o soruya, yalıtılmış kabile fertlerinden modern metropollerin ortasında gürültülü bir yaşama ayak uydurmaya çalışan bireye kadar hemen her insanda rastlamak mümkündür: Hayatın anlamı nedir? Elbette bu soru, herkese aynı kılıkta görünmez; kişinin diline, bilgisine, kültürüne, meşrebine göre değişiklik arz eder. Hayatının baharında bir delikanlı için başka, çocukları için çalışıp duran ebeveyn için başka, hastanede şifa bulmak için gün sayan yaşlılar için başka libaslara bürünür. Biz Müslümanlar için bu sorunun cevabı, hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’de açık seçik bir şekilde verilmiştir. Allah kelamı, kullarına kıyamete kadar rehberlik edecek Kitabında, yarattığı ve yeryüzünün halifeliğiyle şereflendirdiği insanın bu en temel ve değişmez sorusuna açıklık getirmiş, insanın yaratılış gayesini “kulluk” olarak özetlemiş; kulluğun sergileneceği aşamaların toplamını ise imtihan olarak nitelendirmiştir: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/2) Bu ön bilgiye sahip olanlar, dünya hayatında başlarına gelen her zorluğun, her musibetin bir sınav ayrıntısı olduğunu bilir ve ona göre davranırlar. İmtihanın bilincinde olmak ona sabretmenin, sabretmek ise başa çıkmanın ilk adımıdır.
Sabır asla teslim olmak değildir; aksine, musibetler karşısında yılgınlığa düşmeden mücadele etmenin olmazsa olmaz şartıdır. Bu yaklaşım, daha güzel bir dünya inşa etmenin, dünyayı Allah’ın rızası doğrultusunda güzelleştirmenin, imar ve ihya etmenin de anahtar fikridir. Nitekim bazı Müslüman düşünürler, bu ayette ölümün hayattan önce zikredilmesini yorumlarken buna dikkat çekmişlerdir: “Demek ki bir hayatın arkasından ölümün ve onun arkasından diğer bir hayatın karşıt olarak yaratılması, insanların bu ikisi arasında iyi bir çalışma gayretiyle Allah’ın mülkünde güzel bir işçi, yüksek bir görevli olmak üzere yarış için bir imtihan meydanına çıkarılmaları hikmetine, bu da hayattan hayata, güzellikten güzelliğe bir yükseliş nizamı ve en güzel amellere daha güzeliyle mükâfat vererek ileride bambaşka bir hayata ulaştırılmaları gayesine yöneliktir.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Azim, cilt 8, s. 178.)
Bazen azalarak bazen çoğalarak dünya hayatı gelip geçicidir. Yaşamın bazı anlarında faniliğin bu dokunaklı boyutu, insanın içini hüzünle doldurur. Öte yandan bu fanilik, derinlerde saklı bir umudun da meşalesi olur. Çünkü sonlu hayat, ebedî hayatın kapısına çıkar. Zaten en büyük cevapları vahyin dizinin dibinde bulmamız, bu ebedî hayata olan inancımızla ilgilidir. Ebedî hayat motivasyonu, bizim imtihan esnasında dirayetli durmamızın da kaynağıdır. Peki, ister istemez insanın aklına şu soru gelebilir. Neden imtihan? Neden bu beşikten mezara kadar dikkat gerektiren sınav? Büyük mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi’sinde hayat ve imtihanın gerekliliğini buğday mecazıyla anlatır: “Buğdayı toprak altına atarlar, sonra o topraktan başaklar elde ederler. Sonra bir kez de değirmende öğütürler, değeri artar, cana can katan gıda olur. Sonra ekmeği dişlerin altında ezerler de akıl sahibinin aklı, canı, anlayışı olur.” (Mevlana Celaleddin Rûmî, Mesnevi, Çev. Derya Örs, Hicabi Kırlangıç, 2010, Konya BB. cilt 1, s. 161) Değerin ortaya çıkması için bazı fırtınaların yaşanması kaçınılmazdır. Hayatı ve onunla birlikte gelen meşakkatleri bu anlayışla göğüsleyen Müslüman, başına ne gelirse gelsin, ayet-i kerimede haber verilen sınavlardan birini yaşadığını bilir: “Andolsun ki biz; korku, açlık, mallardan, nefislerden ve ürünlerden bir miktar eksiltme ile sizi imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155)
İmtihan, kimi zaman bollukla kimi zaman yoklukla gelebilir. Hiç ummadığımız yerlerden üzerimize yağabilir. Sevdiklerimiz en büyük sınavımız olabilir. Bugün varlığıyla gurur duyduğumuz bir nimet, yarın sırtımızdaki en ağır yüke dönüşebilir. Her doğan gün, insan için müjdeler de kederler de getirebilir. Sevinçler de kederler de insan içindir. Kaldı ki kaçınılmaz şekilde çevremizdekilerin, sevdiklerimizin yavaş yavaş azalmasına, ölümlerine şahit oluruz. Bütün bunlar için ayrı ayrı cevaplar bulmak yerine, vahye kulak verdiğimizde sadece aklımızın değil, kalplerimizin de yolunu kısaltmış oluruz: “Her can ölümü tadacaktır. Denemek için sizi kötü ve iyi durumlarla imtihan ederiz. Sonunda bize geleceksiniz.” (Enbiyâ, 21/35) Ayet, açık bir şekilde insanların sadece kötülüklerle değil; iyiliklerle, varlıkla, nimetle de imtihan edileceğini haber vermektedir. Kur’an-ı Kerim’de dünya hayatının imtihan oluşuna vurgu yapılır ve bu imtihandan başarıyla çıkmanın yolunun nefsin isteklerine karşı koyabilmek, onları meşru sınırlar çerçevesinde gidermekten geçtiğinin altı çizilir. Şeytanın kışkırtmalarına ve nefislerinin arzularına esir olanların, imtihanda kaybedeceği açıktır. Dünya ve içindeki nimetler gelip geçici, ahiretse sonsuzdur. Fani olanın peşinde koşanları daima hayal kırıklığı, daima hüsran bekleyecektir. Çünkü hayatın ve ölümün sahibi Yüce Allah, kullarına hem yürümeleri gereken istikameti hem de bu yürüyüş esnasında riayet etmeleri gereken kuralları bildirmiştir. Geçici dünya hayatını merkeze alarak bize ebedî hayatı unutturan, ihmal ettiren bütün meşguliyetleri, ilgileri, isyanları, dünya imtihanımızı kaybettirecek hatalar olarak görebiliriz. Peygamberlerin İmtihanları “Allah dağına göre kar verir.” sözünün imtihan alanında da tecelli ettiğini görürüz. Cenab-ı Allah’ın en seçkin kulları şüphesiz ki peygamberlerdir. Allah Teâlâ, onlar vasıtasıyla insanlığa mesajlarını ulaştırmış, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Bu bakımdan onlar, Yaratıcı ile yaratılanın varoluşsal temas noktasını temsil ederler. Vahye ilk muhatap kılınan o peygamberler bile imtihandan muaf tutulmamıştır. Aksine onların hayatları ve yaşadıkları gerçekten akıllara durgunluk verecek cinstendir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatına baktığımızda zorluk, sıkıntı ve imtihanın onun başından neredeyse hiç eksik olmadığını görürüz. Zaten peygamberler tarihi biraz da imtihanlar tarihidir. İlk insan, ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.) önce yasak meyveyle, sonra oğullarıyla imtihan edildi. Kabil, haset ve kıskançlık yüzünden kardeşi Habil’i öldürdüğünde sadece yeryüzünde ilk cinayet işlenmemişti, aynı zamanda bir babanın oğluyla ilk imtihanı olmuştu. Hz. İbrahim (a.s.), rüyasıyla sınav edilmiş, yıllardır yolunu beklediği çocuğunu yani en sevdiğini Allah yolunda kurban edip edemeyeceğiyle sınanmıştı. Onun bir baba olarak yaşadığı sınavın gerçekliğine Kur’an, “Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı.” diyerek şahitlik etmiş (Sâffât, 37/106); sergilediği iman ve metanete karşı Cenab-ı Hakk’ın rızası selamıyla ödüllendirilmiştir (Sâffât, 37/109). Sabrın sembolü Eyüp (a.s.) ise malını, mülkünü ve sağlığını kaybedip uzun süren bir hastalığa yakalandığında imtihan edildiğinin bilincindeydi. Rabbine sığındı, sabretti, şeytanın ve nefsinin kışkırtmalarına kulak asmadı. Yaşadıkları onu kulluğundan bir an olsun vazgeçirmedi. Kur’an’da onun sabrı şu ifadelerle övülmüştür: “Doğrusu biz onu çok sabırlı bulmuştuk. O ne iyi kul idi!. Allah’a yönelirdi.” (Sâd, 38/44) Bu sabra karşılık şifalı bir suya vasıl edilmiş ve o suyla iyileşmişti. Yakup peygamber ise oğullarının kıskançlığıyla imtihan edilmiştir. Neticede kuyuya atılan Yusuf (a.s.) kadar, onu kuyuya itenler de Hz. Yakup’un çocuklarıydı. Oğlunun hasretiyle yıllar boyu ağlayan, âmâ olan ve hayatının son yıllarında oğluna yeniden kavuşan Yakup (a.s.) sabrın, beklemenin en güzel örneğidir. Hz. Yusuf’un saray zindanlarında, Hz. Yunus’un balığın karnında yaşadıkları, kıyamete kadar bütün insanlara mesaj verir. Hz. Lut, tebliğle görevlendirildiği kavmiyle mücadelesinde, bir insanın yaşayabileceği en büyük zorluklardan birini yaşamış; eşinin taşkın şehir halkıyla aynı safta yer almasına ve onlarla birlikte helak olmasına şahitlik etmiştir. Tevhit mücadelesinde aile fertleri yanında bulunmayan peygamberlerden biri de ululazm peygamberlerden Hz. Nuh’tur. Nitekim tufan koptuğunda eşi ve oğlu, gemidekilerin arasında olmayacaktır.
Meşakkat, Cevherleri Ortaya Çıkartır Aslında tarih boyunca neredeyse bütün peygamberler, kavimleri tarafından zulme maruz kalmış, ölümle tehdit edilmiş, sürülmüş, yurdundan çıkarılmıştır. Ama onlar yollarından dönmemiş, her biri kendi meşrebinde zorluklarla mücadele etmiştir. Bugün bizlere düşen, peygamberlerin sabrını, metanetini, mücadelesini kendimize rehber edinmek; onların rol modelliğini esas alarak modern dünyadaki hayatlarımızı tanzim etmektir. Çünkü imtihanların şekilleri değişse de aslında Hz. Âdem’den beri özleri değişmez. Çile ve meşakkatlerin insan ruhunu, kişiliğini nasıl olgunlaştırdığını, bu olgunluğun onun yaşamı için ne kadar hayati bir önem taşıdığını, kozadaki kelebek hikâyesi bizlere ne güzel anlatır. Ormanda kozasından çıkmaya çalışan kelebeği gören bir adam, kelebeğin uzun ve meşakkatli mücadelesini izledikten sonra dayanamayarak kozayı biraz açmış. Böylece kelebeğe yardım etmiş olacağını zannetmiş. Ama kozasından çıkan kelebek bir türlü uçamamış. Adamın iyi niyetle ama bilinçsizce yaptığı yardım, kelebeğin doğar doğmaz ölmesine neden olmuş. Çünkü kelebeğin doğasında, kozadan çıkarken çabalamasına, bedenindeki sıvının kanatlarına yürümesine, kaslarının bu şekilde gelişmesine yönelik hayati ve gerekli bir süreç vardır. Tıpkı kelebek gibi insanoğlunun da bu imtihan dünyasında karşılaştığı her nimet her meşakkat, ondaki cevherlerin ortaya çıkmasına imkân sağlar. Dünya hayatının anlamı ve gayesi budur. Emek vermeden, özveri sergilemeden ne bu dünyada ne de ahirette huzura ermek mümkündür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.