İLETİŞİMDE SEVGİ DİLİ
İnsan ilişkileri ya da teknik ifadesiyle iletişim, günlük hayatın her safhasında söz konusudur. Dolayısıyla bu kadar geniş ve etkin bir alanı kontrol edebilmek, ancak onun kadar etkili bir araç olan dil ile ve o dilin nasıl kullanılacağının bilinmesiyle mümkündür. İletişim kurmak, yani insanlar arasında ileti (mesaj) alışverişinde bulunmak, toplum hayatının ayrılmaz bir özelliğidir. İletişim iki kişiyi diyalog içine sokan bir süreçtir ve insan var olduğu andan itibaren kendisini bu sürecin içinde bulur. İnsan, ilişkileri içinde sürekli yeniden tanımlanan bir varlıktır; diğer insanlarla hiç ilişkisi olmayan bir kimse düşünülemez. Bilinçli ya da bilinçsiz çevremizi etkilemeye, değiştirmeye ya da etkilenmeye, çevremize göre kendimizi uyarlamaya çalışırız. Bu iki yönlü alışveriş, iletişim ve etkileşim ömür boyu sürüp gider. Duygusallıkta fakirleşmiş bir dünyanın misafirleri olarak her geçen gün toplumda, ailede, evliliklerde ve dostluklarda iletişim ve sevgi temelli bozulmalara şahit olmaktayız. Yaşanan bu sosyal problemlerin temelinde ise genelde sevgi dilinin eksikliği karşımıza çıkıyor. Kafası eğitilirken kalbi ihmal edilen neslin; kendisine, ailesine ve insanlığa birçok olumsuz yaşantı olarak geri döndüğünü her geçen gün ekranlardan izliyoruz. Sevgisiz büyütülen çocukların açtığı yaralar, sadece yetiştikleri aileyi etkilemiyor; dokunduğu her yeri yakıp yıkabiliyor. Sevgi yetimi ve şefkat öksüzü olarak yetişen bu çocuklar, mutsuz bir toplumun oluşmasına da zemin hazırlıyorlar. Dünyada açlıktan ölenlerin varlığı hepimizi rahatsız eder ama sevgisizlikten ruhları ölenler, kendilerinden topluma bir zarar gelene kadar pek dikkatimizi çekmez. Hâlbuki insanlık dünyasında, manevi yangınlarda ilk kurtarılacak değerler yüreklerdir. Çok odalı evlerle gövdeleri ile birlikte gönülleri de bizlerden ayrılan çocuklarımızın ruhlarının sevgiyle doyurulmaya ihtiyacı var. Burada, toplumun üstüne sinen şiddet, vurdumduymazlık zehrinin panzehiri olarak, sevgi eğitimini merkeze alan bir zihniyetin oluşumuna gereksinim duyuyoruz.
Güçlü aile yapısının ve sağlıklı toplumun temel taşı, hiç kuşku yok ki sevgidir. Sevgi; verdikçe artan, karşılığında hiçbir ücret ödenmeyen, Allah’ın bizlere lütfettiği bir nimettir. Yunus Emre, “Sevgi gelince tüm eksikler biter.” der. Pusulası doğru değerler olan ve bu değerlerle çağı okuyan, psikolojik bağışıklık sistemi gelişmiş, kendisi ve diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurabilen çocuklar yetiştirmek için, sevginin eğitici gücünden faydalanmamız gerekir. Peki, çocuklarımızı ruhsal olarak sağlıklı kılacak bu sevgi dili iletişimini bizler nasıl kullanmalıyız? İnsanın sevgiye olan eğilimi doğuştan gelen bir yetidir diyebiliriz. Sevgiye olan bu temayül, hayatın her aşamasında hep bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkar. Maslow’un temel ihtiyaçlar piramidine baktığımızda ‘ait olma ve sevgi ihtiyacı’nın fizyolojik ihtiyaçlar ve kendini güvende hissetme ihtiyacından hemen sonra geldiğini görüyoruz. Burada çocuğun, karnının doyurulması kadar, kalbinin beslenmesine de gereksinim duyduğu ortaya çıkıyor. “Benim sevilmeye ihtiyacım var.” düşüncesi insanın bir nevi ruhsal açlığını gösteriyor. Bu noktada bir çocuk, ailesi tarafından her şartta sevilmeyi hak ediyor. Çocuklarımızla kuracağımız sevgi dili iletişiminde, hiçbir koşula bağlamadan onların sadece ve sadece bizim evladımız olduklarından dolayı duyduğumuz memnuniyeti gösterme ve hissettirme önemli bir yere sahiptir. Güzel bir karne getirdiğinde ya da yüksek not aldığında sevildiğini düşünen çocuklar, gerçek sevgiyi hissedemeyeceklerdir. Buna sevginin takasa veya ticarete dökülmüş hâli diyebiliriz. Bütün davranış bozukluklarının temeline indiğimizde genelde karşımıza çıkan durum, sevildiğini ve değerli olduğunu hissetmeyen çocukların varlığıdır. Bütün anne babalar şüphesiz çocuklarını çok severler fakat burada önemli olan, çocuğun, sevildiğini hissetmesidir. Çocuklarımızla kuracağımız sevgi dili iletişiminde dikkat edeceğimiz bir diğer husus ise kullandığımız takdir ve onay cümleleridir. Biz anne babalara genelde çocukların emeklemesi, yürümesi ve konuşması hep sevimli gelir ve sıkça takdir cümleleri kullanırız. Fakat zaman geçtikçe takdir sözlerinin yerini kınama, yargılama ve etiketleme cümleleri almaya başlar. Çocuklarımızın olumlu davranışlarının kalıcı hâle gelmesinde davranışlarına yönelik söylediğimiz takdir ifadeleri çok etkili olacaktır.
Kelimelerin insan ruhu üzerindeki etkileri muhakkak ki çok büyüktür. Çocuklarımızı olumsuz kelime ve cümlelerle etiketlememeliyiz. Kullandığımız olumsuz kelimeyi benimseyip o etikete uygun bir kişilik geliştirebilirler. Yine her çocuğun eşsiz ve biricik olduğu düşüncesiyle evlatlarımızı bir başkası ile kıyaslamamalıyız. Kıyas, kişiye yapılabilecek en büyük zulümlerdendir. “Seni olduğun gibi kabul etmiyorum.” mesajı içerir. Genelde anne babalar tarafından iyi niyetle ve çocukları olumlu bir davranışa motive etmek amacıyla yapılsa da çocukların öz değerlilik duygularının zedelenmesine neden olmaktadır. Her çocuğun potansiyelinde var olan cevheri bulup onun gelişmesi noktasında desteklemeliyiz. Çocuklarımızla kuracağımız sevgi dili iletişimi için yapmamız gereken bir diğer şey ise onlarla geçireceğimiz nitelikli zamandır. Çocuğumuzla ilgi alanları üzerine zaman geçirmek ve yaşına uygun oyunlar oynamak ilginin ve sevginin en güzel ispatı olacaktır. Oyun çağı çocuğu için oyun, hava ve su kadar önemli bir gıdadır. Sevgi emek ister, emek için de zaman gerekir. Aile ortamlarını televizyon ve internete esir etmeyen ve ailenin sıcak havasını çocuklarına hissettirebilen anne babaları günümüzün en büyük kahramanları olarak görüyorum. Zaman hırsızlarına karşı temkinli olup zamanı gerçek hak sahiplerine teslim etmek gerekir. Çocuklarda stresin ve olumsuz durumun ifadesi genelde davranış dilidir. Davranış dilinin verdiği mesaj: “Lütfen bana zaman ayırın!”dır. Çocuklarımızla kuracağımız sevgi dili iletişiminin diğer bir göstergesi ise onlara sarılmak, onları öpmek ve okşamak şeklinde gerçekleştirdiğimiz fiziksel temaslarımızdır. Çocuk gelişim alanlarında çok sayıda araştırma şu sonuca varmıştır: Kucaklanan ve öpülen çocuklar, uzun zaman fiziksel temastan mahrum bırakılmış çocuklara nazaran daha sağlıklı bir duygusal yaşam geliştirirler. Peygamber Efendimizin hayatına baktığımızda da sevgi eksenli insan yetiştirme modelinin varlığı dikkatimizi çekiyor. O’nun çocukları öpmesi, kucaklaması, göğsünde uyutmuş olması ve yine yanına gelenlerle tokalaşıp karşıdaki kişi elini çekmedikçe kendisinin de onun elini bırakmamasında fiziksel temasın sevgi göstergesindeki önemini görüyoruz. Sevgi dili ile iletişime geçerken dikkat etmemiz gereken bir diğer husus ise çocuklarımızı etkin bir şekilde dinlemektir. Sadece kulaklarımızla değil, bütün bedenimizle ilgiyi sadece onlara vererek yapacağımız etkin dinlemeler çocuklarımıza kendilerini değerli hissettirecektir. Eğer müsait değilsek “Şu an müsait değilim, işimi bitirince seni dinleyeceğim.” demek, meşgulken dinliyormuş gibi yapmaktan çok daha etkili olacaktır. Bir deyişte: ‘Gönül, gözün baktığı yerde olur’ denir. Gözler TV veya telefon ekranında iken gönül çocuklarda olamaz. Sevgi dili iletişimini ev ortamımızda kullanarak çocuklarımıza model olmak ise bir diğer yöntemdir. Kendimizle, eşimizle, dostumuzla kurduğumuz ilişki ve iletişim biçimimizden mutlaka ki çocuklarımız da etkileneceklerdir. Çocuk, anne ve babası ile nasıl iletişim kuruyorsa diğer insanlarla da o şekilde iletişim kuracaktır. Çocuklarımızın yüreğine ne ekiyorsak ileride onu biçeceğiz. Beş Sevgi Dili kitabının yazarı Gary Chapman, çocukların küçük yaşta ailesi tarafından ona sunulan sevgi dilini benimseyerek ileriki yaşamlarında da o dil üzerinden insanlarla iletişime geçtiklerinden bahseder. Çocuklarımızla kuracağımız iletişimde sevgi dilinin bütün lehçelerini kullanalım ki duygu dünyası geniş, duyarlı çocuklar yetiştirebilelim. Çocuklarımızla kuracağımız sevgi dili iletişimi sayesinde “kalpten kalbe giden yol”u dirilterek gönül ehli bir neslin yetişmesine katkı sağlamış olacağız. Sevgi merkezli eğitim ile çocuklarımıza, ileride hangi mesleği yaparlarsa yapsınlar önce insan olmalarının çok daha önemli olduğunu hissettirerek akleden kalplerini aktif kılacağız. Sevgi, kalp toprağında yeşerecektir. Gönül dünyamızı çoraklaştırmayalım ki sevgimiz her daim yemyeşil kalsın. Böylece başta bireyin kendisi ve çekirdek ailesi olmak üzere sırasıyla bütün toplumu kuşatan bir sevgi dili oluşmuş olacak. Asıl itibariyle bütün toplumların ortak hedefi de bu sevgi çemberini kurabilmek olmalıdır. Vakit geç olmadan bu gerçeğin farkına varabilmek temennisiyle.
ZORLUKLARLA BAŞA ÇIKMADA TEVEKKÜLÜN ÖNEMİ
Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde müminin temel özelliklerinden biri olarak zikredilen tevekkül, Allah’a (c.c.) inanmanın bir gereği olmasının yanı sıra insanın psiko-sosyal ihtiyaçları içerisinde de önemli bir yere sahiptir. Modern yaşamın getirdiği hızlı hayat temposu, maddi manevi kaynakların hoyratça tüketimi, hayata ve olaylara yönelik seküler ve determinist bakış açısı insanları özünden uzaklaştırmakta, Allah’la arasını açmakta ve kişiyi mutsuz etmektedir.
Günümüz insanı geleceğe yönelik yoğun endişe ve kaygı yaşamakta, bu duygularla başa çıkabilmek için sürekli mücadele etmekte ve geleceği kontrol altına almaya çabalamaktadır. Özellikle içinde bulunduğumuz pandemi süreci ve yaşanan sosyal izolasyon, hastalık, sıkıntı hâlleri, kuraklık, sel, yangın gibi afetler insanların kaygı düzeylerini oldukça yükseltmiş ve pek çok psikolojik hastalığa kapı aralamıştır. Kendini güvende hissedebilmek için her şeyi kontrol altına alma, bilinmeyen ve belirsiz olana karşı tahammülsüzlük, insanların iç dünyasında gerilim ve çatışmalara sebebiyet vermekte, bu da kişileri mutsuz etmektedir. İşte bu huzursuzluk ve stresle baş etme, korku-ümit dengesini kurabilme, sakin, soğukkanlı olabilme noktasında önemli bir erdem olarak tevekkül ve teslimiyet karşımıza çıkmaktadır. Her iş ve oluşta Allah’ı (c.c.) vekil kılma manasına gelen tevekkül; Allah’a güvenmek anlamındaki “vekl” kökünden türemiştir. Birinin işini üstüne alma, birine güvence verme, birine işini havale etme, ona güvenme anlamlarına gelmektedir (TDV İslam Ansiklopedisi, Tevekkül Mad.). Esasen tevekkül; karşılaşılan herhangi bir durum karşısında kişinin elinden gelen tüm çabayı sarf ettikten sonra, sonucu Allah’ın irade ve takdirine bırakması ve O’ndan gelene razı olması hâlidir. Bu yönüyle tevekkül bir yaşama biçimidir. Olayları anlama ve anlamlandırma, hayata yön verme açısından motive edici, vazgeçilmez bir değerdir.
Tevekkül, daima Allah’la beraber olma ve yol alma hâlidir. Derin bir iman ve sonsuz bir güvenin sonucudur. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlere ve müminlere hitaben zor ve sıkıntılı zamanlarda ve inkârcılara karşı mücadelede sabırlı olmaları ve daima Allah’a tevekkül etmeleri tavsiye edilmiştir. Nitekim bir ayetinde Yüce Allah; “Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter, O’ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O’na güvenip dayanırım; O, büyük arşın sahibidir.” (Tevbe, 9/129) buyurmuştur. Gazali’ye göre tevekkülün aslı imandır. Tevekkül, var olan her şeyin gerçek yapıcısı ve yaratıcısının Allah olduğu inancına dayanır (İḥyâʾ, IV, 243, 245, 247). Böyle olunca insan, yaptıklarının ve başına gelenlerin tek faili ve müsebbibi olarak kendini görmez. Allah’ın irade ve takdirini her zaman hesaba katar. Görülenlerin ötesinde olayların iç yüzünün farklı olabileceğini, Allah’ın sonsuz ilmiyle her şeyi kuşattığını, kişinin tek başına yeterli olamadığını düşünür, bunun sonucunda ümitsizliğe ve hayal kırıklığına uğramaz.
Tevekkül, yalnız inançla ilgili bir durum değildir. Amelle yani davranışla ve davranışın sonucuyla da bağlantılı, aktif bir süreçtir. Bir şeyi başarmak istediğimizde, önemli bir işe karar vereceğimizde, hastalık ve sıkıntı hâlinde Allah’a sığınmak; hem işin başlangıcında hem oluş esnasında hem de sonunda Müslüman’ın takınması gereken bir tavırdır. Yani başlangıçta kişi, Allah’a (c.c.) güvenip dayandığı kadar, elinde olan tüm imkân ve fırsatları sarf ederek sürece devam etmeli, sonuç ne olursa olsun başına gelene razı olmalıdır. Hz. Peygamber’e (s.a.s.) kamu işlerinde çevresindekilerle istişare etmesi öğütlenmiş, ardından “…karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159) buyrulmuş, Talâk suresinde de Allah’a tevekkül edenlere O’nun kâfi geleceği ve Allah’ın mutlaka emrini yerine getireceği (Talâk, 65/3) bildirilmiştir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.): “Şayet siz gereği gibi Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp akşam doymuş bir şekilde dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.” (İbn Mâce, Zühd, 14) buyurması tevekkül etmenin başından sonuna kadar aktif bir süreç olduğunun önemli bir göstergesidir. Tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihai belirleyici irade ve gücün Allah’a ait olduğu yönündeki inanç ve şuur hâlidir. Hasan-ı Basri’ye göre: “Tevekkül rızadan ibarettir.” (Ebû Tâlib el-Mekkî, II, 8). İbn’l Cevzi ise: “Tevekkül, kulun kendi gücünü aşan hususlarda işin sonunu Allah’a havale etmesidir.” der. Bu inanç sayesinde kul, elinden geleni yaptıktan sonra, sonucun olumlu olması durumunda kendine aşırı güvenmekten ve her şeyi kendine mal etmekten korunduğu gibi olumsuz durumlarda da Allah’ın yaratmış olduğu her şeyde bir hayır ve hikmet olacağı düşüncesiyle kendini ve sebepleri suçlamaktan kaçınır. Tüm bunların sonucunda ise iyimser ruh hâlini korumayı, ümitvar olmayı sürdürür ve mutlu bir şekilde hayatına devam eder. Tevekkül bilincinin insan hayatı üzerinde pozitif yansımaları görülmektedir. Psikiyatr Kemal Sayar’a göre “Hayatı kontrol altına alma düşünce ve duygularına bağlı olarak ortaya çıkan belirsizlik durumu, insanın yoğun anksiyete yaşamasına sebep olabilir. Bu noktada kişinin kendi sınırlarını bilmesi, gücünü fark etmesi ve güçsüzlüğünü idrak etmesi gerekmektedir. Bu gereklilik sonucu tevekkül, insanı özgür ve bağımsız kılan, ruh sağlığını koruyan ve ona huzur veren bir destek sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır.” Din psikolojisi ve son zamanlarda pozitif psikoloji alanında yapılan çalışmalar sonucunda tevekkülün kabullenmeyi kolaylaştırdığı, öfke kontrolüne olumlu etki ettiği, kişiler arası iletişimi pozitif kıldığı, sabretmeyi ve iyimser düşünmeyi teşvik ettiği, sakinlik ve huzur verdiği, bencillik ve hırstan koruduğu, insanın bakış açısını genişlettiği ve benlik saygısını artırdığı belirtilmektedir. (Şahin. M, 2018, Dinî Bir Değer Olarak Tevekkül Yöneliminin Psikolojik Sebep ve Sonuçları Üzerine Bir Araştırma, Doktora Tezi)
Tevekkül; güven, ümit, azim, gayret, sebat, rıza, teslimiyet duygu ve hâlleriyle iç içedir. Güven ve ümit olmadan tevekkül gerçekleşemeyeceği gibi azim, gayret, sebat ve rıza olmadan da tevekkülden bahsedilemez. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.), iki kişi arasında hüküm vermişti de bunlardan aleyhine hüküm verilen adam dönüp giderken “Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir.” dedi. Bunu duyan Hz. Peygamber (s.a.s.) de: “Allah ihmalkârlık ve gevşeklikten hoşlanmaz. Senin akıllı davranman gerekir. Fakat artık yapacağın bir şey kalmadığı zaman, bana Allah yeter, O, ne güzel vekildir, de.” şeklinde tavsiyede bulunmuştu. Tevekkül ve teslimiyet olumlu bakış açısı geliştirmenin yanında olumsuz düşünce, duygu ve davranışlardan da uzaklaşmayı gerektirir. Mevlana Celaleddin-i Rûmî, “İnsanın Allah’a tam bir güven ve tevekkül hâli içerisinde olabilmesi için dünya sevgisi, kibir, haset, hırs, tamah, öfke, tûl-i emel ve mal düşkünlüğü gibi duygulardan gönül dünyasını uzak tutması gerektiğini, aksi takdirde bu duyguların tevekküle engel olacağını öngörmektedir.” Bu sebeple imanla birlikte güzel ahlaka sarılmak ve salih amellerde bulunmak gereklidir. Cenab-ı Allah (c.c.) hepimizi kendisine tam bir samimiyetle inanıp, güvenen ve teslim olan kullarından eylesin
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.