AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

İSLAMDA KADIN

İSLAMDA KADIN

Veda Haccı için yola koyulmuşlardı. Kalabalığın arasında Peygamberimizin sevgili eşleri de vardı. Hanımları taşıyan develer, âdeta kendilerini yönlendiren Enceşe’nin güzel sesine adımlarını uyduruyorlardı. Habeş asıllı bir zenci olan Enceşe, kutlu yolculuğun coşkusu ile şiirler okuyor, nağmeleri develeri coşturuyorken dinleyenleri de mest ediyordu. Ama bu kadar ritim ve heyecan develeri hızlandırmış ve sarsıntıları hanımları rahatsız eder hâle gelmişti. Peygamberimiz endişelendi ve her zamanki nezaketi ile Enceşe’ye seslenerek: “Enceşe, aman sakin ol! Kristallere dikkat et!” diye uyardı. Peygamberimizin sevgili eşleri başta olmak üzere develer üzerinde yolculuk yapan hanımlar için “el-kavârîr, yani cam veya kristal” kinayesini kullanması, hanımların narin, hassas ve kırılgan yapılarına bir işaret olduğu kadar, onların kıymet ve değerlerine de bir ima idi. Ebû Kılâbe, “Allah’ın Resûlü öyle bir kelime söyledi ki şayet bunu biriniz söylemiş olsa diğerleri onu ayıplardı.” demekten kendini alamamıştı. Kadına sıradan bir eşya kadar bile değer vermeyen bir anlayıştan gelenler, böyle zarif, saygın ve kıymetli bir bakışla yapılan değerlendirmeye şaşırıyorlardı. Hz. Ömer: “Biz câhiliye döneminde kadına zerre kadar değer vermezdik. İslâm gelip de Allah onlardan bahsedince, üzerimizde hakları olduğunu ama onları işlerimize dâhil etmek zorunda olmadığımızı düşündük. Bir gün eşimle aramda bir tartışma oldu ve eşim bana karşı ağır konuştu. Ona, ‘Haddini bil!’ dedim. Bunun üzerine eşim şöyle cevap verdi: ‘Sen beni böyle azarlıyorsun ama (Peygamber’in eşi olan) kızın Hafsa, Resûlullah’ın (karşısında konuşmaktan çekinmeyerek bazen) üzülmesine sebep oluyor!” Aslında Hz. Ömer’in bu cümleleri, insanların İslâm ile tanıştıktan sonra kadın hakkındaki yargılarını nasıl değiştirmek zorunda kaldıklarını anlatmaktadır. Hayatlarını kolaylaştıran ve menfaatlerini besleyen bir eşya olmaktan kurtulan kadının, görevleri kadar hakları da olan bir insan konumuna yükselmesidir bu.

Peygamber Efendimizin gerek sözleri gerekse davranışlarıyla kadın konusunda insanlığa verdiği mesaj, bu âyetlerin özü niteliğindedir. “Kadınlar, erkeklerle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarıdır.” der Allah’ın Resûlü. Kadını ve erkeği bölmüyor, birini yüceltip öbürünü görmezden gelmediği gibi, onları bütünleştiriyor, kaynaştırıyor ve insan bütününün birer yarısı ilân ediyordu. Tıpkı Rabbimizin, eşleri tanımlarken, “Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.” buyurduğu gibi! Birbirinin eksiğini giderip açığını kapatan bir örtü, muhabbet ve merhametin huzurunu veren, sükûna eriştiren bir eş! Allah’ın Elçisi. Kadını ve erkeği, dünya hayatının zorluklarını da güzelliklerini de paylaşmak için yan yana var etmiş, imtihanı başarıyla verebilmek için birbirlerine yardımcı olmalarını istemiştir. “İman eden erkekler ve iman eden kadınlar birbirlerinin dostudurlar.” buyurarak iyi işlerde ortak olduklarında onları sonsuz cennet nimetleri ile ödüllendireceğini anlatmıştır. “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir.” diye başlayan âyetlerinde, kötülükte işbirliği yaptıklarında cehennemde de bir arada ceza göreceklerini ve aynı lâneti hak edeceklerini haber vermiştir.

Hz. Peygamber’in getirdiği ve öğrettiği din, cinsiyete değil insana odaklıdır. İnsanlık onuruna saygıyı ve hayatın her alanında adaleti emreder. Âdem ile Havva’nın çocukları, Rableri karşısında ırk, dil ve renkleri sayesinde değer kazanmadıkları gibi cinsiyetleriyle de bir payeye erişemezler. Zira Son Peygamber’in dile getirdiği hüküm kesindir: “Allah katında insanların en değerlisi, takva bilincine erişmiş olanlardır.” Her ne kadar değişik bedenlere bürünerek dünyaya gönderilmişlerse de, içlerindeki “insanlık özü” yani “ruh” aynıdır. Mevlânâ’nın dediği gibi, testilerin farklı modellerde olmasına bakarak aldanmamak gerekir. Zira topraktan üretilen testiyi kırınca içinden akan can suyu aynı sudur! “Hanımlarımız hakkında ne dersiniz?” diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz, “Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve kötülemeyin.” buyurmuştur. O (sav), “...Dikkat edin! Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır...” diye hatırlatmada bulunmuştur. Terazinin dengesini bir tarafın lehine bozmaya, bu sırada diğer tarafı mağdur etmeye izin vermemiştir. Kadının toplumdaki yerini hatırlatmış, saygınlığına dikkat çekmiş ve hakları konusunda uyarmıştır. Bunu, soylu ve seçkin kadınlara özgü bir yaklaşım tarzı olarak ilân etmemiş, aksine kimsesiz kadınlara da aynı hassasiyetle davranılmasını istemiştir. O Merhamet Elçisi, bir ara mescidini süpüren zenci bir kadını göremeyince merak edip sormuş, vefat ettiğini duyunca üzülmüş ve böyle bir kadının cenaze namazı için kendisini rahatsız etmek istemeyen ashâbına sitem etmiştir. O günün insanı için alışılmadık bir vefa örneği göstererek mescidine emek veren bu kadıncağızın kabri başında tekrar cenaze namazı kıldırmış ve dua etmiştir. Savaşta kadınların öldürülmesini yasaklamış, esir edilen kadınlara karşı ise ayrıcalıklı ve itinalı bir muameleyi öngörmüştür. Esir bir annenin, yavrusundan ayrılmak suretiyle köle olarak satıldığını duyunca tepki göstererek; “Anne ile evlâdının arasını ayıranın, Allah da kıyamet günü sevdikleriyle arasını ayırır.” buyurmuştur. Üzerinde durduğu nokta hep aynıdır; kadının da, yaratılış gereğine uygun ve insanca yaşama hakkı vardır. Hz. Peygamber, temel insanî hakları kullanarak hayata dâhil olan kadına engel olmuyor, ondan sadece toplum içinde itibarını zedelemeyecek şekilde davranmasını istiyordu. Allah karşısında sorumlulukları olan bir kul olarak dinini öğrenmesi için kadının eğitimine özel zaman ayırıyor, fikirlerine değer vererek dinliyor, mahrem sorularını bile cevapsız bırakmıyordu. Darda kalıp ona koşan kadının sıkıntısına kulak veriyor, kendisine yemek yapıp getiren ve ikramda bulunan kadınları geri çevirmiyordu. Hastalanan bazı sahâbe hanımları ziyaret ederek teselli ediyor, aile yakını olan kadınların evlerinde istirahat ederek onlara hayır duada bulunuyor  ve davetlerine icabet ederek evlerinde namaz kıldırıyordu. Yalnızca barış ve huzur dolu günleri değil savaş ve sıkıntı zamanlarını da kadınla paylaşıyordu. Cephenin gerisinde yaralıları tedavi edip su taşıyan hanımlara emeklerinin karşılığı olarak ganimetten pay veriyordu. Ve Uhud günü, elinde kılıç ile çarpışırken bedenini ona siper eden kahraman bir kadını şöyle taltif ediyordu: “Sağıma ya da soluma, nereye yönelsem önümde onun (Ümmü Umâre’nin) çarpıştığını görüyordum.” Kısacası hayatın doğal akışı içinde kadını ayrıştırmıyor, dışlamıyor ve onu hayatın içinde belli bir alana sıkıştırmıyordu.

Sevgili Peygamberimiz, muhatap kitlesinin sadece erkekler olmadığını her fırsatta hissettirirdi. Cemaatinden kadını uzaklaştırmaz, arkasında namaz kılma şerefinden, sohbetini dinleme zevkinden mahrum etmezdi. Sabah namazının alacakaranlık vaktinde bile inanmış hanımlar onun arkasında namaz kılmaya gelirlerdi. Yatsı namazı için gece mescide gelmek istediklerinde kocalarının onlara engel olmamasını emretmişti. Cuma namazında hutbenin eğitiminden faydalandıkları gibi bayram namazında da hazır bulunmalarını isterdi. Asırlar boyunca âdet dönemlerinde pis kabul edildiklerinden erkeklerle aynı sofraya oturamayan, aynı yatakta yatamayan, hatta kıyafetlerine dokunulmayan kadınları, bayram sabahı namaz kılamasalar bile cemaatin dualarına eşlik etmeleri için namazgâha çağıran duyarlı bir Peygamberimiz vardı! Âdetli eşinin kucağına yaslanıp Kur’an okuyan,  mescitte itikâfta iken bile hücresine doğru başını uzatıp ona saçlarını taratan, bir Peygamberimiz vardı! Âdet günlerinde eşiyle aynı kadife yorganın altında uyuyan, hatta namaz kılarken önünde uzanmış yatan Hz. Âişe’yi uyandırmayan, sadece secdeye varacağında hafifçe dokunarak ayaklarını toplamasını sağlayan müşfik bir Peygamberimiz vardı! Mescidinde kılınan bir namazın ardından, kalabalığın kapıda yığılarak kadınları rahatsız etmesini engellemek için erkek cemaati bir süre oturtan ve çıkmak isteyen hanımlara öncelik tanıyan nazik bir Peygamberimiz vardı! Ashâbına uzun bir namaz kıldırmaya niyetlendiği hâlde, cemaatin içinde bir çocuk ağlaması duyunca okumasını kısa keserek namazı hızlandırdığını söyleyen, çocuğu ile mescide gelen kadına kızmak yerine, “Annesinin ona gösterdiği şefkatten dolayı yaşayacağı tedirginliği düşünüyorum.” diyen anlayışlı bir Peygamberimiz vardı! “Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescitlerine gelmelerine engel olmayınız.” buyururken de aslında insanlığa vermek istediği mesaj aynıydı: Kadın da erkek gibi Allah’ın kuludur. Allah Resûlü’nün kadına karşı tutumu yapmacık ve değişken değildi. Yabancı ve asil bir kadının karşısındaki tavrı ne kadar kibar ve ölçülü ise, en yakınındaki eşlerine karşı tavrı da o kadar anlayışlı ve nazikti. Hatta bir erkeğin aynı yastığa baş koyduğu hayat arkadaşına karşı şefkatli davranmasını çok daha fazla önemsiyor, “...Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır.” diyordu. Âdemoğlu için iyi bir eşe sahip olmanın ne büyük bir nimet olduğunu hatırlatıyor, onun bu nimetin kıymetini bilmesini istiyordu. “Allah, bir kimseye iyi bir hanım vermişse, dininin yarısında ona yardım etmiş demektir. Artık diğer yarısı için de, Allah’a karşı kendisine çeki düzen versin.” buyururken, güzel huylu bir kadının mânevî anlamdaki desteğini de hatırlatıyordu. Diğer taraftan Hz. Peygamber, kendilerini ibadete adadıkları için hanımlarını ihmal edenleri sert bir dille uyarıyordu.  

Veda Haccı’nda insanlığı karşısına alıp nasihatte bulunurken erkeklere dönerek, kadının onlara ait bir eşya mesabesinde olmadığını söylemişti. Dolayısıyla kadın üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunma hakkına da sahip değillerdi. Peki, ne idi kadın? Hz. Peygamber’in tanımlaması muhteşem ve ürpertici idi: Allah’ın emaneti! “... Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz, onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adını anarak (nikâh kıyıp) kendinize helâl kıldınız.” buyurmuştu. Gün gelecek, asıl sahibi emanetini geri alacak ve ona hangi muameleyi lâyık gördüğünü erkeğe soracaktı. Bir defasında, “Dünya (geçici) bir nimettir. Dünyanın en değerli nimeti ise iyi/saliha kadındır.” demişti Peygamberimiz. Dünyanın yaratıldığı günden bu yana, toplumların var olabilmesi için görevler paylaştırılmış, insanların güç ve imkânları eşit kılınmamıştı. Kimisi daha akıllı iken kimisi daha zengin, kimisi daha kuvvetli iken kimisi daha duygusal, kimisi daha cesurken kimisi daha şefkatli yaratılmıştı. Her birinden istenen ise aynıydı; farklı rolleri üstlenmiş ve farklı yeteneklerle donatılmış olabilirsiniz ama gücünüzü karşınızdakini ezerek sömürmek üzere zulüm yolunda kullanmamalısınız! İlâhî vahiy, dengelerin bozulduğu dönemlerde, peygamberlerin diliyle insanlığı defalarca adalete çağırmıştı. Bütün elçilerin öğretisinde fakiri, yaşlıyı, köleyi, çocuğu, yetimi yani kısacası horlanarak hakları çiğnenebilecek kimseleri koruma çağrısı vardı. Peygamber Efendimizin, “Allah’ım, ben iki zayıfın; yetimin ve kadının hakkına el uzatılmasını yasaklıyorum.” buyurması da bu çağrının bir parçasıydı. O, öncelikle ve özellikle kadına karşı yakın çevresinden gelebilecek olumsuz tavırları engellemek için uğraşmıştır. Allah, kadın ve erkeği birbirlerinde huzur bulmaları için eş olarak yarattığına göre ailede huzursuzluk sebebi olan her davranış sorgulanmalıdır. Elbette insan olmanın kaçınılmaz sonucu olarak erkek kadar kadın da hata işleyecek, yanlış kararlar alacak, kusurlu davranışlar sergileyecektir. Bunlar karşısında erkeğin takınacağı tavır bizzat Allah tarafından belirlenmiştir: “Onlarla (hanımlarınızla) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” Allah’ın Resûlü de erkeğin kadına karşı şiddete başvurmasını kesin bir dille yasaklamıştır. Eşini acımasızca dövüp akşam olunca da onunla aynı yatağı paylaşmanın ne büyük tezat olduğuna dikkat çekmiştir.

Kaynak:DibYayınları                                                                                                                         

Hazırlayan: Kudret KOÇYİĞİT- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizi

OSMANLI DÖNEMİ HİKAYELERİ

Aşçılıktan Yetişen Vezir

 

Fatih Sultan Mehmed Han bir gün veziri Mahmut Paşa ile tebdili kıyafet geziyordu. Pazar yerinde bir yeniçeri aşçısının her tarafa azar savurduğunu işitti ve sebebini merak ederek Mahmut Paşayı, bunun sebebini anlaması için aşçının yanına gönderdi. Mahmut Paşa adama yaklaşarak herkesi azarlamasının sebebini sordu. Adam anlatmaya başladı:

-Sabahtan akşama kadar gezdim, dolaştım, bir okka et bulamadım ve yemek pişiremedim. Nasıl geri döneceğimi düşünerek hırsımdan, hiddetimden uluorta azar ediyorum. Ne yazık ki memleket işerine bakan yok. Muhtesip kendi sefasında. Bu yüzden her ne ararsan bulunmuyor. Bu işi bana verselerdi dünyayı gıda maddeleriyle doldururdum. Herkes de ne aradığını bulurdu. Fakat elden ne gelir?

Mahmut Paşa durumu padişaha anlattı. Fatih de bu adamın adını kaydetti ve saraya dönünce onu görmek istediğini söyledi. Hemen yeniçeri aşçısını getirdiler ve huzura soktular. Padişah da onu muhtesipliğe (Belediye Başkanlığına) tayin ettiğini söyledi. Adam hemen elini kolunu sıvayıp çalışmaya başladı. İşi çok iyi idare etti ve İstanbul’u kısa bir zaman içinde bolluğa kavuşturdu. Onun bu muvaffakiyeti, doğru, dürüst bir adam olması yüzündendi. Bunun neticesi olarak süratle ilerledi ve günün birinde vezir oldu. Sonunda Fatih onu Sadrazamlığa tayin etti.

İşte, Gedik Ahmed Paşa adıyla meşhur olan tarihi şahsiyet odur. Yalnız şikayet etmeyi değil, şikayetin sebeplerini de ortadan kaldırmayı bilen bir zat imiş.

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizi

FETVALAR BÖLÜMÜ

1-Adak kurbanı kesmenin hükmü nedir? Etinden kimler yiyemez?

Kurban adayan kişinin kurban kesmesi vaciptir. Eğer kişi bu adağı, bir şartın gerçekleşmesine bağlamışsa bu şart gerçekleşince kesmesi gerekir. Adak kurbanının etinden adak sahibi, eşi, usûl ve fürûu (neslinden geldiği ana, baba, dede ve nineleri ile kendi neslinden gelen çocukları ve torunları) yiyemeyeceği gibi, bunların dışında kalıp zengin olanlar da yiyemez (Zeylai, Tebyin, VI, 8; Bilmen, İlmihal, s. 304-305). Eğer kendisi veya bu sayılanlardan biri yerse, yenilen etin bedelini yoksullara verir (İbn Nuceym, el-Bahr, VIII, 199-203).

2-Adak kurbanı düğün vb. toplantılarda ikram edilebilir mi?

Adak kurbanının etinden, adağı yapan kişinin yemesi caiz olmadığı gibi; bu kişinin eşi, usûl ve fürûu (yani annesi, babası, nineleri, dedeleri, çocukları, torunları) ve dinen zengin sayılan kimseler de yiyemezler. (Zeylai, Tebyin, VI, 8). Adak kurbanının etini bu sayılanlar dışında kalan ve dinen fakir olan kimseler yiyebilirler.

Düğün vb. toplantılarda fakirlerin yanı sıra zenginler de bulunabileceğinden, adak kurbanının bu gibi yerlerde ikram edilmesi caiz olmaz. Eğer böyle bir durumda, adakta bulunan kişinin kendisi, usûl veya fürûundan birisi ya da zengin biri yemiş bulunursa, yenilen miktarın bedeli fakirlere tasadduk edilmelidir (İbn Nuceym, el-Bahr, VIII, 199-203).

3-Adak kurbanında bulunması gereken nitelikler nelerdir?

Kurbanlık hayvanda aranan nitelikler, adak kurbanında da aranır. Kurbanlık hayvanda aranan şartlar ise şunlardır:

a) Belirli yaşları tamamlamaları gerekir. Buna göre 5 yaşını dolduran deve, 2 yaşını dolduran sığır ve manda, 1 yaşını dolduran koyun ve keçi kurban edilebilir. Bu yaşa gelmiş kurbanlık hayvanın dişini değiştirip değiştirmediğine (kapak atmak) bakılmaz. Bunun yanında, 6 ayını

tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması hâlinde kurban edilebilir (Muslim, Edahi, 13).

b) Ayıplardan uzak, sağlıklı, azaları tam ve besili olması gerekir. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzları kökünden kırık, kuyruğu ve kulaklarının yarıdan fazlası kesik, memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, yemini bulmasına engel olmayacak derecede şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış olması, kurban edilmesine engel teşkil etmez (Kasani, Bedai‘, V, 74-76; İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, IX, 467-470).

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizi

Bu yazı toplam 939 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR