"KİM" DEĞİL "NASILDI", SULTAN 2. ABDÜLHAMİD HAN'A DAİR
"33 sene devletim ve milletim için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hâkimim Allah, bunu muhakeme edecek ise Resulullah'tır. Bu memleketi nasıl bulduysam öyle teslim ediyorum. Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Allah'ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara çarşaf örmek istediler ve muvaffak da oldular."
"Ben bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir!"
"Filistin'i satın almak isteyen Yahudileri kapımdan kovduğum için Allah'a şükrediyorum" (Sultan 2.Abdülhamid Han)
Bu köşede ve diğer yayınlarda yazdıklarımız ile ilgili dostlarımızın çoğunluğu uzun yazdığımızdan müştekiler. Haklılar.
Ancak gelin görünki temas etmeye çalıştığımız konular milletimizin derin yaralarına dair olunca istemeden neden- sonuç ilişkisi içinde teferruat gerekmektedir.
Geçen 2 hafta kadar önce cennet mekan 2. Abdulhamit'in( 21 Eylül 1842-10 Şubat 1918) vefatının 100. yılı idi. Çeşitli merkez ve mahallerde kendisini tanıtan programlar düzenlendi.
Sultan 2.Abdulhamit "kimdi?" sorusundan çok "nasıl biriydi?" sorusuna cevap olacak noktaları aktarmaya çalışacağım. Vaktiyle emellerinin önünde engel gören başta Ermeniler ve Jöntürk artıkları kendine "Kızıl Sultan" yaftasını yapıştırmışlardı.
O tahtan indirildikten kısa süre sonra " Sultan Abdülhamid'in Ruhundan İstimdad" diye pişmanlık şiiri yazanlar da olacaktı.
Cennet mekân Sultan 2. Abdulhamit Han, Osmanlı Devletin'in en zor döneminde, İlber Ortaylı'nın çok nezih tabiriyle " imparatorluğun en uzun yüzyılı"nda tahta geçmiş bir padişahtır.
Sanayi inkılâbını gerçekleştirmiş Batı'nın elindeki sömürge alanlarını genişletme ve ençok Osmanlı coğrafyasında bulunan başta petrol olmak üzere yeraltı zenginliklerinin bakir olduğu coğrafyayı ele geçirmek için her türlü hile ve oyunu kurguladığı ve gerçekleştirdiği, iç-dış meselelerin zirve yaptığı, dünyanın her yönden değiştiği bir dönemde Hilafet makamına oturdu.
5 asır hakimiyetimiz altındaki Balkanlar'da isyanlar hat safhada idi. Bir tarafta Ruslar'ın sıcak deniz emelleri ile güttükleri işgalci girişimler, diğer tarafta İngiltere, Fransa ve İtalya'nın, Akdeniz ve havalisi, Orta Dou, Filistin, Mısır, Arabistan topraklarına dair sinsi planları masadaydı.
İçeride ise Jöntürkler'in yıkıcı ve bozguncu siyasi faaliyetleri... Öbür tarafta başta Doğu Anadolu'da olmak üzere Ermenilerin ayaklanma ve isyanları, teröristlikleri almış başını gitmekte idi.
Bir taraftan ülkenin gırtlağına kadar battığı dış borç(Düyun-u Umumiye) yükü mevcuttu..
Filistin-Kudüs üzerinde Yahudi Devleti kurma gayretinde olan Siyonist faaliyetleri, en kalleş hamleleri gerçek bir tehditti.
Bütün bu zorluklar içinde tahta henüz geçmiş Padişah, NASIL biriydi?
Sultan Abdulhamit günümüzde "aydın" denilen zümreden daha ötede "münevver" ve "arif" bir zattı.
Tahta namzed bütün diğer Osmanlı şehzadeleri gibi çocuk yaştan beri iyi bir eğitim/terbiye almıştı.
Sultan Vahdeddin gibi annesi Çerkes asıllıdır.(Tirimüjgan kadın efendi)
Sarayda ilk aldığı eğitimin içinde musikî ve piyano da vardır.
Üst düzeyde Hadis,Fıkıh,Tefsir ve fen dersleri eğitimi almıştır. İyi derecede Arapça, Farsça, Fransızca eğitimi almıştır.
Günlük hayatına erkenden kalkıp, yıkanıp namazını eda ettikten sonra Kur’an ve evrad okuyarak başlardı.
II. Abdülhamid ömründe sadece böbrek hastalığına yakalandığı vakit Cuma namazını terke mecbur kalmış, sıhhati bozulduğu halde Ramazan orucunu bırakmamıştır. Gizlice hacca gittiği de rivayet edilmiştir.
İçki içmediği gibi, içenlerden nefret ettiği, bütün hareketlerini İslam şeriatına uygun yapmaya gayret etmiştir.
Tereddüt ettiği mevzuları güvendiği birkaç ilim adamına sorduğu bilinmektedir.
Ayrıca tasavvuf erbabı idi.
Babası Abdülmecid Han kendisi hakkında "benim oğlum derviştir" demiştir.
Kızı Ayşe Osmanoğlu’nun belirttiğine göre, Muhammed Zafir Efendi’den (Şazelî tarikatı şeyhi) sonra, Sultan II. Abdülhamid’in intisap ettiği şeyhlerin başında Rıfai şeyhi Ebu’l-Hüda es-Sayyâdî ve Yahya Efendi tekkesi Kadiri şeyhi Abdullah Efendi gelir.
Sultan’ın gerek sözlü gerekse yazılı anlatılanlardan, Kâdirîlik ve Şâzelîliğe kesin olarak intisap ettiği bilinmektedir.
Nakşî, Rifâî ve Halvetîlerle seviyeli bir ilişki kurduğu; dönemindeki Mevlevî ve Bektâşîlere ise gerek Jön Türkler ve Masonlarla ilişkileri, gerekse Sultan Reşad ile bağları neticesinde mesafeli ve soğuk olduğu söylenebilir.
Şehzadeliği sırasında Yenikapı Mevlevîhanesi’ne birkaç defa gitmiştir. Mevlevî şeyhi Osman Selahaddin Dede’den istifade etmiş, tahta geçtikten sonra onun sarayda haftada bir veya iki gün Mesnevî okumasını istemiştir. Ancak kendisi bu programa bir defa katılabilmiş, saltanatı süresince zaman zaman huzuruna çağırmış, bazı konularda görüşlerine başvurmuştur.
Sultan II. Abdülhamid, Halvetî-Sünbülî şeyhi Rızaeddin Efendi’ye de büyük saygı duyardı.
Bir Ramazan onu iftara davet etmiş, teşrifleri rica olunmuş, teklif kabul edilmiş, Sultan, şeyh efendiyi bizzat sofrasına kabul etmiş, birlikte yemek yemişler, dualarını almışlardır.
Çok fasih ve güzel konuştuğu için amcası Sultan Abdülaziz Han kendisine "bülbül" lakabını koymuştur.
Namazlarını asla terk etmezdi.
Hatta sarayda hizmet gören bütün müslümanlar namazını terk etmezdi.
Çoğunlukla Sahih-i Buhari okurdu. Okumalarında Tefsir'e de ağırlık verirdi.
Başucunda tuğla bulundurur, uyanınca önce tuğla ile teyemmüm eder, musluğa öyle gider abdestini alırdı. Yani abdestsiz yere basmazdı. İncelik ve hassasiyete bakar mısınız?
Ezberinden Yasin-i Şerif'i çok okurdu. Günlük evrad ve zikirlerini aksatmazdı. Çoğu zaman ezberinden Yasin okurken gelenler olduğunda hemen cevap vermez, duraklarında cevap verirdi.
Uzak yerlerdeki (Şam,Bağdat vb gibi) dahil olmak üzere tekke ve türbelerin bakım ve onarımına aşırı itina gösterir. Çoğunun tamirat ve bakımı için şahsi parasından tasaddukta bulunurdu.
Sahih-i Buhari'yi Ezher Medresesi(Üniversitesi) 'nde oluşturduğu bir heyete masrafı kendi şahsi bütçesinden karşılanmak üzere aslına en titiz şekilde yeniden uygun olarak bastırtmış, ve hilafetin uzandığı bütün İslâm coğrafyasına dağıttırmıştır. Hatta Çin'e kadar göndermiştir.
Ehl-i Sünnet çizgisini korumuş ve aykırı akımlara karşı set olmaya çabalamıştır.
Eğitime aşırı önem vermiştir.
Devamlı “din ve fen” derdi.
2. Abdülhamid Han dönemi Osmanlı Devleti zamanında görülmemiş bir eğitim hamleleri gerçekleştirilmiştir. O'nun döneminde Rüştiye(ortaokul) sayısı 250'den 600'e, idadi (lise) 5'ten 104'e, Dar'ül Muallimin (Öğretmen yetiştiren okul) 4'ten 32'e, ibtidai (anaokulu) 200'den 4500'eçıkmıştır.
Fransız etkisindeki kültürel akımı kırmaya çalışmıştır.
Ulaşıma çok önem vermiştir. Başta demiryolları olmak üzere karayolu yapımına önem vermiştir. Hicaz,Bağdat ve Ankara demiryolları O'nun zamanında açılmıştır. Ne yazık ki, büyük emek ve fedakarlıklarla yapılan Hicaz Demiryolları o topraklar elimizden çıkma aşamasında İngilizlerin oyunu ile Araplar tarafından bombalanarak tahrip edilmiş, hatta rayların sökülüp götürülmesi karşılığında Arap isyancı ve suikastçılar İngilizlerin ödülü olan(?!) paraları almışlardır.
Sultan 2.Abdülhamid Han "şık" ve temiz giyinirdi. Teşrifatta zerafetin önemini vurgulardı. Hatta, "temiz ve itinalı giyimin hayatta intizamı ifade ettiğini" söylediğinden bahsedilir.
Hata'nın gayr-i ihtiyarî olabileceğine inanmazdı. Hata'nın "kasten" veya "dikkatsizlikten" olacağını söylerdi. Bu düstur, günümüze ışık olmalı.
Malî konularda çok titizdi. Borca karşıydı.
"Dadılığa" , özellikle gayr-i müslüm dadılara karşıydı.
Eğlencenin "sefaletperestlik" derecesine karşıydı.
Taklitçiliğe karşıydı.
Kadınların İslâm'a aykırı giyimlerine tahammül etmezdi. Haber aldığı noktalarda ikâz ederdi. (Hatta, Heybeliada'daki kimi kadınların açık giyinmesini öğrenince ikaz etmiştir.)
Çok hoşgörülü idi. Hatta Gazi Mustafa Kemal bu konuda, "Abdülhamid'in idare tarzı azâmi müsamakârdı" demiştir. Öyleki kendisine karşı suikast'ta bulunanları dahi affetmişti. (Keşke affetmeseydi.Ş.K)
İyi derecede silâh ve kılıç kullanırdı. Hatta 40-50 metre mesafedeki testi üzerine konulmuş yumurtayı silâhla vurduğunu kaynaklar aktarmaktadır.
Marangozluk ve ince ahşap işçiliğinde üstadtı. (Şimdilerin Güzel Sanat Fakültelerinde üretilen "eserleri" düşündükçe insanın içi sızlıyor) Hatta, Cevdet Sunay''ın Cumhurbaşkanlığı döneminde O'nun yaptığı şifreli çekmeceli masanın Çankaya Köşkünde bulunduğu bir gerçektir. Sultan Abdülhamid Han'ın bizzat yaptığı masa, dolap ve benzeri eşyalar hâlâ kullanılabilecek şekilde ve sanat şaheseri olarak mevcuttur.
Yunan savaşından dönen yaralı gaziler için bizzat kendisi baston imal edip, gazilere hediye etmiştir.
Batı müziği ve tiyatroya ilgiliydi. Yerli tiyatro bilincinin yerleşmesi için çaba göstermiştir.
Aynı zamanda fotoğrafçılığa mereklıydı. Halifelik sınırlarında gidip göremediği yerlerin fotoğraflarının kendisine gönderilmesini istemiş, bu sayede 962 albümlük, 35.535 adet fotoğraftan kolleksiyon oluşturmuştur.
Aslında, bu kadarlık, birkaç satıra sığdırılamaz Ulu Hakan.
Umarız herkes, her yaştaki ve konum ve görevdeki herkes cennet mekân "Gök Hakan'ı" bugünkü ve gelecek nesillerimiz iyi anlar.
O abide bir şahsiyettir.
Geçmişte bizdekiler anlamamıştır ama, bakın elin batılısı ne diyor?
"Dünya'da 100 gram akıl varsa bunun 90 gramı Abdülhamid Han'da, 5 gramı bende, geri kalan 5 gramı diğer dünya siyasilerindedir" (Prens Bismarck-Alman devlet adamı)
Allah (cc) mekânını cennet eylesin.
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.